Mallarımız ve Evlatlarımız

Kuran ayetlerini kısmen görmezden gelenler küfredici(üst örtücü)’dirler. Ayetlerin üzerilerini hadisler ile örterek, inzal edilen kitap dışında dinde kaynak atfedenlerdir. Bunlar helal haram demeden topladıkları malı nefisleri için, evlat ve eşleri içinin israf etmek amacıyla toplarlar. Bunu ellerinde tutup muhtaçlarla paylaşmazlar. Bu zihin yapısı tüm ümmetler için bozulma ve sapma bu merkezidir. Bunun İçin Ali İmran suresi mülkperestlerin müşterek karakterlerini aşağıdaki ayette açıklar.
“Küfredenler, her halde onların ne malları ne evlatları kendilerini Allah’tan kurtaracak değildir, onlar eshabı nardır hep onda kalacaklardır
(Ali İmran–116)
Kafirler infak edici değildirler tam aksine alıcı ve mal sayan zihniyettir. İnsanlık çapında özverili olmayı değil, hiziplerine  faydalı olmayı tercih ederler. Bol harcar, kendilerini ve çevrelerini lüks ve refah içinde yaşatırlar. Ama hayra harcamazlar. Çünkü ahiretlerini satarak dünyayı satın almışlardır. Elbette ki, evlatçıdırlar. Hayattayken israf etmenin yanında yine başka bir israf türü olan haddinden fazla miras bırakmakta onların tuttukları yoldur. Mülkle birlikte evlat tutkularının da ayet tarafından ortaya konulmasının nedeni onlara bol miras bırakmak için dinin yüklediği toplumu artanla infak etme emir ve vazifesine karşı gelmelerinin iki sebebi de ayette eksik bırakılmadan ortaya konulmuştur. Sonraki ayet önceki ayeti daha da açarak şöyle der:

