Bizim Gibi Bir Beşer…

“İnnemâ Ene Beşerun Mislukum | Sadece Sizin Gibi Bir Beşerim”
Ne zaman bir elçi gelse insan evladının çoğu önce ona şöyle bir bakıp “işte bu da bizim gibi bir insan” diyerek ona inanmadığı gibi, ondan sonra gelip de inananların çoğuysa hemen onu “o bizim gibi bir insan olamaz, birçok üstünlükleri olmalıdır” diyerek aslında aynı yanlışa düşmüyorlar mı? Onun bir insan olduğunu görerek yalanlayanlarla, onu insanüstü zannederek olağanüstü hikâyelerle anlatanlar arasında hangi fark ola ki! Birincisi inanmayarak yalanlıyor, ikincisi ise iftira atarak. Hatta bana öyle geliyor ki; ona (olumlu yönde bile olsa) iftira atmak ona hiç inanmamaktan daha da ağırmış gibi!
41-Fussilet
5 Ve dediler ki: «Bizi kendisine çağırmakta olduğun şeye karşı kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz.»
Hadi onu (onları) görenlerin kalpleri, gözleri ve kulakları o gündeki menfaatleri gereği mühürlü, sonrakilerin ona inanmak peşinde oldukları halde kalplerini örten şey ne ola ki! Bugünkü insanların hemen hiçbiri Allah’tan başkalarına kul olmak istemezken, çağrıldıkları şeye heves içindelerken, bilmeden bunun tam tersini yapmalarındaki sebep ne ola! İşte kendisi söylerken “ben de sizin gibi bir beşerim” diye, sanki o elçi yalan söylüyormuş gibi “senin şöyle şöyle kerametlerin, şöyle şöyle doğaüstü güçlerin vardır” demenin bu ayetlere karşı gelmek demek olduğunu anlayamayacak olmanın altında ne yata ki!
41-Fussilet
6 De ki, ‘Ben, sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, sizin ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyediliyor. O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin. Vay ortak koşanlara!’
“Ben sadece sizin gibi bir beşerim” dedikten sonraki nokta koyulur koyulmaz “Sizin ilahınız bir tek ilahtır” sözünün gelmesi hiç mi insanları düşündürmüyor? Hiç mi manidar değil! Çok açık değil mi buradaki mananın en önemlisinin “O’nunla beraber, putlarınızı da, beni de ilah edinmeyin” olduğu? Yoksa ağırlıklar benim kulaklarımda mı ki burada onların gördüklerini göremiyorum!!! Ama bakın sonra “O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin” diyor. Demiyor ki “gidin kilisede günah çıkartın” demiyor ki “şeyhinizin iki kaşı ortasına yönelip de Allah’a ulaşın” demiyor ki “kâhininize ya da duvar dibine ağlayın da sizi bağışlasın” demiyor ki “gelin sakalımın başında yalvarın” demiyor ki “başkalarını da Allah; affına, bağışlamasına, hidayetine, haram helal ilanına, hüküm koyuculuğuna ortak yapmıştır” Aksine diyor ki “Vay ortak koşanlara” O halde benim göremediğim neyi görüyor onlar da “Allah’ın elçisinin dokunduğu yer ateşe haram kılınmıştır” diyorlar! Ben Kuran’da bulamazken kim kılıyor bu haramı ve diğer bilumum haramları? Kim bu ortak? Ben neden göremiyorum onu!!! Varsa böyle bir ağırlık, söylesinler atayım ben de kulaklarımdan!!!
41-Fussilet
7 Ki onlar, zekâtı vermeyenler ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.
8 Muhakkak ki âmenû olanlar ve salih amel işleyenler, onlar için kesintisiz ecir (mükâfat) vardır.
İşte tıkanılan nokta… Bakıyorum ki öyle ya da böyle zekât da veriyorlar, ahreti de inkâr etmiyorlar. İyi ve faydalı işler yapanlar da var! O halde!!! Sanki çıkmaz bir sokağa denk geldim de ne geri dönebiliyor, ne de bir başka çıkış bulamıyorum gibi bir hal!!! Hmm… Öyle mi acaba!!! Acaba ne var burada göremediğimiz… Ya bahsedilenler başka birileri ya da…
Ya da yukarıdaki ayetlerdeki gibi bir durum var burada da… Değil mi!!! Nasıl ki sonradan gelenler elçiye inandığı halde onu bir beşer olmaktan öte görmüşler ve ona olağanüstü hikayelerle iftira atarak yanlışa sürüklenmişlerse… Zekatta da, ahiret inancında da benzer yanlışlara düşmüş olabilirler mi!!! İşte böyle düşünürken imdadımıza yine Allah yetişiyor ve Kehf suresinin nihayetiyle bizi çıkmaz sokaklardan çıkarıyor. Bakın karşımıza çıkan, aynen yukarıdaki ayetin bir başka versiyonu… Üstelik bu ne tevafuktur ki çıkmaz bir mağaraya tıkılıp kalan Kehf arkadaşlarının anlatıldığı surenin en sonunda!!!
18-Kehf
110 De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana, ‘ilahınız tek bir ilahtır’ diye vahyedilmiştir. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, güzel işler yapsın ve Rabbinin İBADETİNE hiç kimseyi ortak etmesin.
