Ademoğluna Üflenen Ruh

 

“İçine Üflenen Ruhu Hiçe Sayan Ademoğlu”

Çok zaman çok yerde duyduğumuz, okuduğumuz halde “Allah’ın kendi ruhundan insana üflemesi” nedir diye düşündük mü hiç! Bu kadar derin bir konu üzerinde O’nun yeryüzünde yarattığı halifeler sıfatıyla hiç aklımızı yorduk mu? Aklımızı da tanrılaştırmamalıyız, diyor bazılarımız. Bu da doğru, çok doğru bir söz bana göre de. Ancak bu sözdeki inceliği anlayabilecek idrake sahip olmak bir yana beşer, heva ve heveslerini tanrılaştırmış durumda zaten. Eğer aklını kullanma becerisini arka plana atarsa çok daha fazla şeyleri tanrı edinmeye devam edecektir. O halde (elbette ki tanrılaştırmadan) aklını kullanmalı insan. Allah’ın bizden istediği de bu olsa gerek.

Nasıl ki işleyen demir ışıldarsa, nasıl ki bıraktığın demir paslanırsa, nasıl ki kenara attığın meyve çürürse, nasıl ki yol vermediğin yağmur sel olup felakete dönüşürse, nasıl ki umursamadığın düşman gün gelir seni kendi yurdunda yabancı hale getirirse, nasıl ki ilgilenmediğin çocuk sokakta tinerciye dönüşürse, nasıl ki okumadığın kitabı okuyanlar seni ezerse, işte o kullanmadığın akıl da seni perişan eder, rezil eder, neticede helak eder.

Eğer aklımızı yormamıza gerek yoksa Allah bize “içinize ruh üfledim” diye neden söyledi? Bize açıklama yapmak zorunda mıydı “size ruhumdan üfledim” diye. Demek ki içimizdeki ruh Allah’ın vasfını taşımakta, içimizdeki adem Allah’ın vasıflarını cüzi şekilde bünyesinde bulundurmakta. Bu bulundurmadan dolayı da Allah’ın bu vasıflarını yeryüzünde hâkim kılmakla görevliyiz. En azından bence, öyle olmalı. Yoksa başımıza gelen her şeye, her fakirliğe, her zulme, her dayatmaya, her kabalığa, her aldatmaya razı olacaksak ve karşısında kıyam edip bu zulümleri yapana karşı çıkmayacaksak ha Allah’ın sıfatlarını taşımışız ha taşımamışız neye yarar! Biz Allah’ın bize emanet ettiği o cüzi sıfatları zalime dövdürmekle mi görevliyiz!

Peygamberimiz öyle mi yapmış? Başımıza gelene razı olalım, kendi kendimize hergün beşyüz ihlas okuyalım, tesbih çekelim bekleyelim, ölünce de böylece cennete varis oluruz mu demiştir! Aksine ömrü boyunca haksızlıkla hem kılıçla, hem aklıyla savaşmıştır. Ali’nin zülfikarının anlamı oturup halimize ağlayalım, sızlanalım, sadece dua edip kendimizi kurban edelim mi olmuştur! Yoksa o kılıç, dini dinden çıkaranların boynuna mı vurulmuştur! Hangi peygamber, hangi mücadelesinden vazgeçmiştir? İsa gibi öldürülmeye çalışıldığını bile bile zulme direnmiş, kılıcı yoksa sözüyle yıkmıştır karşısındaki batılı. Ama ademin çoğu maalesef bundan habersiz!

Ahlaklanmak Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır, sözünün ardında yatanı da işte Allah’ın bize verdiği bu sıfatların insanda tecelli etmesi, yani insanın o vasıflara sahip çıkması gerektiğidir diye anlamak gerekmez mi? Allah’ın zamandan münezzeh olmasını, onun için zamansızlığın hak olduğunu bildiğimize göre aslında zamansızlığın da insanın gayesi olduğu açıktır. İnsan yaratılışında zamandan münezzeh olma isteği ile yoğrulmuş durumdadır. Bu Allah’ın bize üflediği vasıflardan biridir. Bu bizim kendimizi tanrılaştırmamız değildir. Akıl da öyledir, mühendislik icat edip olmayan bir alet yapmak da, güzel ahlaklı olmak da, zulmedilene acımak da, zamansızlık da, affedici olmak da, şefkat etmek de…

Fikrimce kimse ölmek istemez, istememeli, öldükten sonra yeniden dirilmek, sonsuz bir hayata kavuşmak ister, istemeli! Hiçbir resul gönderilmemiş, hiçbir hak kitap indirilmemiş olsaydı bile bu yolla insan yeniden dirilişe yine de inanmak zorunda kalırdı. Bu his insanın içindedir. Kovulacak, kaçınılacak bir his değildir. Bu ahrete inanmanın hak oluşu, ahretin var olduğunun bir başka cihetten ispatıdır. İnsana üflenen ruh zamansız yaşamak isterken bu dünyada zamana hasredilerek yaşamak durumundadır ve bundan kurtulma peşindedir, öyle de olmalıdır. Bunu anlayabilmek için aklı özgür bırakmak gerekir, etrafına duvarlar örmek değil! Nitekim Allah’ı inkâr edenlerin bile reenkarnasyona saplanmalarının altında yatan muhtemeldir ki aynı içten güdülenmedir.

Yine fikrimce; ne dediğini bilmeden Kuran’ı hatmetmekle, dilediği gibi yiyip içip günde en az yüz defa selavat getirmekle, parazitli bir telefon bağlantısı gibi Allah’a bilmediğin dille dua etmekle, akşama kadar yatarak oruç tutmakla, Ali’m diye ağlayıp sızlamayı ibadet saymakla, Hüseyin’im kendini ümmete feda ederek bizi affettirdi demekle, Mercedes arabasına adak kurbanlar kesmekle, duvarlara karınca duaları asmakla, boynuna hemayil takmakla, karısını kızını çarşaflara sarmakla, sakalını hocaya üfletmekle yeryüzünün halifeleri olduğunu zannedenlerin dini Allah’ın dini olamaz!!! Helâya sol ayakla girmekle halife olunamaz!!!

Unutmayalım, Biz Allah’ın içine ruh üflediği varlıklarız. Onun vasıflarını burada ezdirir tavırlara giremeyiz. Böyle bir görevimiz olmasaydı bizi melek yaratırdı, biz de sadece söyleneni yapar, söylenmeyene kafa yormazdık. Şeytan da bize secde etmek zorunda kalmazdı. Sen kim olmalısın, kimi örnek almalısın ki bu yolla edindiğin vasıflarla şeytan sana secde etsin! Yoksa niye etsin? Düşün!!! Tırnaklarını sırayla kesiyorsun diye mi!!!

Kalemzade (kalemzade.net)


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (15)
Leave a reply

Reply to Gizem Cancel reply

Name (required)

Website