AKIL, HAYAT VE DİN ÜZERİNE – 1

Özellikle 18. yüzyıl Avrupa Hıristiyan dünyasını etkileyen ‘Aydınlanma’ kavramı Immanuel Kant’a göre “insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin-olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır”. Buna göre kısaca Aydınlanma, aklın egemenliğinin onaylanması, insanın kendi aklından başka bir yol göstericisinin olmadığının öne sürülmesidir, denilebilir. Bu yönüyle aydınlanma felsefesi, özelde Hıristiyan dinine ve vahye karşı bir tavır almıştır. Her ne kadar bu eleştirileri İslam dini için kabullenmek mümkün değilse de zira Kur’an insanları her zaman evreni, yeri-göğü ve mevcudatı incelemeye, araştırmaya ve insanı aklını kullanmaya sevk eder– yine de İslam dini de haksız bir şekilde bu tür eleştirilere maruz kalmaktan kurtulamamıştır.

Yukarıda da belirttiğim gibi aydınlanma felsefesinin temelini “aklı işler kılma ve yüceltme” oluşturur.  Aydınlanma felsefesi düşünürleri, evrenin sadece akıl aracılığıyla kavranabileceğini, bu yolla insanoğlunun bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğaulaşabileceğini savunmuşlardır.

Evet, ama gerçekten salt akıl evrenin tüm gizemini çözmeye yetebilir mi? Ya da bir başka soru: “Evrende çözülmesi gereken bir gizem var mı yoksa her şey sadece görünen basit maddelerden ibaret mi?” ya da “Aklın ışığı tüm evreni her yönüyle aydınlatmaya yeter mi?” “Salt akıl insanları gerçekten mutluluğa götürebilir mi?”…Şüphesiz bu sorular çoğaltılabilir…

Şimdi bu sorular çerçevesinde insan ve hayatın anlamını irdeleyelim.

Salt Aklın ve Bilimin ışığında insan

Metafiziği ve madde ötesini red eden son dönem materyalist felsefe anlayışına göre evren yaratılmamış, kendiliğinden ezeli olarak var olagelmiştir. Elbette ki bu sorunlu kabule göre evrenin ve evrende bir şekilde kendiliğinden oluşan yaşamın herhangi bir amacı yoktur. Canlının tek amacı yaşadığı kısa süre içindeki canlılığını, yaşamını en iyi şekilde sürdürebilmesidir.

Bu durum evrenin ve hayatın başlangıcına ve insanın nereden geldiğine ve dünyada ne için yaşadığına; yani hayatın amacına dair soruları tamamen belirsiz ve yanıtsız bırakan ya da insanı ve yaşamı tesadüflere mal eden bir anlayıştır kuşkusuz…  Oysa vahyi ve dini red eden kesimin en sık kullandığı kavram “Aydınlanma” dır. Ve yine onların iddialarına göre bilim ve akıl insanı karanlıklardan ışığa çıkaran yegâne araçtır.

Acaba gerçekten öyle mi?

Düşünen her insan hayatında bir kez de olsa şu soruları kendine sormuştur.

“Nereden geldim? Hayattaki amacım ne? Neden yaşıyorum? Öldükten sonra nereye gideceğim?”

Bilim ve aklın bu sorulara verdiği cevaplar şunlardır:

“Ey insanlar;

Sizler hiçlikten, yokluktan tesadüflerin, bir takım rastlantıların ve bazı kaotik şartların sonucu olarak dünyaya gelen hayvanlarsınız. Aslında sizler de maymunlar ailesinin bir ferdisiniz ve gelişmiş birer maymunsunuz. Geçmişiniz tamamen belirsiz ve karanlık… Sizler amaçsız, gayesiz, hedefsiz, bilinçsiz, kör tesadüflerin ürünüsünüz…

