Hangi Kur’an?


Ramazan ayının sabırla beklendiği bu zamanlarda Kur’an ile ilgili bir yazı yazmam istendi. Sanırım Ramazan ayının anlamını/değerini bir nevi Kur’an kendi içinde ihtiva ediyordu. Ramazan ayını saygın, mübarek, hürmete layık kılan da Kur’an’ın bizzat kendisiydi.

 

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır
(2/185).”

 

ayetiyle bu aya özel bir hürmet göstermenin gerekliliği bizzat Allah tarafından bize öğretiliyordu. Özellikle bu ayda Kuran-ı kerimler özel kılıflarından çıkarılır, her gün bir cüzü Arapça olarak bitirilir, Arapça okumasını bilmeyenlere de Latin harfleriyle yazılan Arapça metinin okunması tavsiye edilir ve her harfine bin sevabın verileceği bu mübarek zaman dilimlerinin iyi değerlendirilmesi hususunda herkes birbirini uyarır. Kur’an’ın bu kadar çok okunduğu bu zaman dilimlerinde Kur’an’ın bu kadar az ruhumuza, hayatımıza, ilişkilerimize, kişiliğimize tesir ettiğini düşündüğümüzde yanlış giden bir şeylerin olduğunu anlamak çok zor değil. Burada sözü Ali Şeriati’ye bırakıyoruz:

“Evet, sen Kur’an diyorsun, ama hangi Kur’an? Cehaletin elinde teberrük edilip kutsanan bir nesne olan Kur’an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur’an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede, çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Sasani- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak mı Kur’an?

Daha çok hayata, bilgiye, izzet, kemal ve cihada yönelik! Yaklaşık yetmiş suresinin adını insanı ilgilendiren konulardan alan bu kitap; yaklaşık otuz süresinin adını maddi fenomenlerden alırken, yalnızca iki süresinin adını ibadetlerden alan bir kitap!.

Bu kitap, “dostunun cehaleti” ve “düşmanının hilesiyle” yapraklarının açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya başladı. “Metni” terk edilip “cildi” revaç bulduğundan beri adı “okumak” anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu. Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu. Uyanıkken terk edip, yatarken başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.” (Ali ŞERİATİ,’ “Anne Baba, Biz Suçluyuz” adlı eserinde alınmıştır.)

Evet, hangi Kur’an bizi karanlıklardan kurtarıp aydınlığa, rahmete kılavuzlayacak? Hangi Kur’an bizim erdemli, adaletli, dürüst, ilkeli bir hayat sürmemizi sağlayacak? Hangi Kur’an zulmü, zorbalığı, insanları sömüren Firavunları, Nemrutları, Bel’amları, Ebu Cehilleri engelleyecek? Evet, hangi Kur’an bizi özümüze/fıtratımıza, Yaratıcının bize yüklediği programa dönmemizi sağlayacak?

Sanırım, kutsanan bir nesne olmaktan ziyade bir işlev görmeyen Kur’an ya da ölülerin hizmetine sunulan belli gün ve gecelerde okunduğunda nağmeleri tatlı tatlı dinlenirken bir yandan da bizi gözyaşlarına boğan ve daha sonra evin içinde en yüksek yere asılan ve hürmette(!) kusur edilmeyen Kur’an değil; aksine bir toplumu değiştiren/dönüştüren, Allah’a kulluk bilinciyle hareket eden, vahyin ışığında okuyan, araştıran, sorgulayan yeni bir kişilikle bireyi dirilten, hayatın her alanında söyleyecek evrensel sözü olan, bireysel ve toplumsal sorunlara çözüm üretebilen Kur’an, yukarıdaki sorularımıza cevap olabilir.

Eğer okuduğun bu kitap seni diriltmiyorsa, yeni bir kişilik inşa etmene vesile olmuyorsa, her ne kadar ceset olarak varlığın devam ediyorsa da, yemen, içmen, oksijen alışverişin hala sürüyorsa da sen bir ölüsün. Nefsani duyguların, kalbi hastalıkların ruhi bunalımların bütün bilincini kaplamış ve seni bitkisel hayata mahkum etmiştir. Yiyen, içen, oksijen alıp veren; ama asla düşünmeyen, akletmeyen, sorgulamayan bir kişiliğe bürünürsün ve hayatına anlam katacak, seni doğruya kavuşturacak olan bilgiye de ihtiyacın kalmaz.

