“Müteşabih” Kavramı Çerçevesinde Hz. Süleyman Kıssası…

Kur’an kıssalarını birer hikaye şeklinde değilde, geçmişte yaşanmış bir olaydan mü’minler için bir ibret ve öğüt  alınması gereken ayetler olarak anlaşıldığı takdirde bizlere çok şeyler anlattığı görülecektir. Kur’an kıssaları hayatın içinden pratik olarak yaşanmış gerçekler olduğu için bizlere çok yönlü bir anlayış sergilemesi açısındanda çok değerli vesikalardır. Bu yazımızda Süleyman as kıssasının, çok yönlü anlatımlarından bir örnek vererek kıssa yollu anlatımların Kur’an içindeki yerinin ne kadar önemli ve akılda kalması açısından ne kadar kolay bir yol olduğunun bir mülahazasını yapmak istiyoruz.

“Süleyman as kıssası” isimli yazımızda kıssanın, sebe, sad ve neml surelerinde geçen ayetleri çerçevesinde kıssanın mesajı hakkındaki düşüncelerimizi yazmaya çalışmış ve kıssanın ana mesajının varlık ile imtihan edilenlerin verilen bu varlığa karşı ne şekilde bir tavır takınması gerektiği, kendini veya başkalarını “büyük” zannedenlerin üzerinde en büyük olan Allah cc`nin olduğunu unutmamalarının gerektiği konusunda yoğunlaştığını görmüştük. Kıssa yollu anlatımların çok geniş bir anlatım çerçevesinin olduğunu tekrar hatırlayacak olursak Süleyman as`ın kıssasından da bizlere “müteşabih” (benzetme yollu) bir anlatım tarzı olarak Allah cc`nin kendisini bizlere bu kıssanın baş aktörü olan Süleyman as üzerinden anlattığında görebiliriz.

“Müteşabih” kavramı, Kur’an`ın anlaşılmaz ayetleri olduğu ve bu ayetlere “müteşebih ayetler” dendiği genel geçer düşüncenin aksine kelime anlamına uygun olarak anlaşılması gereken bir kavramdır. Bilindiği üzere Allah cc kitabında bizlere “gayb alemi” hakkında bilgiler vermektedir ve bu gayb alemi bizim gözümüzle gördüğümüz bir alan değildir ve bu alem hakkındaki bilgileri Rabbimiz bizlere gözümüz ile görüp şahid olduğumuz alan dahilindeki bilgilerimize benzeterek anlatmasına “müteşabih” anlatım diyoruz. “Müteşabih” anlatımın sınırlarına Rabbimizin kendisini bizlere anlatması da dahildir. Allah cc de bizler için bir gayb mesabesinde olduğu için kullarına kendisini dünya hayatı içindeki sahip olduğumuz bilgilerden olan “bir kişinin hükümdar olması” konusundaki bilgilerimiz etrafında bizlere kendisini tanıtmaktadır.

“Rahman arşa istiva etmiştir”, “onun kürsisi gökleri ve yeri kaplamaktadır”, “büyük arşın rabbidir”, “esmaül hüsnasından olan el melik, el aziz, el cebbar gibi” , “arşını sekiz meleğin taşıması” ayetler bizlere “müteşabih” bir anlatım yolu ile Rabbimizin bizlere kendisini bizlere bir hükümdara benzeterek anlatmasının örnekleridir. Tabiki bu müteşabih anlatımı anlamamız için şura suresi 11. deki “onun bir benzeri yoktur” ayetini hiç bir zaman gözden kaçırmamamız gerekmektedir çünkü islam tarihindeki “mücessime”, “müşebbihe” “haşeviyye” gibi fırkalar bu mütşabih anlatımın sınırlarını geçerek Allah cc hakkında çok yanlış fikirler üretmişlerdir. Müteşabih (benzetme yollu) anlatımın örneklerinden bir olduğunu düşündüğümüz Süleyman as kıssasındaki bu anlatımın ne şekilde olduğunu görmeye çalışalım. Müteşahih yollu anlatımı Süleyman as kıssası içinde neml suresinde anlatılan “sebe melikesi” ile bölümde geçen olaylar ile ilişkilendirerek görelim.