“Bu Dünya hayatında yapmakta oldukları infak ettikleri şeyin örneği bir rüzgâr örneğne benzer ki onda kavurucu bir soğuk var: nefislerine zulmeden bir kavmin ekibine sataşmış da onu mahvetmektedir ve onlara Allah zulmetmemişti ve lâkin kendilerine zulmediyorlardı
(Ali İmran–117)
Kişilerin harcamalarında kavam miktarını aşarak lüks ve refah için kendilerine ve oğullarına yaptıkları harcamaya israf denilir. Her haddi aşan müsriftir. Hayır için harcama ise bunun tersi olup, nefsi için değil başkalarını infak etmek için kendi için harcamayı asgariye indirmektir. Ölmeden önce ahiret için gönderdiğin mal sende kalan değil, yukarıdaki gibi yapmandır. Yani hayra harcayarak ebedi âleme yatırım yapmaktır.
“Ey o bütün iman edenler! Kendinizden olmayanı dost tutmayın, sizi şaşırtmakta kusur etmezler, sarpa sarmanızı arzu ederler, görmüyor musunuz buğzları ağızlarından taşmakta, sinelerinin gizlediği ise daha büyüktür, işte size ayetleri bildirdik aklederseniz
(Ali İmran–118)
Ayette geçen “dost tutmayın” dostların dışında kalan, yabancı olan, yardımcı olmayacak olandır. Bu, dost edinmeme emri “Emaneti ehline ve sizden olana verin” dini emrini akla getirmektedir. Bizden olan acaba kimlerdir ? Sonra acaba biz kimiz ?
Dost olan ancak kara günde insanın yanında olan faydalar çatıştığında yardım yaparak kendisini ihmal edip dostunu ve onun faydasını öne alan kimsedir. İşte bunu size bir yabancı asla yapmaz diyor Kuran. Zaten ahmak olmayanlar için bunun ilkesel delilleri de vardır. Mesela A.B.D. dış ilişkilerde bu ilkeyi koymuştur. “Dış ilişkilerde devamlı dostluklar değil, ülke çıkarları vardır” ilkesi bu Kuran ayetine yakın anlam taşır. Ne acıdır ki, Ali İmran–119 ayette yabancılarla şahsi menfaatlerini birleştirerek ümmetin menfaatleri peşkeş çeken münafık taifesi de ecnebiden sayılmışlardır. Çünkü ümmeti sindirmek için yalan ve iftira kampanyası başlatmakta şeytana dahi taş çıkartacak hile sergilemişlerdir.
“Ha, sizler öyle kimselersinizdir ki onları seversiniz onlar ise bütün kitaba iman ettiğiniz halde sizi sevmezler, hem yüzünüze geldiler mi «inandık» derler ve tenha kaldılar mı gayzlarından aleyhinizde parmaklarını ısırdılar, de ki: gayzınızla ölün, her halde Allah bütün sinelerin künhünü bilir.
(Ali İmran–119).
Biz kimiz sorusunun cevabını ararken değindiğimiz gibi, biz olan biz bütün kitap ve bütün Nebilere inananlarız. Eğer ayette “Bütün kitaba” değil de, “kitaplara” denseydi bu ayet sadece Ehli Kitaba ve sair ecnebilere giderdi ve münafıklara gitmezdi. Ayet bize “bütün kitaba” veya kitabın bütününe dediğine göre Ali İmran–119. ayet mülkperest münafıklara gider. Bunların sağlam iman sahibi olmalarına mani olan mülk, eş ve evlat fitnesinin galebe etmesidir. Bir de ticaretlerinin kesada uğramasından korkarlar. Bunun için bu münafıkları tanımlayan en mükemmel ayet hatırlatılacaktır. Ondan önce şunu belirtelim ki “kitabın tamamına” inanmayanlar münafıklardır. Ehli kitaba daha ziyade giden ayet ise Ali İmran–118 ayettir. Bunlar şahsi menfaatleri için müstevlilerle iş birliği yapanlar ve insanların dini duygularını istismar ederek ticari karlarını arttıranlardır. Dini duyguları siyasi ve şahsi menfaatlerine, dini duyguları şahsi ve ticari menfaatlerine alet edenlerdir.
İslam toplumundan olan münafıklarla, İslam cemaati dışında kalan ecnebilerin müşterek vasıfları,  “Allah’tan gelen başım üzerine” dememeleridir. Ecnebiler ve bilhassa Yahudi ve Hıristiyanlar sadece kendi atalarına gelen nebileri ve kitapları sahih kabul ederler. Hele Muhammed ve Kuran’a inanmazlar. Oysa Muhammed ümmeti bütün kitapları ve bütün nebileri kabul ederler. Hak manada diyalog zaten Muhammed(s.a.) ve Kuran yolunda olanlarda mevcuttur. Bundan ecnebilerin memnun olmaları gerekmez miydi? Hayır onlar bundan memnun olmazlar. İşte bundan memnun olup onlarda Muhammed as. Ve Kuranı sahih kabul etselerdi mesele kalmaz ve diyalogun önünde bir engel kalmazdı. Ama ecnebilerin inanç veya inançsızlığı diyaloga bizatihi engeldir. Gerçek bir dinin asgari müştereklerinde anlaşma niyetleri olsa idi, bu adımı atmaları gerekirdi. Eğer bu yoksa yapılan temaslar münafıklar ve fasıklar arası diyalogdan başkası değildir. İşte şimdi bu münafıklara giden anlamların üzerinde duralım.
Münafıklığın başta gelen özelliği cimrilik ve bencilliktir. Bunlar en ufak yardım bile yapmayan kişilerdir. Böyleleri şahsi çıkarlarının bekçiliğini yaptıklarını da iyi bilirler. Özü sözü bir olan sıdıklar bütün kitaba veya “kitabın tamamına” inandıkları halde, münafıklar bir kısmına inanır bir kısmına inanmazlar.
Mesela münafığın Haşr–7 ve 9. ayete inandıkları ve uydukları söylenebilir mi? İhtiyaç fazlasını tamamen infak etmeyi kabul etmeyip, karı sermayeye ekleyerek kapitalist üretim biçimini sürdürdüklerine göre Bakara–219 ayete inandıkları söylenebilir mi? Nimete şükür ve küfrün ayracı olan yoksula kendisiyle eşitlene kadar çok vermesini kabul etmeyip, sınıflı toplumun devamı için infak eden müminlere karşı savaş veren münafığın Nahl–71 ayete inandıkları söylenebilir mi? Oysa Allah ile Kitaba misak yapan ve bu  niteliğinden dolayı Ashabü’l Yemin ismini alan mümin bu sözünden döndüğünde hali nice olur?
Verdiği sözü tutmayan Müslümanlığının en önemli vasıflarından birini kaybetmiş, sözünü tutmayan münafık ve müşriklerin vasfını almış olur. İşte Tövbe suresi münafığın karakteristik vasıflarından bazılarını şöyle açıklamıştır.
“Sizden olduklarına yemin ediyorlar. Oysa onlar sizden değiller, fakat onlar korkak bir topluluktur”
(Tevbe–56)
“Münafıklar sana geldiği zaman “ senin Allah’ın elçisi olduğuna yemin ederiz.” Bunu Allah bilir ve onların yalancı olduklarına da Allah şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yapıp Allah yoluna engel olurlar. Onların yaptıkları ne kötüdür.
( Münafikun–1 ve 2)
Münafıkların paragöz olduklarını Tövbe–58 ayet bize tekrar hatırlatır. Bunun içindir ki, sağcılığın arkasına saklanarak bunu becerirler. Tekasürcü sağcı oldukları ve meymenetten zerre onlarda bulunmamasına rağmen, ilimden uzak halk onların “Biz sağcıyız” demelerini, biz insanlara en çok meymeneti olanlarız dediklerini zannederler.
“Allah’a verdikleri sözü ve yemini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur, Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır.”
( Ali İmran -77)
İmandan ziyade inkârdan hoşlananlar en yakınlarımız dahi olsa onları veli edinmeyeceğiz. Hak din böyle bir sıkı şart getirmiş ise elbette ki, böyle bir kan bağımız dahi olmayan münafık veya ecnebiyi hiç veli edinmememiz gerekir.