Kur’an öyle bir kitaptır ki, adamına göre muamele eder. Eğer sadece tatlı tatlı nağmelerini dinlemek için okursan ve bundan da bir sevap beklentisi içine girersen, sana ninni söyler ve seni tatlı cennet hülyalarına daldırarak uyutur, uyanamazsın. Eğer sen bu Kur’an’ı bir masal, bir roman, bir hikaye kitabı gibi okursan sana geçmişe dair hikayeler okur ve sen şaşkın şaşkın “Samiri’nin nasıl buzağıya taptığını”, “Firavun’un açık mucizeleri görmesine rağmen, neden Musa’ya karşı dik başlı davrandığını”, “Nuh’un oğlunun neden gemiye binmediğini” düşünür; ama anlayamazsın. Eğer bu Kur’an’ı bir bilim kitabı gibi okur ve oradaki bilimsel bilgilere nasıl ışık tuttuğunu görmek istersen, sana adalet, merhamet, şefkat, sevgi gibi nicel olarak ölçülemeyen, laboratuvar ortamında deneye tabi tutulamayan evrensel ilkelerini göstermez. Eğer bu Kur’an’ı bir tarih kitabı gibi okursan, geçmiş toplulukların başından geçenleri, nankörlüklerini, delaletlerini, gafletlerini, helaklerini öğrenirsin; ama asla o yaşantıları bugüne taşıyamazsın, o meselelerin bugüne izdüşümünü yakalayamazsın. Hele hele o Kur’an’ı mezarlıkta ölülere okursan, onu bir mezarlık kitabı yaparsan, onunla kalbi ölü olanları asla diriltemezsin.

Kur’an bunların hiçbirini yapmak için inmedi. O hayatı yeniden inşa etmek için indi. Evet, Kur’an’ın içinde tarih de,  bilim de, psikoloji de, felsefe de, edebiyat da, sanat da var. Ama hiçbir zaman Kur’an bunlara tek tek indirgenemez. Hatta hepsinin toplamına bile indirgenemez. Kur’an bu saydıklarımızın toplamından çok daha fazla, çok daha başka bir şeydir. Her şeyden önce o Allah kelamıdır. Sadece beylik laf olsun diye değil, bunu yakinen şahit olanlar bilir, asla sadece kendilerine ezberletilen “Kur’an Allah’ın sözüdür, Kur’an mucize bir kitaptır, Kur’an’ın benzeri yazılamaz gibi” ezbere terennüm edilen kuru bir iddia değildir. Kur’an’ın dünyasına girdiğinde onun ne derece müthiş bir kitap olduğunu, nasıl her bir şeyi sayıp döktüğünü ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmadığını görürsün. Sözleri birbiriyle uyumlu, birbirini açıklayan ve birkaç ayetin paralellik göstererek(muhkem-müteşabih, ikizerli, uyumlu) bir konuyu nasıl açıkladığına, Kur’an ayetlerinin var olan evrensel doğrularla paralellik gösterdiğine, asla insanın özüne/fıtratına ters düşmeyen ilkeleri barındığına ve insanoğlunu doymak bilmez nefsinin pençesinden, hırsının, açgözlülüğün, pintiliğin, vicdansızlığın, adaletsizliğin, merhametsizliğin elinden kurtarıp ilkeli, vicdanlı, adaletli, merhametli, cömert,  sevgi dolu ve en önemlisi de nasıl özgür kıldığına şahit olursun. İşte kutsanan bir nesne yapılan, bir hayatı, kişiliği inşa ederken göz ardı edilen Kur’an bu.

 

Kur’an bir kişilik inşası programıdır. Kur’an’ın, hayatına anlam katmasını istiyorsan, yeni bir kişilikle seni yeniden diriltmesini istiyorsan, gönlünü, kalbini, beynini, gözünü, kulağını bu kitaba açacaksın. Kur’an’ın bütün ayetleri sana nazil oluyormuş gibi onu okuyacak, anlamaya çalışacak ve onu hayatına tatbik edeceksin. Kur’an duvaklı bir gelin gibidir, onunla hayatını birleştirirsen, sana yüzünü açar ve onun sonsuz nimetlerinden hem bu dünya hayatında hem de selam, barış, iyilik ve güzellik yurdunda faydalanırsın.

 

“Bu Kur’an uydurulmuş bir söz değildir
(12/111).”,

“Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir
(17/9).”

 

ayet-i celilelerin de işaret ettiği gibi bu Kur’an iyiye, güzele, doğruya ileten bir kişilik inşası programıdır. Hayat boyunca Kuranın öngördüğü bir yaşamı yaşamanız ve yaşatmanızı, Ramazan ayınızın hayırlara vesile olmasını dilerim.

Muhittin BOZKURT

 


About the Author
Author

wejedar

Comments (4)
Leave a reply

Reply to ülkü Cancel reply

Name (required)

Website