Gerçek melik olan Allah cc (23.116) kulu süleyman as a yeryüzünde mülk vererek, süleyman as ın şahsında bir meliğin tebası üzerindeki tasarrufundan örnekleri bizlere canlı olarak sunmaktadır. Sebe ülkesinde de bir melike vardır ve bu melike, mülkünün sembolu olarak bir tahta sahiptir. Neml 23. ayetinden anladığımıza göre bu hükümdara bolca mülk verilmesine rağmen bu mülkü verene değil güneşe secde etmektedirler. Verilen mülke karşı yerine getirilmesi gereken vazifenin Allah`a secde edilmesi konusunun vurgulandığını ve bu secdenin süleyman as tarafından yerine getirildiğini görmemize rağmen melikeyi secde etmekten alıkoyan şeyin 24. ayette şeytan olduğu bildirilmektedir. Melikeye verilen bu nimete karşılık onun Allah secde etmeyip güneşe secde etmesini sadece kıssa içinde geçen bir mesele olarak görmek bizi kıssayı eksik anlamaya götürecektir. Kıssada anlatılan melikeyi prototip bir şahsiyet olarak görüp, Allahın kendisine nimetler verdiği ancak verilen bu nimetin şükrünü ifa etmeyip Allah`tan başkalarına secde edenlerin bir temsilcisi olarak görmek gerekmektedir, yani süleyman kıssası içindeki sebe ülkesinin melikesi olan kişi dünyada Allah`ın kendisine nimet verdiği ancak bu nimete nankörlük eden herhangi bir kişinin sembol şahsiyetidir. Sembol şahsiyet olması kıssanın yaşanmamış bir kıssa olmadığı iddiası değildir. Kur’an kıssalarını doğru anlamanın yöntemi herhangi bir kıssada anlatılan şahsın kimliği üzerinde dönüp dolaşmak değil o şahıs üzerinden anlatılan meseleyi kavramaktır.

Süleyman as elçisine bir mektup verir ve elçisine o mektubu oraya bırakmasını ve ne gibi bir tepki vereceklerine bakmasını ister (neml s.28). Bu olaydaki “elçi” olarak bahsettiğimiz kişi adı “hüd hüd” olan bir kuştur, ancak geleneksel ve çağdaş yorumlarda bu kuşun kimliği üzerinde durularak onun vazifesi konusunda bir düşünce serd edilmediğini maalesef görmekteyiz. Modernist yaklaşımların “hüdhüd” adlı kuşun getirdiği  mesaj ile ilgilenmeyip onun kimliği üzerinde takılmaları bizlere Kur’anda, resullerin kavimleri ile olan tevhid mücadelelerindeki gelen resulun mesajını red  için önce o resulun kimliği üzerinde olan itirazlarını hatırlatmaktadır. Gelen elçinin bir beşer olduğu, neden melek gönderilmediği gibi itirazları hatırlayacak olursak, süleyman as ın kıssasındaki “hüdhüd” adlı kuşun resul olarak gönderilmesi ve o kuşun süleymanın mektubunu bıraktığı zaman o mektubun muhataplarının  o kuşun kimliği üzerinde hiç bir yorumda bulunmadıklarını görmekteyiz. Melike ve onun mele takımı “yahu bu mektup nerden geldi?” veya ” bu mektubu nasıl olurda bir kuş getirir” veya ” bu mektup bize nasıl ulaştı ?” gibi teferruatla ilgilenmemiş direk olarak gelen mektup üzerinde yoğunlaşmışlardır. “Hüdhüd” adlı kuşun vasıtası ile bir mektup gönderilmesinin bizler için ibret alınması gereken yönü ise gelen bir resulun kimliğinin öne çıkarılması değil gelen vahyin öne çıkarılmasıdır. Ancak bugün müslümanlar üzerinde hakim olan düşünce bunun tersi yönünde tezahür etmiş ve muhammed sav in getirdiği kitap maalesef ikinci plana atılmış insanüstü bir peygamber portresi çizilerek diğer peygamberlerle yarıştırma durumuna sokulmuştur.

