Dağların Yüklenmekten Kaçındığı Emanet

 

“Alın Yazısı, Alternatif Evrenler ve Kader Hakkında Bir Tefekkür”

Kader bahsinin Kuran’dan örneklendirilmeyip yanlış aktarılması ve üzerinde düşünülmekten kaçınılması nedeniyle insanlar soru işaretleriyle yaşıyorlar. Kader, Müslümanlarca en çok ihtilafa düşülen konulardan birisi olagelmiştir hep. Bu ihtilaf genel olarak iki tane birbirine muhalif tezin ortaya çıkışıyla görünür olmuştur. Birincisi Allah’ın biz insanların yapacağı her şeyi daha önceden belirlemiş ve bizim asla o yazılmış çizginin (alın yazısının) dışına çıkamayacağımız yönündedir. İkincisi ise Allah’ın biz insanların yapacağı şeyleri bilmesinin mümkün olmayacağı, eğer öyle olursa imtihanın bir manası kalmayacağı yönündedir. Kuran’a inanmayanlarsa sırf bu eksik (tam açıklanamamış) kader anlayışı nedeniyle inançsızlıklarına (kendilerine göre) haklı bir mazeret edinmişlerdir. Bense bu yazımda süregelen bu iki tezin de dışında bir kader anlayışını görüşlerinize sunmaya çalışacağım ve algıladığım bu yönüyle kaderin Kuran ayetleriyle uyum içinde olup olmadığını sizlerin de düşünce ufkuna bir açılım olarak göndereceğim. Demem o ki bu yazım küçük, özgün bir analiz, bir kişisel değerlendirmedir…

Ne demiştik? Birinci tez; hayat çizgimiz üzerinde, ne yapacağımız önceden belirlenmiş olarak sırası geleni yapıyor oluşumuzdu. İkinci tezde ise Allah’ın bizim ne yapacağımızı önceden bilmiyor oluşu söz konusuydu. Bense diyorum ki; Allah bizim ne yapacağımızı biliyor değil, ne yapacağımızı bilmiyor da değil, belirliyor da değil! Ayağa kalktıysanız oturun! Öyle değil! Açıklayacağım. Allah bizim sadece ne yapacağımızı değil, çok daha fazlasını, ne yapacağımız hususundaki bütün (belki de sonsuz) olasılıkları bile biliyor. Dağlara taşlara önerilip de yüklenilmekten çekinilen, buna rağmen insanın yüklendiği bu ağır emanet, işte bu olasılıklardan en doğrularını seçme ve Allah’ın yaratmasına vesile olma emaneti ol’an bir şeydir. Ardı ardına gelen ve kimilerince ilk bakışta birbiri ile çelişiyor zannedilen Nisa suresindeki iki ayetin sırrı da burada yatmıyor mu?

4-Nisa 78 Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar?

4-Nisa 79 Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.

 

Bir insanın hayatını, diğer insanların ve yaratılmış diğer mahlukatın hayatlarıyla iç içe geçmiş müthiş kompleks (karışık) bir labirent oyunu gibi düşünün. Doğum diye bir girişi ve ölüm diye bir çıkışı var. Ama bu ikisinin arasında tam ortadan ilerleyen dosdoğru yolu göremeyenler için milyonlarca seçeneğe sahip yollar var. Her an dosdoğru yola çıkmak kadar, her an dosdoğru yoldan dışarı çıkacak olasılık koridorları da var. Labirentin her ne safhasında olursanız olun, öyle sokaklara girersiniz ki sizi direkt olarak ölüm denen çıkışa ve zamansal sınırları olmayan sonsuz bir hayata ulaştırır. Bu kaçınılmaz bir sondur. Yüksekçe yerlerde yapılmış tahkimlerle olağanüstü korumalara alınmış bir şatoda bile olsak er geç labirentin bu çıkışına ulaşacağız. Belki dosdoğru yoldan, belki de çıkmaz bir sokağın dibindeki geri çıkılmaz kuyuya düşerek…

