Çocuk Aklı İle Düşünebilsek

 

“Tövbe de!” diyerek ve yerinde titreyerek uyardı çocuğu “O o kadar ilim sahibi kıymetli bir zat, şeyh efendinin bir daha sakın elini öpmemezlik yapma!”

Küçük delikanlı başını öne eğdi, biraz düşündükten sonra saçıyla kaşının arasını iki parmağıyla hafifçe sıvazlayıp “ama neden” dedi “Sen benim büyüğümsün. Senin elini öpünce mutlu oluyorum. Çünkü sen beni seviyorsun. Ama o adam neden elini öptürüyor ki bana? Beni sevdiğini bile bilmiyorum.”

“Oğlum o bizim şeyhimiz. Çok şey biliyor. Allah ona ilim vermiş.”

Çocuk kaşını kaldırıp sorusuna devam etti “Biz de insan değil miyiz, biz de çok şey okuyup ondan daha da çok bilgi edinemez miyiz dede?”

Yaşlı adam gözlerini devirirken başındaki örme takkeyi düzeltip “Bak” dedi “Okumak iyidir oğlum, her şeyi oku öğren tabi. Büyük adam ol. Çalış, zengin ol. Ama biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım, Kuran’ı onun gibi anlamamız, onun seviyesine çıkmamız mümkün değil. Kuran Allah’ın kelamı. Herkes anlayamaz. Onlarsa Allah’ın dostlarıdır. Onlara Allah kendi katından türlü mucizeler, türlü kerametler hediye etmiştir.”

“Ama!” dedi çocuk “Allah neden ayrım yapıyor? Ben Allah’ın dostu değil miyim? Benim suçum ne? Allah beni benim onu sevdiğim kadar sevmiyor mu?”

Adam bir silkindi ve ağzındaki nefesi sinirli biçimde üflerken bir an durup cevap verdi. “Yavrum bak” dedi “Günaha sokma beni! Allah’tan hesap mı soruyorsun? Evliyalar senin gibi sorup dursalardı evliya olabilirler miydi? Düşün.”

“Düşünüyorum” dedi çocuk “O yüzden soruyorum. Evliyalar eğer soru sormadıysalar cevapları nasıl buldular da o kadar ilim sahibi oldular?”

“Allah onlara doğuştan ilim verdi, hikmet verdi yavrum. Peygamber soyundan olanı var, şeyhinden hilafeti olanı var, nice kutup’ların talebeleri var! Bu kadar türbede tekkede ne değerler var biliyor musun sen?”

“Peki!” dedi çocuk “Benim suçum peygamber soyundan gelmemek mi? Sen evliya değilsen, benim suçum ne? Ben de Allah dostu olmak istiyorum. Ama Allah senin söylediğin gibi doğuştan ayrım yapıyorsa o zaman bu haksızlık olmaz mı?”

Adam iyice sinirlenmeye başladı ve “Ya sabır!” deyip tesbihine sarıldı. “Ama biz de kendi haddimizi bilerek ilim sahibi olmak için Kuran okuyoruz bak” dedi torununa.

“Okuyoruz da dede!” dedi çocuk “Ben hiçbirşey anlamıyorum ki okuduğumuzdan! Allah neden yabancı bir dilde gönderdi ki Kuran’ı? Türkçesi yok mu bunun?”

“Arapça Cennet dili oğlum. Türkçesinden anlayamayız zaten. Türkçesinden okursan kelimelerin anlamı değişir. Yoldan çıkarız. İşte o yüzden bu âlimleri dinliyoruz ya! Onlar bize anlatıyorlar ne güzel.”

Çocuk ikna olacak gibi değildi, kafasını hala karıştıran şeylerden biri daha döküldü dudaklarından.

“Demek ki Allah dostu olmak için Arapça bilmek lazım!”

Adamın gözü parladı. “Keşke öğrenebilsek!” dedi “ama öğretmediler, dilimizi bozdular. Neyse ki Kuran’ı okuyabiliyoruz yüzünden. Hiç merak etme Allah bize onun nurunu indirir. Ben nasıl anlıyorsam sen de anlarsın. Ezberlemeye devam et.”

“Tamam dede” dedi çocuk “ezberleyeceğim ama bir sorum var! Sen anlıyorsun ya…”

“Söyle yavrum” dedi adam sevinçle. Nihayet torunu yola geliyordu!

“Ben daha küçüğüm öğreneceğim. Sen bu güne kadar o kadar tecvidli Kuran okudun, vaaz dinledin. Her gün beş vakit namaz kıldın. Biliyorsundur. Defalarca söylemişsinidir..”

“Evet!” diye devam etmesini istedi dedesi merakla.

“Günde kırk rekât namaz kıldığına ve her rekâtta altı defa söylediğine göre bilirsin. “Subhane Rabbiyel ala! ne demek dede?”

Dedesi irkildi “şeyy!” dedi sustu. Beklemiyordu böyle bir soru. Çocuksa devam etti.

“Onu hatırlayamadın galiba dedeciğim. Peki Subhane Rabbiyel aziym, ne demek?”

“Şimdi hatırlayamadım oğlum ama…” derken sözünü kesti torunu.

“İyya kenağbudu ve iyyakenestain, ne demek dede? Onu da her rekâtta okuyoruz ya!”

Cevap gelmeyince çocuk devam etti.

“Ya subhaneke duasında, ettehiyyatü’de, salli ve bariklerde,  kulhüvallahu’da, innaeğteyna’da ne diyoruz dede?”

Dedesi neye uğradığını şaşırmıştı. Ağzında bir şeyler gevelemeye çalışırken çocuk devam etti.

“Peki dede bizim vaazını dinleyip her gün büyük alim diye övdüğümüz şu sevdiğin adam bu güne kadar bunların bir tanesinin anlamını öğretmedi de, ne anlattı size!!!”

“Oğlum iyi bir Müslüman olmayı öğretti o bize.” dedi adam ama kündeye gelmiş gibiydi.

“Son olarak dede şeyi sorayım, hani ilk namaza başlarken söylüyoruz ya Allahu Ekber diye, o ne demek, onu biliyor musun?”

Adam altın bulmuşcasına sevindi “Tabi oğlum” dedi “Allah uludur, büyüktür, eşi benzeri yok demektir.”

“Bunu nereden öğrendin dede, bizim şeyhimizden mi?”

Yaşlı adam, gözleri uzaklarda bir yere takılmış gibi dondu kaldı bir an.

“Yok oğlum” dedi “ondan değil!” Bir an sustu ve mırıldanır gibi devam etti “Başka birinden!”

“O kim dede? Merak ettim, onun da tekkesi türbesi var mı?”

Adam bir an düşündü ve elindeki tesbihi koparıp atarken torununa dönüp “Onun da var” dedi “Onun bile var! Tekkeleri de var, türbesi de! Müritleri de! Onu bile şeyh edinenler var!”

Torununa sarılıp öptü adam ve yaşarmaya başlayan gözlerini kapatıp yalvardı.

“Tövbe YaRabbi! Tövbemi kabul et YaRabbi! Sen bu çocuğa iki dünyasında da saadet ver Allah’ım! Taştan su çıkarırsın. Hangi evliya, bir çocuk kadar tesir eder bir insana! Hangi velinin sözü, bir çocuğun sözü kadar saftır! Ne büyüksün sen!”

kalemzade.net


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (4)
Leave a reply

Reply to ziyaretci Cancel reply

Name (required)

Website