 

Modernist yaklaşımlar kuşun nasıl olurda konuşabileceği konusu etrafında dönüp dolaşarak hüdhüd’ün işlevi ile resullerin işlevleri arasında bir müteşabihlik yani benzeterek anlatma olabileceği noktasını kaçırmışlardır. 28. ayetteki ” şu yazımı veya mektubumu” götür mealindeki ayetin metni ” izheb bi kitabii” şeklindedir. Süleyman as ın melikeye gönderdiği yazı (kitab) ile Allahın kullarına gönderdiği yazı ( kitab) içerik olarak birbirinin aynıdır. Allahın gönderdiği resullerin getirdikleri vahyin muhataplarına karşı herhangi bir zorlamada bulunmadıkları, o resullerin kimse üzerinde vekil olmadıkları,yalanlamalara karşı sabırlı olmaları,görevlerinin sadece gelen vahyi tebliğ ile sınırlı olduğu meselesi ile hüdhüdün, “kitabı”tebliğ ile resullerin, “kitabı” tebliğleri arasında bir benzerlik burada gözümüze çarpmaktadır. Süleyman as “kitabını” götüren elçiye karşı takınılacak tavra göre hareket edecektir. Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüz zaman, Allah cc gönderdiği elçilerine karşı inkarcı tavır takınan kavimleri helak ettiğini biliyoruz,neml s.37. ayeti bize bu konuyu yine “müteşabih” yani benzeterek anlatım yolu ile anlatmaktadır ,yani rabbimiz süleyman as ın şahsında kendisine iman etmeyen kavimleri ne şekilde cezalandırdığını bizlere bildirmektedir.

 

Gönderilen elçinin getirdiği “kitabın” sebe hükümdarının “melesi” ( akıldaneleri) nezdindeki tepkileri dikkat çekicidir. Burada “mele “kavramı ve bu kavramın kur’an bütünlüğündeki işlevine kısaca bir göz atmamız gerekmektedir. “Mele” kavramı günümüzde sıkça kullanılan “kanaaat önderleri” tabiri ile aynı anlamdadır. Gönderilen resullere ilk karşı çıkanlar onlar olmuşlardır  (23.24),(7-60,66,75,88,109,127) firavunun dahi “mele”sinden akıl aldığını görmekteyiz ve bu “mele” takımına uyanların sonlarının helak olduğuda malumdur. Sebe melikeside neml s. 32 . ayetinde gördüğümüz üzere “mele”sine danışmadan hiçbir karar vermediğini söyler ve mele takımının kur’andaki inkarcı vasıflarına sebe melikesinin meleside sahiptir (neml s.33). Kur’an bütünlüğünde gördüğümüz üzere “mele” takımının o resulü gönderen Allaha karşı açtıkları harb gibi melikenin “melesi” de melike istediği takdirde”kitabı” gönderen süleyman as  ile savaşabileceklerini ifade ederler. Burada mutad olanın aksi bir durum ortaya çıkmaktadır neml s. 34. ayetinde gördüğümüz üzere melike “hükümdarların girdikleri yerleri fesada verdikleri ve halkından şeref sahibi olanları zillet içinde bırakacakları” gerekçesi ile savaşı kabul etmez.Burada melikenin ağzından ” Allaha ve elçisine savaş açanların ” düşecekleri durum hatırlatılmaktadır ve bu şekilde Allaha ve elçisine savaş açan diğer kavimlerin akıbeti bizlere müşahhaslaştırılarak sonlarının ne olduğu hatırlatılmaktadır.