Neredeyse aynı ayet! Ama farkı var! Sonundaki ibadet bahsi! Demek ki Allah’a ortak koşmanın da alt versiyonları varmış… Rabbinin ibadetine de ortak koşmayacakmışsın!!! Rabbi O’na güveneni çıkılmaz sokaklarda bırakır mı? İbadet de Rabbinindir diyor, başkasının değil! Zekât verdin diye “aldım kabul ettim” denmesini bekliyorsan bir sorun var demek ki ibadetinde? Bana kalırsa zekât verdiğin, bazen zekât aldığını bile bilmese sanki daha da güzel olur gibi… Ne o, ne de başka biri… Sadece Allah bilsin yetmez mi? Allah her şeyi bilen, her şeyi işiten değil mi?
5-Maide
75, 76 Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmişti. Onun annesi ise dosdoğru ve iffetli bir hanımdı. İkisi de yiyip içerdi. Bir onlara âyetleri nasıl açıkladığımıza bak, bir de onların nasıl yüz çevirdiklerine! De ki: Allah’ı bırakıp da size ne zararı, ne de faydası dokunmayan şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah herşeyi işiten, herşeyi bilendir.
İstediğin kadar zekât ver, istediğin kadar hacca git, istediğin kadar namaz kıl, istediğin kadar oruç tut, ahrete de inan ama bunlara da başkalarını ortak etme… Rabbinin ibadetini başkalarına peşkeş çekme!!! Desinler diye söyleme, desinler diye kılma, desinler diye tutma, desinler diye gitme, desinler diye inanmış gibi yapma!!! Ballandıra ballandıra anlatma ibadetini. Allah’ın rızasını gözetip, seni O’nun övmesini, O’nun senin için “salih kulumdur” demesini umut et. Başkalarının “Bak, Allah’ın ne güzel kulu” demesini değil. Öbür türlü olduğunda, yani sen onlardan beklenti içindeyken insanlar da haksız çıkarmayıp seni takdir ederse… ne dersin! Hoşuna gider değil mi? Peki yaptığın bu iyi işlerin bu yüzden boşa gitmiş olabilir mi? Nasıl olsa takdirnameni aldın! Aynı şeyden iki kere mi ödüllendirilmek istiyorsun!!! Gerçeği varken sahtesine meyil etmiş olmayasın!!! Sen takdirnameni Allah’tan umut et. Bu esnada kulları seni överse promosyon… Övmezlerse diye doğrudan sapma…
Okuyan, araştıran, düşünen, öğrenen, anlamaya çalışan, konuşan ve yazan ademoğlu ve havvakızı unutma! Birileri iman ettim derler ve zannederler ama “onlar gerçekten iman etmiş değillerdir” Çünkü dilleri bunu söylerken kalpleri onu tahkik etmekten bile korkar. Çünkü korkuyla ve vesveseyle büyümüşler, korkuyla ve vesveseyle okumuşlar, korkuyla ve vesveseyle namaz kılmışlar, korkuyla ve vesveseyle oruç tutmuşlar, korkuyla ve vesveseyle Allah ve elçisi adına anlatılanları dinlemişler, korkuyla ve vesveseyle ahirete iman etmişler ve Allah’ın sözlerine değil, o sözleri kendince anlatanlara cahillikleri nedeniyle korkuyla ve vesveseyle inanmak zorunda kalmışlardır. Sevmeyi ise gerektiğini düşündükleri zaman!!! Hele güvenmeyi!!! Hemen hiçbir zaman!!!
Tabii ki sözü dinledikten ve düşündükten sonra en güzel SÖZLERe (Kuran’a) yönelenler ve orada düşünmeye devam edenler ve böylece idrak edip Allah’ın NURunu (indirdiğini) fark ederek dine eklenmiş bütün LAHİKAları terk edenler müstesna… Kalpten seven sevdiğinin sözünün üstüne söz, toz kondurur mu!!! Bunu da söylemiş, emretmiş olabilir diye her şeye inanıp, ona (iyi niyetle bile olsa) iftira atılmasına göz yumabilir mi!!! Ama kimileri vardır ki Allah’ı sever gibi başkalarını severler!!!
17-İsra
89 Biz bu Kur’ân’da insanlara her türlü mânâyı çeşitli misallerle açıkladık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan geri durmuyor.
İşte böyle… O günkü inkârcıların elçilere inanmak için onlardan beklentileri vardı. Olağanüstü şeyler yapmalarını istiyorlardı. Allah’ın elçisi ise madem, süper kahramanlıkları olmalıydı, melekler inmeli, dağlar yıkılmalıydı her seferinde!!! Oysa elçi sadece ve sadece bir insandı…
23-Muminun
33 Kavminin ileri gelenlerinden, dünya hayatında nimetler içinde yüzdürdüğümüz halde âhirete kavuşmayı yalanlayan kâfirler dediler ki: ‘Bu da sizin gibi bir beşerdir. Sizin yediğinizden yer, içtiğinizden içer.
34 “Kendiniz gibi bir beşere uyarsanız, o takdirde mutlaka hüsrana uğrayanlar olursunuz.”
Onlara göre; Allah’a ve O’nun mesajına itaat etmeye çağıran bir insan, şunları şunları ve bunları bunları yapamadıkça elçi olamazdı… Sihirbazları alt etmedikçe O’na inanılamazdı. Hoş, etse bile inanmazlardı ya…
17-İsra
90 Dediler ki: ‘Bize yerden bir pınar akıtmadıkça sana inanacak değiliz.

