ANA DİLDE İBADET

Bir milletin kültürü demek o milletin yaşayış şekli demektir. Kültürün en önemli ögeleri ise başta dil olmak üzere tarih, gelenek, görenekler ve dindir. Milleti millet yapan işte bu kültürdür. Bulgar ve Macarlar Hristiyanlık dinine geçtikten sonra Slavlaşarak Türklüklerini yitirdikleri gibi, yine Hristiyan olan Gagavuz Türkleri ve Musevilik dinini seçen Karaim Türkleri Türklüklerini muhafaza etmişlerdir. Gagavuz ve Karaim Türklerinin ulusal kimliklerini kaybetmemiş olmalarındaki en önemli etken kendi dilleriyle ibadet etmiş olmalarıdır. Demek ki din, tek başına ulusal kimliğin kaybedilmesine neden olmamaktadır ve din dili etkilerse böyle bir olay gerçekleşir. Atatürk de “ Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüyle dilin milletlerin hayatındaki önemini belirtmiştir. İşte burdan yola çıkarak dilimize yalnız edebiyatta değil gündelik yaşamda da gereken değeri vermeliyiz. Bu bağlamda, ana dilde ibadet konusu da üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur.


İbadet kelimesi Arapça kul anlamına gelen abd kelimesinden türetilmiştir ve kulluk etmek demektir. İbadet etmek insanın en büyük hakkıdır ve kimse bunu engelleyemez. Her insan kendi diliyle ibadet edebilir ve bu kimseyi ilgilendirmez. Kişi içinden gelen duaları dilediği şekilde okuyabilir. Bu ruhsat bizzat Allah tarafından kullarına verilmiştir. Aksi iddia edilemez.
İbadetin ana dilde olması, özellikle din adamlarının toplum üzerindeki hegamonyasının kalkması, kutsal kitapta insanlara verilen mesaj ve öğütlerin anlaşılarak dinin hayata geçirilmesi ve kültürel emperyalizmin önüne geçilmesi gibi konularda büyük fayda sağlayacaktır. Bunu biraz daha açalım.

Gerek Hristiyanların Orta Çağ’da düştükleri durumu, gerek de İslam Dünyası’nın geri kalışını incelersek, bunların en büyük sorumlularının din adamları olduğunu görürüz. Hristiyanlık’ta bilimsel gelişimin önünü tıkayan ve geciktiren, mezheplerin savaşlarıyla ortalığı kan gölüne çeviren papazların hegamonyası kaybolur diye matbaaya, kendi dilinde ibadete karşı çıkan, aforoz, endülüjans, engizisyon gibi kurumlarıyla halka kan kusturan, kulların affedilme yetkisinin bile kendinde olduğunu iddia eden hep kilise olmuştur. Hristiyanlar dinlerini İncil’den okuyarak değil, kilisenin yorumlarıyla öğrenmiştir fakat matbaanın bulunması ve İncil’in diğer dillere tercümesiyle birlikte insanlar Kilise’ye ihtiyaçları kalmadan dinlerini öğrenebilmiş ve Orta Çağ’ın karanlığından böylece kurtulabilmişlerdir. Kendi milletimize bakacak olursak bizde de aynı durumun olduğunu görürüz. İnsanlarımız Kuran’ı ya okumayıp ya da Arapça orjinalinden anlamayarak okudukları için dini, din adamlarından ve atalarından gördüklerinden öğrenmişlerdir. Tanrı dinde ince ince düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin uygulanmasını, kitabının rehber edinilmesini ister. Kişiler Tanrı’nın kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler? Osmanlı döneminde de Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine karşı çıkılmıştır. Amaç kişi ile Allah arasına din adamlarını sokmak ve din adamlarının izahlarının, padişahın emriyle verilen fetvaların din diye sorgulamasız yutturulmasıdır. Oysa dinin tek kaynağı olan Kuran’ın çevirisi elde olunca kişilerin Tanrı’nın dini ile uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün olabilir. Cumhuriyet döneminde Kuran’ın tercüme edilmesine rağmen yine de halkımız dini Kuran’dan değil diyanetten, imamlardan ve şeyhlerden öğrenmeye devam etmektedir.