Eğer insanoğlu halen hayatta ise ya dosdoğru yolda olduğunu ispatlayamamış ve önünde halen yanlış seçeneklere sapma ihtimali vardır ya da eğri büğrü çıkmaz yollara sapıp sapıp geri dönüp başka yollar bulma ihtimali ile dosdoğru yola girme seçeneği vardır. Eğer insanın önünde halen sapacağı veya sapmışsa doğru yola döneceği ihtimalli yollar varsa ölümün önü kapalıdır. Yani yaşayan her insanın halen doğru ve yanlış seçenekleri mevcuttur. Eğer hangi yolda gideceği ve ölüme hangi yoldan ulaşacağı kesinleşmişse zaten ölüm hak edilmiş demektir ve o andan sonra imtihan hayatını yaşamanın bir anlamı yoktur. İnsan o belirleyici anda ölüm kapısına ulaşır. Ya dosdoğru yoldan gelip bir sevinçle çıkar, ya da geri dönelmesi imkânsız olan yanlış yollardan gelip orada seçeneksiz kalarak kuyuya düşüp, dış kapıya sürüklenerek hüsranla çıkar. Ama o dar kapıdan herkes geçer. Kimisi bu kapıya (seçeneksizliğe, seçeneği kalmamışlığa) daha çocuk denecek yaşta ulaşırken kimisi yüzü aşkın sene yaşayarak ulaşabilir. Önündeki olasılıklar tükenmeyen kişi olasılıklarını seçmeye devam eder. Her an kurtulabileceği gibi her an hüsrana da uğrayabilir. Ölümün önünde engeller vardır. Bu engeller hak yoldan bir yardım olabileceği gibi şer yönden bir dayatma da olabilir. İnsanın önü sıra ve ardı sıra giden melekler (ve melekeler) o insanı henüz hak edilmemiş olan ölümden koruyabileceği gibi o kişi bilerek ya da bilmeyerek yaptığı dualar ve yönelişler nedeniyle Allah tarafından kötü temayüllerden ve şerre çağırılışlardan da korunur. Ya da tam tersi olur. Ama bu durumda da yöneliş ve seçim insanın kendisindendir. Anlatmak istediğim şu ki seçimi insan yapar, yaratış Allah’tandır.

Onlara bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tandır” ama bir kötülük dokunsa “Bizi doğru bildiğimiz yoldan çevirmeye çalıştığın, atalarımızın dinini inkâr ettiğin, ben sadece bana vahyedilene uyarım dediğin için sendendir” derler. Fakat bu topluluklar hiçbir sözü anlamaya çalışmazlar. Kuru bir zanna tabi olurlar. İşte onlar yaratılan her şeyin tümünün Allah’tan olduğunu ama yaratılışa sebebin kendi gafil seçimleri olduğunu bir türlü anlamazlar. Oysa Allah kötülüğü yaratmak istemiyor. O kötü seçenekler oralarda bir yerlerde yaratılmamış halde dururken, sırf bu yüzden denenmekte olan insanın bu yanlış seçimi her şeyi yaratan Allah’ın ona verdiği sözden dolayı o kötülüğü de yaratmasına neden oluyor. O yüzden başımıza her ne iyilik gelirse Allah’tan, her ne kötülük gelirse bilin ki kendi nefsimizin o gafil, aceleci, heveslerine düşkün, kibirli ya da asi seçimindendir. İşte yukarıdaki o iki ayetin ve aşağıdaki ayetin sırlarından biri bence budur.

7-Araf 131 Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük de isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.

 

İşte kader. Kader bir ölçüdür. Bu kompleks labirentin ölçüsüdür bana göre. Kader “ne yaparsak ne olur, nereden gidersek nereye çıkarız”ı gösteren bir kavram haritasıdır. Her şeyi yaratan Allah hangi yoldan gidilirse çıkışa ulaşılacağını bilmektedir. Kalplerin künhünü bilen Allah’ın bizim seçimlerimizi de var olabilecek en iyi olan tahminle bilmesi şaşılacak bir şey değildir. O’nun her şeyi bilmesi kötülüğe sebep değildir. Kötülük zehirse, iyilik panzehirdir ve bu seçim kabiliyeti sebebiyle beşer cinsi insana dönüşür. İnsan yazılı olan bir yoldan yürümekte değil, yazılı olan bütün olası yollardan birinde kendi seçimiyle yürümektedir. Bu seçim hakkı onun insan olmasının vasfı, Allah’ın nasıl yaratmasına vesile olması demek olan, dağların bile yüklenmekten çekindiği emanetidir. Allah, bizim için sınırladığı o labirent platformunda “ol” emrini insanın istekleri doğrultusunda kullanmakta, kısmen de olsa ona vermektedir. İnsanın yüklendiği emanet “Allah’ın yaratışına, seçimimiz nedeniyle sebep olduğumuz” emanetidir. Allah katında uğursuzluk, bu hayat platformu üzerinde, yeryüzü üzerinde insana verilmiş olan “ol” emanetine hıyanet etmektir. “Ol” emrinin cüzi temsilini kendi heva ve hevesleri doğrultusunda mı Allah’ın istediği biçimde mi kullanacaktır insan! Emanet; işte bu sorumluluktur, bu imtihandır, bu “ol” emrine ortak oluştur. Bu gerçekten çok çok çok ağır bir emanettir!