Hayatta yaşamaktan başka hiçbir amacınız yok. Her halükarda, her ne olursanız olun öleceksiniz. Bu dünyada yaptıklarınızın hiçbir anlamı olmayacak. Sadece size yaşattığı kısa zevklerin ve hazların dışında hayatın hiçbir anlamı yok. Öldükten sonra yok olacaksınız… Evrene, toprağa karışacaksınız. Ruhunuz yok… Sevabınız ya da günahınız da… Bu dünyada her ne yaparsanız yanınıza kar kalacak. Eğer birilerine iyilik yapacaksanız sakın bunun bir karşılığı olacağını sanmayın. Keza eğer dünyanın en şerli, en zorba en zalim insanıysanız da fark etmez. Zira eğer yakalanmadan zorbalığınızı sürdürebilirseniz zaten öldükten sonra kimse sizden hesap soramayacak…

Dünyadaki yaşamın en temel yasası “güçlü olan hayatta kalır” yasasıdır. Zira evrim zayıfları yok eder. Güçlüler hayatta kalır. O halde insanın hayattaki en birinci ilkesi bir şekilde “gücü” elde etmek ve onu elinde tutabilmektir. Bu onun yaşamını devam ettirmesi için olmazsa olmaz birinci şarttır.

Keza dünya bir savaş meydanıdır. Güçlülerin hayatta kaldığı, zayıfların haklı da olsalar yok olmaya mahkûm oldukları bir savaş bu…

O halde geçmişi belirsiz ve karanlıklarla dolu olan insanın, şimdisi de yani yaşamı da “hayatta kalmak için mecbur kaldığı güç mücadelelerinin içinde boğuşmaktan ve bir şekilde her ne olursa olsun yaşamını sürdürebilmekten; her an türlü saldırıya maruz kalan ve yarın başına ne geleceğini bilmeden yaşamaktan mütevellid bir acizlik içinde bir karanlıktan ibaret…

Yani salt akıl ve bilime göre insanın geçmişi hem belirsiz, hem karanlıklarla, hem de kaybettiklerini bir daha görememekten ortaya çıkan elemler, acılarla dolu olduğu gibi şimdisi de hem korku dolu, hem belirsiz hem de hayat şartlarıyla boğuşmaktan kaynaklanana manevi sıkıntıdan ve boğucu bir karanlıktan ibaret…

Ya geleceği…

Tüm bu karanlıklardan daha karanlık, tüm sıkıntılardan daha sıkıntılı bir karanlık… Evrende başıboş, savunmasız ve yalnız olan ve bir mikroptan tutun da göktaşlarına kadar düşmanlarıyla boğuşmak zorunda kalan aciz, zayıf, çaresiz, zavallı bir varlık insan…”

Evet, işte aklın, bilimin ve materyalist felsefenin bizlere tasvir ettiği Dünya… Hayat… Ve İnsan… İşte bu…

Yanlış anlaşılmasın. Bilim ve aklın insanı kötülüğe yönlendireceğinden bahsetmiyorum. Sadece salt akıl ve bilimin ışığıyla evrenin ve insan yaşamının fotoğrafını çektiğimizde ortaya çıkan manzarayı tasvir etmeye çalışıyorum.

Bu fotoğrafa göre; Karanlıklar içinde, yapayalnız, türlü saçmalıklarla boğulan, anlamsız bir yaşamda kendini bulmuş, kör tesadüflerin ürünü,  mikroptan tut da yıldızlara kadar hayatını tehdit eden türlü düşmanlara sahip, hiçbir nokta-i istinadı (dayanak noktası) olmayan aciz, zayıf, biçare bir hayvandır insan…

Salt aklın ve bilimin insanlığa sunduğu ışıkla evrene baktığımızda gördüğümüz manzara işte bundan ibaret.

Peki ya İslam dini ve vahiy bize nasıl bir ışık verir? Onu da bir sonraki yazımda ele alayım…

Hâlâ akıl etmez misiniz? Enbiya-66-67.

 

Metin AYDIN

www.ateizmvedin.com


About the Author
Author

metinlone

Comments (10)
Leave a reply

Reply to metinlone Cancel reply

Name (required)

Website