91 ‘Yahut senin hurma ve üzümlerden bir bağın olsun da arasından gürül gürül ırmaklar akıt.

92 ‘Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten bir parça düşür. Veya Allah ile melekleri karşımıza getir.

93 ‘Yahut altından bir evin olsun. Yahut göğe çık. Gerçi göğe çıktığına da inanacak değiliz -meğerki bize gözümüzle görüp okuyacağımız bir kitap indiresin.’ Sen de ki: Rabbim her türlü noksandan uzaktır. Ben ise ancak beşerden bir elçiyim.

94 Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları iman etmekten alıkoyan şey de ‘Allah bir beşeri mi elçi olarak gönderdi?’ demelerinden başka birşey değildir.
Peşpeşe gelen beş ayet okuduk İsra suresinden. Gelelim taşı tamı tamına gediğine koymaya. Çok dikkat edelim şimdi! İşte bu güne gelene kadar, bu mucizeler bir anlamda (sanal olarak) gerçekleşti farkında mısınız!!!. Türlü uyduruk hadisler ve hikayelerle o günkü inkarcıların istedikleri yapılmış oldu böylece. Düşünün sadece bir saniye… Bugünküler elçiye, o gün böyle isteyenlerin istediği şekilde itaat etmiş olmuyorlar mı!!! İnanmak için bu olağanüstü olaylara ve mucizelere ihtiyaç duymuyorlar mı? Bilmeden, okumadan, anlamadan, cahilce, gafilce…
Maalesef bu böyle… Oysa en büyük mucize ellerinde sapasağlam duruyor da “onu bir okuyun da görün gerçeği” diyen birisi çıkınca aynen onların elçileri yalanlamak için söyledikleri gibi “sen sapmışsın” diyorlar…  Ne olur dönün bir daha okuyun şu beş ayeti… Müşrik o gün ne görmek istediyse, fazlasıyla, envai çeşidiyle bugün hadis kitaplarında yazılmış durumdadır. O da yetmemiştir; insanlar tarafından kutsanmış kimseler, veliler, evliyalar ve sözde Allah dostları göklerde zamandan münezzeh şekilde dolaşmaktadır!!! Neyse ki Rabbimizin benzersiz sözleri bizleri çıkmaz sokaklarda bırakmamakta, şeytanın tuzaklarına düşmemize mani olmakta… Hiç bitmez tükenmez manalarıyla…
18-Kehf
109 De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, hattâ bir o kadarını daha getirsek, Rabbimin sözleri bitmeden denizler tükenirdi.
17-İsra
88 De ki: Bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için bütün insanlar ve cinler toplanıp da birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.
Hal böyleyken neyi eksik görüyor beşer Kuran’da!!! Bütün ilacımız ondayken bu düşünmeden (dilden kabullü) reddediş ve başka kaynaklara yöneliş niye!!! Fakat biz reddetmiyoruz ki, diyorsan dön şu beş ayeti bir daha oku! Gör… Dilin reddetmiyor ama kalbin reddediyor!!! Ama sen farkında bile değilsin. Çünkü zanna ve geleneğe öyle inanmışsın ki, karşı çıkmayı bırak, düşünmekten bile korkuyorsun!!! Çünkü din, kitap, Allah denince aklına korkmaktan başka bir şey gelmiyor. Çünkü kitaptaki sevinci görmekten çok uzaklardasın. Çünkü korku filminin içine girmiş onu yaşıyorsun. Korktukça, korkulması gereken ayetlerin hedefine oturuyorsun. Sevinç duyulası ve müjde alınası ayetlerse sadece hayalinde bir ütopya olarak kalıyor. Ey beşer, gönlün hasta ama ilacından korkuyor, kaçıyorsun.