33-Ahzab 72 Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

33-Ahzab 73 Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

 

İşte kader bir ölçüdür. Teşbihen dağların bile “ne diye huzurumu bozacağım” der gibi reddettiği bu ağır emaneti hak etmeye layık olan insanlar, bu dünyada yılandan kaçar gibi iyi olmayan ve makbul olmayan işlerden kaçındıkları gibi cennette de yanlış bir şey yapmazlar. AKIL ve KALP bütünlüğü ile seçimleri en iyisiyle yapmaya çalışırlar. Rüştlerini ispat ettikleri için bu emanetle birlikte oraya gönderilirler. İnsanın eğer hak edebilirse diğer yaratılmışlardan üstünlüğüdür bu. Yoksa diğer mahlûkattan da aşağı iner. İşte kader böyle bir ölçüdür ki mümin erkek ve kadınların bu liyakatini ortaya çıkarır.

İşte kader böyle bir ölçüdür. Ölçülmüş biçilmiş bir labirent platformunda yollarımızın tıkandığı (tövbe ihtimalinin kalmadığı) ve geri dönülemez bir hal aldığı durumda, ya da dosdoğru yoldan sapmanın artık mümkün olmadığı (sırat-ı müstakiym) durumda ışık hızında ya da ötesinde ölüm kapısına ulaşmaktayız. O andan sonra yeryüzünde sorulacak sorulara cevap vermeye, dönülebilecek yollara dönmeye bile gerek kalmaz. Artık yaşın kaç olursa olsun seçeneğin net olarak belli olmuş ve hangi yoldan çıkışa varacağın ortaya çıkmıştır. Direkt ölüm kapısına ulaşırsın.

Ama halen yaşıyorsak! O halde halen önümüzde duran seçenekler, yapacağımız işler, dönme ihtimalimiz olan doğru ya da yanlış yollar, beklenen emirler vardır. Belki de sadece kendimiz için de değil, başkalarının doğru yola girmesine vesile olacak noktalarda başkaları için de beklemekteyiz. İşte bu ölçüdür, kaderdir. Bizler çok çok çok bilinmeyenli çok büyük bir denklemin birer değişkeniyiz. Yapacağımız hatalar bile başkaları için sapılacak yeni yollar, göstereceğimiz güzel bir tavır başkaları için anayola girilecek doğru koridorlar oluşturacaktır. Belki de bu yüzden Maide suresinde “bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” denilmiştir.

5-Maide 32 İşte bundan dolayı İsrail oğullarına kitapta şunu bildirdik:Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış olur. Resullerimiz onlara açık âyetler ve deliller getirmişlerdi. Ne var ki onların çoğu bütün bunlardan sonra, hâla yeryüzünde fesat ve cinayette aşırı gitmektedirler.

 

Makbul olmayan nedenlerle bir insanı öldüren kişi o insanın önünde duran seçenekleri seçmesine mani olmuş olabilir. Henüz seçenekleri olan insan bir insan tarafından öldürülerek hem o insandaki hem de platformdaki ölçüye müdahale edilmiş, o insanın öldürülmesiyle, yaşaması durumunda yaratılışa vesile olacak doğru koridorlar tıkanmıştır. Yani “ol” emanetine ihanet edilmiştir. Dolayısıyla birçok insan, hatta insanlık bu katliamdan etkilenmiştir. Eğer o en büyük merhamet sahibi Allah’ın affediciliği, düzelticiliği, bir çekirdeğin üzerindeki tomurcuk kadar bile kimseye haksızlık etmeyeceği, verilmiş sözü ve bize sormadan iyiyi yaratmadaki ısrarı olmasaydı belki de ilk insan katlinde yeryüzünde insan defteri Allah tarafından kapatılabilirdi… Ama öyle olmadı. Demek ki yeryüzü için ve insan için hala bir umut kapısı, iyinin neden olacağı bir kelebek etkisi var. Hala kıyamete kapı açacak o yıkılış saati gelmediyse halen kâinatın varoluşu için iyiye endeksli önemli gerekçeler vardır. Halen fırsatı kaçırmamış insanoğlu vardır.