“Ey o bütün iman edenler: babalarınız ve kardeşleriniz eğer imana karşı küfrü hoşlanıyorlarsa onları evliya ittihaz etmeyiniz, sizden her kim onları veli tanıyacak olursa işte onlar nefislerine zulmedenlerdir
(Tövbe–23)
Müslüman toplumları içinden hep nifak ve nimete nankörlük yapanlar, büyük kalabalığın mülkperestliğidir. Zamanımızda onların işareti ümmetin değerinlerden nefret eğilimleridir. Bunun için milli bir görüş sahibi olanlardan bir kısmını ve ulusalcıların tümüne karşı mücadele ederler. Dinsel değerleri kullanarak hem siyaset ve hem de ticari karlarının artışında alet olarak kullanırlar.

“Eğer,  babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, hısımınız, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah ve Resulünden ve onun yolunda cihaddan daha sevgili ise artık, Allahın emri gelinciye kadar bekleyin, Allah öyle fasıklar güruhunu hidayete irdirmez
(Tövbe–24)
Şahsi menfaatlerini din edinenler için bu ayet, fasıklar demektedir.

“Size bir iyilik dokunursa fenalarına gider, başınıza bir musibet gelirse onunla ferahlanırlar ve eğer siz sabırlı olur ve iyi korunursanız onların hileleri size hiç bir zarar vermez, çünkü Allah onları kendi amelleriyle kuşatmıştır
(Ali İmran–120)
Ticaret pazarını artırmayı iyi bir şeymiş gibi takdimleri, yine mülk cinsinden olan iktidar hırslarındandır. Çünkü kavram özü itibarı ile Evrensel şirk gücünün/Melikin yetki alanını yaymak anlamına gelir. Bu ise, Hasedin dünyanın her karış toprağında uygulamaya konulmasıdır. Hem de bütün şiddeti ve Melikin en zalim metotları kullanarak ezerek, kan dökerek geçişidir. Hala bunu hayra yormak, hala bundan hayır umut etmek, hak din bilgisinden habersiz olmaktır.
Çünkü nebi, Allah’ı her şeyden çok seveceksin. İnsanı da kendin kadar seveceksin, kendin için ne istiyorsan, ( ne ediniyorsan neye maliksen aynısını insanlara da mal etmek için gayret edeceksin ) başkası içinde aynı nitelik ve nicelikte isteyeceksin demişse… Bunun manası, mülkün her üç unsurunun ortaklaşa kullanılması demek değil midir? Şeriat anlamına gelen bu şeyler, “Ortaklaşa” şartı yerine getirilmeden gerçekleştirilmesi ilmen mümkün değildir. Firavun sistemi halkı sınıflara bölmesine inat, İhram toplumunun slagonlaştırdığı şeylerden biriside “Sınıfsız toplum” değil mi idi?
Körü körüne itaate karşıtlık değil midir? Fikri hür, vicdanı hür demek bu değil midir?

About the Author
Author

vekuran

Comments (1)
Leave a reply

Reply to Gökhan Cancel reply

Name (required)

Website