 

35. ayette melike elçileri vasıtası ile süleyman as a bir takım hediyeler göndermek sureti ile onun bu hediyelere karşı olan tutumuna göre hareket etmek istemektedir. 35-36 ve 37 .ayetler bizler için ibret alınması gereken ayetlerdir, bilindiği gibi süleyman as elçisi vasıtası ile sebe melikesine bir “kitap” göndererek (neml .s31)” kendisine kayıtsız şartsız  teslim olmaları” şartı ile gelmelerini emretmektedir. Ancak melikenin gönderdiği bir takım hediyeler ile bu emri yumuşatma yolunda bir çabaya girdiğini görmekteyiz. Bu olay, bizlerinde Allahın emir ve yasaklarına karşı yumuşatma ve delme çalışmaları içinde olduğumuz bazı konular ile bağlantı kurularak anlaşılma durumundadır. Allah cc “kitabında ” kendisine ” kayıtsız şartsız teslim olmamızı” emretmesine rağmen herhangi bir emir ve yasak konusunda ” acaba bundan bir çıkış yolu bulunabilir mi?” şeklindeki “hulleci” zihniyet her zaman bir kaçış planları yapma peşinde olmuştur. Ancak bu kaçış planlarının hiçbiri Allah cc nezdinde kabul görmez. Bizler hucurat s.17. ayeti örneğinde gördüğümüz üzere iman etmemiz hasebi ile kimseyi” bize minnettar olsunlar” diye bir hava içine girmek durumunda olmamamız gerektiği, aksine iman nimetini bize bahşettiği için rabbimize şükür etme durumunda olmamız gerektiği hususunu hiç bir zaman göz ardı etmeden “müslüman ” yani “kayıtsız şartsız teslim olanlardan” olmamız gerektiğini hatırdan hiç çıkarmamamız gerekmektedir.

 

41. ayette melikenin “arşının ” tanınmaz bir hale getirilerek “hidayete erenlerden mi” yoksa ” hidayete ermeyenlerden mi” olup olmayacağı şeklinde bir kontrol yapılmaktadır.Bilindiği gibi melikenin arşı(tahtı) çok kısa bir zamanda süleyman as ın huzuruna getirilmiştir. Bir hükümdarın hakimiyetinin sembolu olan tahtını tanıyan melike , bu hakimiyetini kendisinden alma gücüne sahip olan bir başka hükümdarın gücüne “kayıtsız şartsız teslim olmuştur”. Bu ayettede bizler için çıkarılması gereken bir ibret vesikası bulunmaktadır. Melikenin tahtının tanınmaz hale getirilip onun bir yanıltma içine sokulup ” benim tahtımın benden önce buraya gelmesi imkansız böyle bir gücü hayal bile edemiyorum” şeklinde bir itiraza girmeyip tanınmaz hale getirilen tahtın kendi tahtı olabileceği ihtimalini göz ardı etmemiştir. Bu olayda bizlere gösteriyorki “hiç bir kul kendi gücünün üzerinde bir güç olan Allah cc nin gücünü hatırından çıkarmamalıdır”. Melike bu imtihanı başarı ile geçip süleyman as ın köşküne girmeye hak kazanmıştır.

 

43. ayetteki ” Allahtan başka tapmakta oldukları şeyler onu alıkoymuştu” ifadesinden yine bizler için bir tebiğ metodu çıkarılması gerekir. Melikenin şahsında “Allahtan başka taptığı ilahları olanlara” mü’minlerin sadece Allaha davet ederek onları bu sahte ilahların tasallutundan kurtulmaları yolunda yapacak oldukları tebliğde süleyman as gibi tavizsiz olmaları küfür içindeki bir toplumda yetişen bir ferdin kuvvetli bir ihtimalle içinde bulunduğu toplumun dinine uyacağı ve hiç kimseye tebliğ ulaştırmadan onu küfürle suçlayamayacağımız konusu hatırdan çıkarılmamalıdır.