17-İsra
82 Biz Kur’ân’dan mü’minlere şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz. Bu ise zalimler için hüsrandan başka birşey arttırmıyor.
Bütün peygamberlerin insandan elçiler olduğunu anlamak bu kadar zor mu!!!
11-Hud
25 Biz Nuh’u da kavmine gönderdik. O dedi ki: ‘Ben size apaçık bir uyarıcıyım.
Hemen ardındaki ayette bakın, yine aynı uyarı varken… Allah’tan başkasına kulluk etmeyin!!!
11-Hud
26 ‘Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz için gönderildim. Ben sizin hakkınızda acı bir günün azabından kaygılanıyorum.’
Onun da ardından yine aynı şekilde inkâr ediş… Sen bir beşersin, sana neden uyalım ki!!! Sanki mucizeler gösterdiğinde inanacaklarmış gibi…
11-Hud
27 Kavminin ileri gelen inkârcıları, ‘Biz seni kendimiz gibi bir beşer olarak görüyoruz,’ dediler. ‘Sana uyanların da bizim en aşağılıklarımızın olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Sizde bize karşı hiçbir üstünlük görmüyoruz ve sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz.’
Neden tarih hep tekerrür ediyor sizce? Çünkü onlar ne kadar insansalar bizler de insanız ve hep aynı yanılgıya düşüyoruz… Her depremi en kötüsü, her yağmuru en şiddetlisi, her kışı en soğuğu, her yazı en sıcağı, her güzeli en güzeli, her hocayım diyeni en takvalısı, her hükmedeni en adaletlisi zannediyoruz. Her bıyıklıyı dayımız, her sakallıyı hızırımız sanıyoruz. Hep aynı filmi seyrettiği halde âdemoğlu “bu şimdiye kadar seyrettiğim en iyi ya da en kötü filmdi” diyor. Abarttıkça abartıyor da öyle inanmak istiyor!
Bitirirken, bu “beşer” bahsi ile bağlantılı olarak; ayetlerin anlamını, dilinin ne dediğini bilmeden şu ayeti namazda okuyan birinin halini düşünelim.
23-Muminun
38 «O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah’a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz.»
İşte başlı başına bir ayet ama inkârcıların sözünden ibaret… Üstelik açın okuyun; tek başına değil, Müminun 33’deki başlangıcı pas geçerek Müminun 34’ten başlarsanız okumaya, kesintisiz bir şekilde 35,36,37,38 dâhil devam ediyor. Anlamını bilmesen de bunu namazda Arapça okuyabilirsin diyenlere, “ha” demek yerine “hı” dersen anlam değişir de namazın bozulur diye vesvese yapanlara soruyorum… Anlamını bilmeden ama tecvidli bir şekilde ayetleri okuduğunuzda “Sen yalnızca bir beşersin, yalancısın, öldükten sonra dirilmeyeceğiz, sana neden uyalım ki” demiş olarak rükuya vardığınızda namazınız oluyor mu!!!
kalemzade.net
twitter: @kalemzade

About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (11)
Leave a reply

Reply to Kalemzade Kamil Cancel reply

Name (required)

Website