Dua İle Var Olmak…

“…Rabbim sana dua etmekle hiç mahrum olmadım ki!”
(19:4)

 

Bu ayet insanın içini titretmez mi? Yüreğini taşırıp hıçkırıklarıyla bezenmiş gözyaşlarını çağlatmaz mı?… “Bu muhteşem duanın sahibi kim?” sorusunun cevabı: Zekeriyya…  Rabbi kendisine böyle seslenenin duasını hiç kabul etmez mi? Tabiki eder. Peki Allah Zekeriyya’nın (as)bu seslenişi sonrasında yaptığı duayı kabul etti mi? Evet. Hem de hemen, Zekeriyya’nın gözyaşları daha yere düşmeden… Zekeriya Rahman’dan kendisinden sonra bir takipçi, bir evlat istemişti. Bunun üzerine Rabbi zımnen: “Ey Zekeriyya sen bana böyle seslenirsin de mağfireti ve bağışı sonsuz olan ben seni hiç kırar mıyım, senin isteğini hiç reddeder miyim?” diyordu. Ve hemen duaya icabet etti. Nitekim ona adı sanı yeryüzünden hiç silinmeyecek, hep yaşayacak bir evlat bağışladı. Hem de ne evlat? Adının bizzat Rahman tarafından koyulduğu bir evlat; Yahya… Nitekim yüzyılar sonra  bu dua’daki yakarışın ve ayaklı, canlı bir dua olarak yaşayışın hürmetine Rahman Zekeriyya kuluna  Kur’an’ında büyük bir yer ayırdı :

 

“Bu sure kulu Zekeriyya’ya, Rabbinin rahmetinin anısınadır…”
(19:2)

 

Rabbi onu gerçekten sevmişti. Nasıl mı anlıyoruz? Eğer Allah bir kimseyi kendisine nispet ederek “kulum!” (abde hû) diyorsa Allah onu gerçekten sevmiştir. Bunun sonucu olarakta onu asla yalnız bırakmamış ve bırakmayacaktır.

Dua etmenin apaçık olan sırrını bilseydik bizler dünyada sadece dua etmek için var edildiğimizi ve ancak dua etmekle var olabileceğimizi anlardık. Bilmiyorum şu muhteşem ayetten sonra bizim konuşmamızın bir tesiri olur mu ve o konuşurken bize konuşmak düşer mi?

 

“…eğer duanız olmasaydı Rabbim size niçin değer verecekti ki?…”
(25:77)

 

Rabbinin katında en değerli olan kul ondan isteyendir. İşte bundan dolayıdır ki alemlere rahmet peygamberi her türlü işte ondan istemeyi öğütlemiş ve hatta “ayakkabınızın bağı dahi kopmuş olsa Allah’tan isteyin!” demiştir.

“Ben dua ediyorum fakat duam kabul olmuyor ki, neden dua edecekmişim?” dememeliyiz. Bu küstah davranışımız Allah’ı üzer. Peki duamız niçin kabul olunmuyor? Bunun üç temel sebebi olabilir:

 

1) Dua etmeyi bilmiyoruz:

Herkesten bir isteme usûlü olsunda Allah’tan olmasın mı? Herkese karşı isteğimizde ciddi ve samimi iken Rahman’a karşı laubali mi olalım? Ve istediğimiz kişiye neye ihtiyacımız olduğunu söyleyelim de Allah’a gelince: “O herşeyi bilir zaten, saymaya ne gerek var?” mı diyelim.  İşte dua’nın ilk şartı bunlardır: usûl, samimiyet ve acziyetini itiraf. İşte dua etmenin muhteşem bir örneği önümüzde duruyor;  Hz Zekeriyya. O’nun yukarıda da bahsettiğimiz muhteşem  duası şöyleydi:

 

“…Rabbim! Benden (iş) geçti, kemiklerim eridi, başa ak düştü, ama (ey) Rabbim, sana dua edip de  eli boş kaldığım hiç olmadı!”
(19:4)

 

Bu sesleniş  acziyetin itirafını ve daha önceki yapılmış duaların karşılığında verilen nimetlere teşekkürü, yani vefayı samimi bir şekilde dillendirmektlr. Ve arkasından asıl dua, asıl istek yine samimi, başı yere eğik ve yürek kıblesi Allah’a dönük bir şekilde şöyle dillendirilir:

 

“Gerçek şu ki ben, benden sonra  yakınlarımın (yerimi doldurabileceğinden) kaygı duyuyorum; üstelik kadınım da kısır: öyleyse bana kendi katından yerimi dolduracak ehil bir takipçi ver; hem bana, hem Yakub oğullarına varis olsun; ve Sen de Rabbim, onu razı olacağın biri kıl!”
(19:5-6)

 

İşte bu acziyetin itirafını, yani müstağni olmadığının itirafını içeren, içten ve samimi sesleniş  usûlüne uygun muhteşem bir duadır. Ve biz bu duanın anında karşılığını görürüz. Hele ki dua eden dua edileni Zekeriyya gibi iyi tanır ve ona teslim olursa…

 

2) Allah talep edilenden daha hayırlısıyla bizi ödüllendirmek istiyordur:

Allah her talep edenin duasına kesinlikle icabet eder. (2:186) Ama bu Allah’ın her isteği kabul edeceği anlamına gelmez, O sadece istekleri gündemine taşır. Peki her isteği samimi olduğu halde niye kabul etmez? El cevap: eğer O senin istediğin bir şeyi kabul etmiyorsa kesinlikle ama kesinlikle sana daha hayırlısını, daha değerlisini  vermek istiyordur. Biz neyin hayırlı neyin zararlı olduğunu bilemeyiz, bu mümkün değildir. İşte bundan dolayı bizlere yani parçayı görene düşen bütünü görene yani el Basir olan Allah’a teslim olmaktır. O bizim için her daim iyiyi istediğini hitabında şöyle belirtir:

 

“…Sizler bu dünyanın geçici değerlerini  istiyorsunuz; ama Allah (sizin için daha yüce bir değer olan) âhireti istiyor: zira Allah pek yüce , işinde hikmetli olandır.”
(8:67)

 

Mü’min bu yüzden şu hakikate kesinlikle inanmalıdır: “Allah samimi duayı kabul etmiyorsa bu onun duayı duymadığının değil onu daha iyisiyle ve daha güzeliyle değiştirmek istediğinin kanıtıdır.” İşte Allah’a iman budur.

 

3) İsteğin samimiyetine ve duanın kabulüne rağmen fiilin gerçekleşmemesi:

Allah samimi ve içten duayı kabul etmiştir. Fakat onu hemen şimdi gerçekleştireceğini kesinlikle vaad etmemiştir. Kimi dualar vardır, Zekeriyya duası gibi (19:4-5) anında yıldırım hızında icabet gören ve fiiliyata dökülen… Kimi dularda vardır ki, tüm samimiyetine ve kabul görmesine rağmen hemen fiiliyata dönüşmemiş bekletilmiştir tıpkı Eyyub duası gibi (21:83) Çünkü Allah kainatı değişmeyen bir yasa ile yönetendir. (33:62, 35:43, 48:23) O zaten istediğinde ‘Ol!’ diyen fakat fiili bekletendir çünkü istediğini hemen fiiliyata dökmez sadece oluş sürecine katar, mevcut yasaları gereği. Bu süreç bir an da olabilir veyahut yıllar da sürebilir onu ancak her işinde isabetli ve hikmetli olan el Hakim bilebilir. Nitekim bu hikmete peygamberlerin incisi de atıf yapmış ve dua ettikten sonra fiiliyatı hemen istememiz gerektiğini şöyle bildirmiştir. “Biriniz acele edip ‘ben dua ettim de kabul olmadı!’ demedikçe duası kabul edilir.” (buhari) Bize düşen muhtaç olduğumuz kapıya başımızı yatırmak ve El Gani olandan şöyle talep etmektir: “Bu baş buradan sen duamıza icabet etmedikçe kalkmayacaktır ya Rabbi!”

Sonuç olarak; sadece dua etmekle var olacağımızı bilmeli ve şuna kani olmalıyız: “Eğer O bizim duamızı kabul etmeyecek olsaydı bizim dua etmemize izin vermezdi!” İşte bu yüzden ellerimizi ona kaldırmalı ve yalnızca Ondan istemeliyiz, çünkü bize bizden daha yakın olan bize şah damarımızdan yakın olan yalnızca O’dur. (50:16) Ama her istediğimizinde dua olmadığını, onun katına çıkacak kadar değerli olmadığını bilmeliyiz. İsteklerimizin onun katına yükselebilmesi için ruhumuzun maddeye bağımlılıktan kurtulması ve kalbimizin Allah’la konuşması gerekiyor. Nitekim kalbimiz Allah’la konuşup da duamız yine de kabul edilmemişse kesinlikle O bize daha iyi bir ödülle karşılık verecektir. İşte burada bize düşen Hz Ali gibi: “Ben Onun Allah olduğunu her istediğimi vermemesinden anladım!” demek olmalıdır.

Sözün özü: biz dua ettikçe Allah memnun olacak ve memnun edecektir. Ama dua etmekten uzak durdukça bu bizim kendimizi müstağni görmemize yani Allah’a ihtiyacımızın olmadığını düşünmemize neden olacaktır. Allah böyle davranana kesinlikle buğz eder ve der ki: “benden niçin istemiyor?” ve o kimseyi  sevgisinden mahrum eder. Eğer bir kişi Allah’tan iste(ye)miyorsa işte en büyük azab budur, Allah’ın kişiye kendisini unutturması… Nitekim kendisini unutmamamız için Rabbimiz bize vahyinde şöyle hitap ediyor:

 

“Eğer kullarım sana Benden soracak olurlarsa, iyi bilsinler ki Ben çok yakınım: Bana dua edenin çağrısına hemen karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana tam güvensinler ki, hak yoluna yöneltilsinler.”
(2:186)

 

Nitekim dua etmek varoluş amacına uygun hareket etmek ve Allah’a yüzünü dönerek vefa göstermektir. Dua etmek kendinin mutlak manada fakir Rabbinin ise mutlak manada zengin olduğunu itiraf etmektir. Ve dua etmek müstağni olanın sen değil O olduğunu yüksek sesle dillendirmektir. Ne mutlu dua edene, ne mutlu yalnızca Ondan isteyene ve ne mutlu yalnızca Rahman’a kulluk edene, O kimseye ne mutlu…

…ariamoneva…


About the Author
Author

ariamoneva

Comments (3)
Leave a reply

Reply to nusret Cancel reply

Name (required)

Website