Uyuyarak İnananlar

“Yolkesen Kimin Yolunu Keser?”

Bugün öncelikle biraz (iki paragraf kadar) kafa ütüleyeyim :) Sonra konuya geçeriz.

Uyanmak ve idrak etmeye çalışmak gerek! İdrak öyle bir şey ki senin gözünde dostlarını dost olarak tutarken, varsa düşmanlarını bile eskisi kadar düşman saymaz. Hatta onların kimilerini de dost haline getirir. Bir de bakarsın ki mutabakat kendiliğinden sağlanmış. En azından mutabakat uyananın zihninde sağlanmıştır. Kimi eski dostlar uzaklaşsa da ya da kimi kendini karşıt fikirli zannedenler anlamasa da bu böyledir. Uyananın zihninde ne eskisi gibi mesafeler uzaktır artık, ne de kaybettiğinle uzaklaşmaktasındır. Mutabakat bakana göreymiş meğer dersin. Anlaşılmak zorunda bile değilsindir. Anlaşılamamanın nedenini bile sen zaten anlamışsındır. Anlatmak ve daha ötesini anlamak seni aşıyor da olabilir. Belki de anlatmak görevin bile değildir!…

İdrakın artarken ne kadar küçük ve beceriksiz olduğunu da idrak edersin. Senin onu/onları artık çok daha net anlamaya başladığını o/onlar anlamamış bile olsalar senin sahne perden, ekranı görebileceğin kadar yanlara açılmış, büyük beyaz perde görünmüştür. Senden uzaklaşanın ise neden uzaklaştığını belki de ondan daha iyi anlıyor ve aslında ona hak bile veriyorsundur. Niye böyledir? Çünkü ne kadar idrakımız artıyorsa kendimiz kendi gözümüzde o oranda küçülmekteyiz.  Eğer küçülme yerine tersine büyüdüğümüzü zannediyorsak o uyanışta sorun vardır. Büyürsek ekran küçülür, sonunda görünmez olur. Biz büyürsek artık küçük saydıklarımızı göremeyiz ve göremediklerimizi yok sayarız! Bilmem ne kadar anlatabilemediğimi anlatabilebildim mi? :) Kimse anlamadıysa da en azından ben anladım. :)

Gelelim asıl konuya. İşte birileri gerçekten uyandığında insanları daha iyi anlamaya başlıyorlar. Ama her zaman bu iş böyle olmuyor. Bu uyanış kimilerini yukarıda söylediğim gibi tevazuya, birleştirmeye ve salt ilme götürürken kimilerini ise sahte tevazuya, büyüklük taslamaya, kibre ve hatta kendini tanrılaştırmaya (tanrılaştırılmaya) götürüyor. İşte bu anlattığım bir doğum sancısı. Kimin? İşte dünyanın kaymağını yiyenlerin ya da öyle olmadığı halde hazretleştirilen bazı zatların doğumu genelde böyle oluyor. Musa’yla beraber tüm mucizeleri görmüş, deniz yarılıp içinden geçmişken dönüp tüm bunlara rağmen buzağıyı (altını, mücevheri, malı, mülkü, metayı, iktidarı) tanrı edinen kimi insanlar yok muydu? İşte kimileri diğer insanları tanımaya ve iyi anlamaya başlayınca o insanların güçlü ve zayıf yanlarını (ideolojilerini, mezheplerini, meşreplerini, heveslerini, kaygılarını, saflıklarını, temizliklerini, korkularını) da çözmeye ve bundan faydalanmayı düşünmeye başlıyorlar, ardından onlar da buzağıya tapsınlar da kendisine faydaları olsun istiyorlar.

Tarihsel döngü hep aynı. Hatta bazıları gerçekten bu kötülüğü diğer insanların iyiliği için yaptığını zannediyor. Diğer insanları çözenler onları kandırarak rantlarını arttırmayı bile onlar için yaptıklarını vazediyor. İşin daha kötü tarafı buzağı heykelindeki delik, rüzgarın tesiriyle düdük olduğunda tanrısalın o olduğuna kendileri de inanmaya başlıyorlar. O andan sonra kötünün (şeytanın) bu insanlarla hemen hemen işi kalmıyor. Artık kötülük (Firavun)  sömürülenleri bu yolda tutmak için çaba sarf ediyor. Doğru yola sapanın sapmaması için gidip doğru yolun önüne ekibiyle (vezir, Haman, dalkavuklar) oturuyor ve geleni de kötülüğe (Firavuna, buzağıya) yönlendiriyor. Çünkü sömürenin değil, sömürülenin doğru yola sapmaması önemli onun için. Sömüren zaten doğru yoldan çok uzakta. Bilse de bilmese de!