 

44. ayet ise ahiret hayatının canlı bir gösterisidir. Melike süleyman as ın elçisi ile göndermiş olduğu “kitaba” (mektuba) iman ederek süleyman as ın sarayına girmeye hak kazanmıştır, eğer süleymanın “kitabına”(mektubuna) iman etmeyecek olsaydı süleyman as ın orduları tarafından helak edilmek olacaktı. Aynı şekilde mü’minlerde Allah cc nin elçileri vasıtası ile gönderdiği ” kitabına” iman eden mü’minleri cennet saraylarında ağırlayacaktır, eğer elçileri ile gönderilen kitaba iman etmeyen olursa onun sonuda helak olacaktır. Burada kalem s. 42 de mealen “O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler.”ayetinin arapça metnindeki “yukşefu an saqin”deyimi ile neml s. 44. ayetindeki” ve keşefet an saqihe” (eteğini çekti) deyimlerinin üzerinde biraz durmak istiyoruz. Kalem s.42. ayetindeki deyimin geçtiği yer ile neml s. 44. ayetindeki deyimin geçtiği yeri müteşabih bir anlatım yani benzetmeli olarak anlayacak olursak bizlere kalem suresi 42. ayetindeki gerçek ahiret aleminde kişinin dünyada iken secdeye davet edildiği zaman bu davete icabet etmediği için ahirettede buna güç yetiremeyeceği ifade edilir. Melikenin şahsında tüm mü’minlere rabbimiz dünyada iken secdeye davet edilipte bu davete icabet eden mü’minlere vaad ettiği cennetlerin teşbihi (benzetmesi) melikenin süleyman as ın sarayına girerken yaşadığı olay ile özdeşleştirilerek anlatılmaktadır .

Melike tabiri caizse gözlerine inanamaktadır rabbimizinde mü’minlere vaad ettiği cennetlerde bu şekildedir. Süleyman as ın sarayı için 44. ayette vasfedilen “qavarira” (şeffaf) kelimesi insan s. 15-16. ayetlerde cennette mü’minlere verilen ikramlardan bahsedilirken de geçer .Bilindiği üzere yiyecek ve içecek insaoğlu için vazgeçilmez unsurlardır cennet ve cehennnemden de bahsedilirken bu unsurlar yine ortaya çıkarılır. Cennet ehlinin yiyecek ve içecekleri aklın almadığı güzellikte olmasına karşın (yine süleyman as ın sarayı vasfedilirken”  su” olgusu yine karşımızdadır) cehennem ehlinin yiyecek ve içecekleride aklın almayacağı derecede çirkindir.

Sonuç olarak,kıssa yollu anlatım tarzının birden fazla yönden anlaşılabilmesi mümkün olduğu için “süleyman as kıssası” içinde anlatılan “sebe” melikesi olan ilgili kısımda müteşabih (benzetme) yollu anlatımlardan yola çıkarak, rabbimizinde bizlere kendisini tanıtırken “hükümdar” teşbihi yaparak anlattığı, bu teşbihin bizlere süleyman as kıssası içindeki sebe melikesi ile ilgili olan kısımda biraz daha öne çıktığını ve süleyman as ın şahsında melikeye, elçisi vasıtası ile göndermiş olduğu “kitaba” (mektuba) iman eden melikenin şahsında o elçi ile gelen “kitaba” (mektuba) iman eden bir kimsenin akıbeti bizlere canlı olarak anlatılmaktadır. Kıssa yollu anlatım akılda kalması en kolay olan bir anlatım tarzı olduğu, ve cennet ve cehennem ahvali gaybi bir konu olup gözümüz ile gördüğümüz bir alan olmadığı ,sadece öldüğümüz zaman göreceğimiz yerler olması hasebi ile rabbimizin sonsuz rahmetinin bir tezahürü olarak görebileceğimiz cennetin ve cehennemin bizlere “kıssa içinde kıssa” diyebileceğimiz bir şekilde canlandırılarak anlatılması karşısında bizlere düşen SECDEYE DAVET EDİLECEĞİ GÜN GELİP ONA GÜÇ YETİREMEYENLERDEN OLMAMAMIZ İÇİN DÜNYADA İKEN ONUN GÖNDERDİĞİ KİTABA İMAN EDİP CENNET SARAYLARINDA AĞIRLANMAMAZI SAĞLAMAKTIR.

EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR .

 


About the Author
Author

ismailhakki

Comments (3)
Leave a reply

Reply to cortextm Cancel reply

Name (required)

Website