İşte kader böyle bir ölçüdür. O ölçü çerçevesinde kader bahsini daha iyi anlayabilmemiz için Allah (kimilerince birbirini neshettiği zannedilen, inançsızlarca çelişki zannedilen) birbiri peşi sıra iki ayrı ayet daha göndermiştir. Çünkü O, bütün olasılıkları bildiğini anlarız diye bunu bize ispat etmeyi istemektedir.

8-Enfal 65 Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.

8-Enfal 66 Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.

 

Sabreden 20 kişi 200 kişiyi mağlup edebilirken, 100 kişi 1000 kişiyi yenebilecekken; bu savaşa katılan ve katılmayanların seçimleri ve bu yönde oluşan zaafları nedeniyle Allah’ın yaratışı 100 kişi 200 kişinin, 1000 kişi 2000 kişinin hakkından gelebilme durumuna dönüşmüştür. Yani oran bire ondan bire ikiye değişmiştir. Bence bu ayetlerden yola çıkarak Allah’ın yaratışına neden olanın insan ve insanın seçimleri olduğunu söylemek yanlış değildir. En azından kuru kuruya, hiç birşey bilmeksizin, zanna tabi olarak, kaderimse değiştiremem diyerek kadere inanmaktan, ortada Allah’ın bir ölçüsü, mükemmel bir denklemi olduğuna inanmak ve bu yolda seçeneklerini doğruya endekslemek iyi olandır. Evet biz, bu müthiş kompleks denklemin bir parçasıyız. Aksi halde 65. Ayette Allah’ın bir şeyleri bilmediğini 66. Ayette ise farkına vardığını iddia etmiş oluruz ki bu Allah’ın her şeyi bilen oluşunun aksine bir görüş olur. O elbette her şeyi bilmekte, ancak yaratışına neden olanlara verdiği mühletteki yönelimlerinin neye yol açacağını ve başlarına gelecek kötülüklere sebebin kendileri olduğunu anlatmaktadır. O’nun her şeyi biliyor oluşu kötülüğü de yaratmış olduğu anlamında değildir. Kötülük istenirse yaratılacak biçimde olmayan varlığıyla, olmayan bir yerlerde titreşmekte, “ol” emrini ya da olmamayı beklemektedir. O’nun her şeyi biliyor oluşu; kötülüğü isteyeceğiz diye, verdiği sözden dönmesine, verdiği seçim hakkını, serbestliği geri almasına neden değildir. O elbette bizim bilmediklerimizi de bilmektedir. O bizde bir zayıflık görse de elbette ki ödülü hak edecek olan insanın başarısına emin ki halen merhamet altında nefes almaktayız.

54-Kamer 49, 53 Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık. Bizim emrimiz, bir göz çarpması gibi yalnızca ‘bir keredir’. Gerçekten Biz sizin nice benzerlerinizi imha ettik! Haydi var mı düşünen ve ibret alan? Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.

 

İşlemiş olduğumuz her şey kayıtlıdır demek sadece onlar yazılıdır (bellidir) demek değildir. Bütün olasılıklarıyla her şey, bütün yapabileceklerimiz (bütün alternatif evrenler) bütün seçeneklerimiz kayıtlıdır ve yaptıklarımız, her durumda onlardan bir tanesidir. Çıkamayacağımız olan kader platformu o korunmuş kitaptaki platformdur. Bir olasılıklar denizidir. Onların dışında bir seçeneğimiz yoktur. Çünkü olmayan alternatifler yazılmış değil ve yaratılma ihtimali söz konusu bile değildir. O boyuta ulaşmamız da söz konusu değildir. Yazılmış olanlar ise bizim tüm seçeneklerimizdir. Yazılmış her şey yaşanmaz ama yaşanmış olan her şey yazılmış durumdadır. İşte alın yazısı zannedilen kader gerçeği olsa olsa budur. İşte alternatif evrenler zannedilen şey de sanırım budur. İşte kader böyle bir ölçüdür. “Allah mademki her şeyi biliyor, neden…” diye başlayan arayışlarımıza atfolunur!

Her şeye rağmen en doğrusunu Allah bilir. Cümlelerimde şu şöyledir bu böyledir diye düşüncelerimi ifade ettim diye (başta belirttiğim gibi) bunun bir tefekkür yazısı olduğunun unutulmamasını istiyorum. Kendimi ve okuyanları okumaya ve düşünmeye sevk etmekten başka bir hedefim yoktur. Yeni bir ihtilaf kapısı açmayalım. Her şeyin en doğrusunu elbette Allah bilir.

 

kalemzade.net


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (6)
Leave a reply

Reply to Kalemzade Kamil Cancel reply

Name (required)

Website