İbadetin en çok bilinen şekillerinden biri namazdır. Namazın en önemli bölümü ve özelliği ise namazda Allah’ın zikredilmesi yani hatırlanmasıdır. Nitekim 20-Taha Suresi 14. ayetten namazın kılınmasındaki amacın Allah’ın hatırlanması olduğunu anlarız. Kuran’da, namaz kılarken Kuran okuyun denmez fakat illa da Kuran okunmak isteniyorsa bunun ana dilde anlayarak ve düşünerek yapılması daha uygundur. Çünkü kişi ezberlediği şeyi tekrarladığında beyinde kodlu olan sözler otomatik olarak çıkar ve çoğu zaman kişi ne söylediğinin farkında değildir. Hele kişi bilmediği bir dildeki şeyleri ezberleyip, tekrarlıyorsa durum tam bir felaket olur. Her gün, hep aynı ayetler bilinmeyen bir dilde tekrarlanınca Allah’ı hatırlama yerine bilinçsizce tekrarlar yapılmış olur. Birçok kişinin namaz kılarken akıllarına başka şeyler geldiğini söylediklerine tanık olursunuz. Tabi ki ezber bir namazda akla namazla alakası olmayan çok şey gelebilir. Çünkü beyin ezberde olan bir şeyi söylerken düşünmek zorunda olmadığı için başka şeyler düşünebilir. Allah içkili kişilerin bile namaz kılmalarını istemiş fakat onlara bir şart koşmuştur: “Ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” (4-Nisa Suresi 43) Böylece Allah sarhoşların ne söylediklerinden habersiz oldukları için namaz kılmalarını istemediğini bildirmiştir. Peki ayık kafalıyken hem bilmediği bir dilde, hem de ezbere Arapça Kuran okuyup ne dediğini bilmeyenlerin durumunun bu sarhoşlardan farkı nedir? Bunların namazlarında yerine getirmedikleri unsur olan ne söylediklerini bilmemek, sarhoşların yerine getirmediği unsurla aynı değil midir? Kuran’da (2-Bakara Suresi 45) sabırla, namazla Allah’tan yardım dilemek geçer. Peki ana dilinde namaz kılmayan kişi kendi özel derdiyle ilgili özel duygularını nasıl dile getirip de Allah’tan yardım dileyecektir. Ana dilde ibadete karşı çıkanlar bu ayetin hükmünün yerine gelmesini engellemiş olmuyorlar mı?Kuran’da olmayan birçok teferruat harfiyen yerine getirilir. Ama Allah’ın hatırlanması bu Arapçaperestlik, ezbercilik, teferruatçılık yüzünden gölgelenir, engellenir.

Düzgün kılınmayan bir namaz birçok kişi tarafından iyi bir niyetle yapılmış olur. Fakat sonuç yine de papağanvari bir tekrarlama ve sarhoşvari bir namaz olmaktadır. Bu yüzden kişinin ana dilinde ne söylediğini bilerek ibadet etmesi papağanlıktan ve sarhoşvarilikten kurtulup Tanrı’nın dileğini yerine getirmesi için çok önemlidir. Ana dilde ibadet, kişinin söylediğinin farkında olması demektir. Buysa gerçek manada hatırlamanın oluşması için zaruridir. Ana dilde ibadet bir kolaylık olarak görülmemelidir. Ana dilde ibadet kişinin yaratıcısı ile bağı kurması için olmazsa olmaz kuralıdır. İslam dini sadece Arapların dini değildir. Arapçılık ve Arapçacılık pazarının en büyük oyunu, ibadetin Arapça olması gerektiği yolundaki aldatmacadır. Dinin Arapçalaştırılması söz konusu bile olamaz. Din evrenseldir. Evinin bir köşesinde Allah’la yalnız kalan kimsenin kullandığı dilin önemi yoktur. Allah ile kul arasına girilemez.

Siz de kitlelerin hepsinin ana dili gibi Arapça öğrenemeyeceği veya İslam’ın Arap ırkının dini olmadığının kanaatindeyseniz bu fikri kabullenmekte zorlanmayacaksınız demektir.

 

Yazar : Göktürk Pusat

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Comments (1)
Leave a reply

Reply to emre kara Cancel reply

Name (required)

Website