Bundan sonra neler olur? Sömüren için sömürmeye devam etmesi önemlidir artık. Toplumsal değerlerin önemi onun için kalmamıştır. Çünkü artık o, toplumun üzerindedir. Her ne kadar toplumdan gelse de toplumsal sorunları yoktur artık. Toplumsal sorunlar basit şeylerdir onun için. Hatta o sorunları daha önce kısmen ya da aynen yaşamıştır ve dolayısıyla her şeyin en iyisini o düşünmektedir! Böylece o toplumun tanrısı olma hakkını elde etmiştir! Ondan izinsiz yapılacak iş, görülecek dava, güdülecek koyun kalmamıştır. Kibir, sahte tevazu, toplumu kendi yolunda tutma çabası en önemli şeydir onun için. Çünkü toplum doğru yolda olduğuna emin olduğundan düşünme ihtiyacı duymamaktadır. Onların iyiliğine bile olsa onların adına kendisi düşünmekte, onların ne düşüneceğine ve konuşacağına kararı vermekte, lüzumlu icraatları yapabilmekte ve kendine münafıkları tarafından da övüldükçe övülmektedir. O ne verirse köleleri ona teşekkür ederek minnettar olmak (secde etmek) zorundadır. Çünkü köleler sahiplerinin idealarını kolayca benimsemekte ve onu sevmektedir. Ona saygı duyma zorunluluğu hissetmektedirler. Tanrılarını çiftlemişlerdir artık. Yoldan çıkacak olan olursa bile sahipleri yolu kesecek tedbirleri çoktan almıştır ve bu tedbirlere köleler sahipten bile çok sarılmaktadır.

Gerçek İlah’sa toplumu bilir, birey birey, yürek yürek bilir. En üsttedir ama en alttakini de, sapmayanı da, sapanı da unutmaz. Aklını kullananın yolunu açar, kullanmayanı şeriklerinin pisliğinde bırakır, kimsenin yolunu kesmez.

10-Yunus 100: Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.

 

Sahte tanrılar ve şeytan ise yanlış yolda gidenin yoluna çıkmaz, doğru yoldan gitmek isteyenin önüne çıkar.  Eğer şeytanı gözetliyorsak başkalarının yolunda değil, her zaman doğru bildiğimiz yolda yolkesen olarak tam karşımızda aramalı değil miyiz?

7-Araf-16: İblis: ”Öyle ise” dedi, “beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”

 

Çoğu insan kendi yol güvenliğini kontrol etmek yerine çok basit ve genellikle şekilsel şeyler ileri sürerek kendi yolunun doğru olduğunu başkalarına ispat etme peşinde koşturuyor. Ama bunlar ilahi amacın yanında çok sönük ve zayıf kalıyor. Tepkiyi ve herkesin asabiyetini artırmaktan fazla işe yaramıyor. Hatırlarsınız bir dönem modaydı “Niye Tanrım diyorsunuz da Allah demiyorsunuz?” diye başkalarını, birilerini eleştirenler, bu şekilde kısır bir çekişmeye girip didişenler vardı. Oysa bir insan ister “Tanrım” desin, ister “Rabbim”, ister “Allah”, ister “Rahman” mesele yöneldiği tek ve eşsiz yaratıcı ise sorun neredeydi? Allah demekle “The God” demenin arasında lisan farkından başka bir şey mi var? Tanrı ilah demek değil mi? İlah Tanrı demek değil mi? “El-İlah” kelimesi de diğerleri gibi insani kelimeler olarak kaynaşarak “Allah” kelimesi oluşmuş değil mi? El İlah, The God değil mi? Mesele O’nun sıfatları değil mi, bunların dışında apayrı ve daha derin idrak gerektiren konular yok mu? Niçin herkes gereksizde, cehalette ve derede boğulmada bu kadar meraklı?

17-İsra-110: De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur.”…

 

Çünkü dindar olduğunu zannedenlerin bile çoğu dinlerinden de Allah’tan da, onun vasıflarından da bihaberce inanıyorlar. Birileri bizi her dönem basit çekişmelerin içine sokup sokup çıkarıyor, buna rağmen uyanamıyoruz. Tanrı mı Allah mı tartışması, başörtü türban tartışması, üç vakit beş vakit tartışması, dolgulu dişle abdest tartışması, orucu ne bozar tartışmaları, mehdi deccal tartışması, vs.vs. Birileri ne istiyorsa biz onu tartışıyoruz. Öyle değil mi? Var mı itiraz eden? Var mı başkasını değil kendisini sorgulayan? Var mı okuyup da ayetlerin ne anlama geldiğini derin derin düşünebilen?

16-Nahl-44: Açık delillerle, kitaplarla gönderdik. Sana da bu zikiri / Kur’an’ı vahyettik ki, kendilerine indirileni insanlara açık seçik bildiresin de derin derin düşünebilsinler.

 

Hadi bilmiyoruz da niye insan gibi öğrenmiyor da içgüdüsel olarak başkaları sandıklarımızdan, başkalaştırdıklarımızdan dinimizi korumaya kalkıyoruz. Niye din ya da Allah üstelik? Korunması gereken kendimiz değil miyiz? Biz ne haldeyiz, niye kendimize hiç iğne batırmıyor da başkalarına çuvaldızla, şişle saldırıyoruz?… Hangi yolun önünde kim yolumuzu kesmiş oturuyor, ilgilenmiyoruz!

Çünkü gittiğimiz yolun en doğrusu olduğuna o kadar eminiz ki!… Arada bir pencereden bakmak aklımıza bile gelmiyor! Hatta bırakın pencereyi Allah bilir yolkesenler yolda bile değil direksiyonlardadır da uyuduğumuz için bizim haberimiz bile yoktur!…

Birisi çıkıp peygamberimiz şunu söyledi dese ya da üç beş satır yazıp altına Hz.Muhammed yazsa hemen inanıyoruz. Aynen uydurup uydurup Mevlana, Yunus Emre, Atatürk vs yazdıkları gibi peygamberimize de yazıyorlar. İlk defa da yazmıyorlar. En az 1300 yıldır yazıyorlar. Hatta Hz.Musa için de daha öncekiler için de bu böyle. Ayıklamadan ya da ayıklandığını zannederek insanların uydurma sözlerine peygamberin sözü diye inanıyoruz! Bakın sadece Kuran’da değil, Tevrat’ta, İncil’de bile yazıyor bu uyarılar. Bir hadisin gerçekten peygamber sözü olup olmadığını anlamak için Kuran aynasına tutmaktan başka çaremiz yok. Eğer onu da sadece bilmediğimiz bir dilde okuyorsak hiçbir çıkar yolumuz kalmıyor. Birileri bilir diye havala edip onlar sahih dedi diye inanıyorsak inandığımız sadece zandan ibaret kalmaz mı? Hani tahkik? Takip ettiklerimizi iyi etüt etmemiz gerekmez mi?

39-Zümer-27: Andolsun, biz bu Kur’an’da, belki öğüt alıp düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik.

 

Unutmayalım; şeytan imanın tüm şartlarına hepimizden çok haiz ve dinin bütün gereklerinin hak olduğuna hepimizden çok vakıftır ama buna rağmen doğru yolda değildir!!! Biz inandıklarımıza sadece bize anlatılan kadar, duyduğumuz insan sözleriyle, tahkik etmeden, hatta dinimizin kitabını bile okumadan inanıyorsak hangimiz daha az kabahatli oluruz? Bizi yolumuzdan çeviren şeytan mı, şeytandan bile daha aşağıya düşenler mi? Bir gün karşımıza cismen dikilip bize inancımızla ilgili bir soru sorduğunu varsayın. Bizden çok daha bilgili olan şeytanı nasıl ikna edip de yolumuza devam edebileceğiz? Hadi kaale almayıp devam edebildik diyelim aynı soruyu günü gelip Allah sorduğunda ne yapacağız? Hiçbir delile dayanmayan sözlere güvenerek Allah’a inanan ve Allah yolunda zannıyla (öyle olsa da) Kuran’a tercih eder gibi birilerinin peşine dinen, siyaseten, ilmen veya dünyevi heveslerle takılıp giden insan ne kadar makbuldür acaba? Uyuyarak inanmayalım. Uyanalım. İnanmak demek, iman etmek demek her önüne gelene inanmak demek değildir.

31-Lokman-6: Öyle insanlar da vardır ki hiçbir delile dayanmaksızın, halkı Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için asılsız sözler ve hikâyelerle meşgul olurlar. İşte onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.

 

Ve işte İncillere bile çokça konu olmuş! Neden acaba?

Matta 15 (7-8-9) “Ey ikiyüzlüler! Yeşeya’nın sizinle ilgili şu peygamberlik sözü ne kadar yerindedir: Bu halk dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzak. Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri sadece insan buyruklarıdır.”

Lütfen Oku’yun! Oku’yalım…

kalemzade.net


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (2)
Leave a reply

Reply to Gökhan Cancel reply

Name (required)

Website