Tehlikenin Farkında mısınız?

 

“İblis’in Eski ve Yeni Numaraları”

Acaba bugün şeytan bizim kitabımızı okumamamız için ne tedbirler alıyordur? Tutup kolumuzdan çekiyor mudur? Gözlerimizi arkadan yaklaşıp elleriyle kapatıyor olabilir mi? Veya elimizdeki kitabı alıp yırtabilir mi? Ya da ne bileyim oradan buradan üfleyip kitaptaki harflerin yerini değiştiriyor olabilir mi? Bu şekilde olamaz elbette. Bu kadar ilkel düşünüyorsak hala bu yüzyılda, bir baltaya da sap olmaz sanırım bizden. Oysa şeytan maşa sahibi bir hilecidir, kendisi müdahale etmez, insanları kullanır ve yapmak istediklerini tuzak kurarak yapar. Eğer bizim okumamızı istemiyorsa bunun birçok çeşit gizli yollarını kullanır ve bu yollar dosdoğru yol üzerinden insanı çekmeye tuzaklıdır.

İnsanoğlu her geçen gün geliştiğine ve her geçen gün eski yanlışlarını fark edip, düzeltip ileriye doğru adım attığına göre şeytan da aynı oranda kendini ve tuzaklarını geliştirmek zorundadır. Binlerce yıl önce okutmak istemiyorsa insanların ağzından insanları öğrenmekten korkutmak üzere peygamberleri büyücü, sahifeleri levhaları dokunulması haram kutsallar olarak kabul ettirip okuyup öğrenmemelerini sağlamış olması kuvvetle muhtemeldir. Ama bugün Kuran’a dokunursanız çarpılırsınız dedirtirse birinin ağzından, buna kargalar bile güler… Mi acaba!!! Demek ki hala böyleleri bile var aramızda!!!

İsrailoğulları zamanında şeytanın tuzaklarından biri Tevrat’ı ahit sandığında saklatıp, sandığın açılarak bakılmasının büyük günah kabul edilmesiydi. Bu suçu işleyenlerden öldürülenler bile vardı. Peki bugün Kuran ahit sandığına kapatılmış derseniz buna güler mi kargalar… Gülmez gülmez, o da yapıldı çünkü. Ahit sandığı yok belki ama çeyiz sandığında saklayanlar ya da sarıp sarmalayıp duvara çaktığı çiviye asanlar var hala. Demek ki bu da yapılıyor.

Ancak esas tuzaklar türlü rivayetlerde saklı. Ve rivayet tarihine baktığımızda çeşitli dönemlerde muhtelif okutmama tuzakları görüyoruz. Bunlar günümüze kadar gelmiş durumdalar. Hayret ki hala kabul görüyorlar. Birkaç tane sayalım…

– Kuran’a abdestsiz dokunulmazmış. (Genel kabul görmüş olduğu halde ayet tahrifidir. Ayetteki ona temizlerden başkasının ilişemezliği zarar veremezlik ya da anlayamamazlık gibi anlamlara gelir. Abdest ve benzeri bir kelime geçmez ve böyle bir durum söz konusu değildir. Bunu böyle söylemek pisliğe bulanmış ellerle kitaba dokunmayı hak göstermek, saygısızlığı doğru bir tavır saymak değildir elbette)

– Kuran’ı herkes okuyup anlayamazmış. (O’nun anlaşılmasını kolaylaştırdım, diyen Allah’ı yalancı çıkartmak ve ayete karşı gelmektir)

– Kuran’da her şey yokmuş. (Bu kitap eksiksiz bir kitaptır, diyen Allah’ın sözüne inanmamaktır.)

– Kuran’dan okunanların anlamını ancak din âlimleri anlayabilirmiş. (Bu kitap apaçık bir kitaptır, bütün insanlara gönderilmiştir, diyen Allah’ı yalanlamaktır)

– Başka kitaplara da ihtiyaç varmış. (Bu kitap size yetmiyor mu, diyen Allah’a “hayır, yetmiyor” demektir)

– Kuran’ın birilerince açıklanması şartmış. Kendimiz anlam veremezmişiz. (Kuran kendi kendini açıklayan bir kitaptır, diyen Allah’ı yalancı çıkartmaktır)

– Kuran dışındaki dini hükümlerden de sorumluymuşuz. (Bu kitaptan sorulacaksınız, diyen Allah’a başkalarını eş koşmaktır)

– Bu kadar âlim yanlış mı yapmışmış. Hepsi yanlışmış da bir tek anlarız diyenler mi doğruymuş. (İnsanların çoğuna uyarsanız sizi yoldan saptırırlar, insanların çoğu yanlış yoldadır, diyen Allah’a güvenmemek, uyarısına kulak asmamaktır)

– Sadece Kuran’a uyarım, istersem nafile ibadet de yaparım demek, sünneti hiçe saymak, sünneti terk etmek demekmiş. (Kuran’da peygamberimizin kıyam günü yapacağı tek şikâyet ümmetinin Kuran’ı terk etmiş olmasıdır, sünnetini değil.)

– Kuran’ı Arapça okumak gerekirmiş. Türkçesini okursanız anlamı değişirmiş. (Peygamberimize hitaben “Onu ANLAYASINIZ DİYE Arapça indirdik” şeklindeki ayetin “Arapça” kelimesine takılıp “anlayasınız diye” bölümünü reddetmektir. Çünkü ilk muhatap Arap olduğu için Kuran Arapçadır. Bu manayı anlayamayıp da illaki Arapça demek cahillik değil, hiç kusura bakılmasın cahillik ötesi bir şeydir. Bir akıl tutulmasıdır.)

İlk etapta aklıma gelenler bunlar. Bu saptırmalarla şeytan bugün Müslüman olduğunu söyleyen birçok kimseyi maalesef kandırmış durumdadır. Peki şeytan, her şeye rağmen Kuran’ı anlayarak okumaya çalışanları rahat bırakmış olabilir mi? Biz okuyup anlamaya, üzerinde derin derin düşünmeye çalışıyoruz diye terk etmiş midir bizi? Yoksa bizim için de özel engelli parkurları var mıdır? Bence vardır. Okuduğuna güven kaybettiren ve “demek ki ben de anlayamıyormuşum”a götüren tuzaklardır bunların çoğu. Birkaç tane sayayım…

– Muhkem ayetlerle müteşabihleri ayırt edememeden faydalanarak en açık ayetlerin bile altında çok daha derin manalar olduğunu ve bunları anlayamadığımızı iddia edebilir şeytan. Ki bunun örneklerini para kazanmak için satılan kısmi tefsirler olarak kitapçılarda görmeye başladık. Vay be, demek bu anladığımız gibi değil de böyleymiş dedirten bu kitaplar insanları “ben asla bu manayı bulamazdım, demek ki anlayamıyormuşum ben okuduğumu” şeklinde bir yanılgıya sürükleyebilir.

– Kadimlere meraklı, kerametsever veya mucizeperest insanlara Kuran’da geçen mucizevî olayların altında medeniyetlerin sözde bilimsel temellerinin yattığını abartarak anlatışlar ve bu yolla başka bir tarih bilgisi oluşturarak aslında yeni bir rivayetler zinciri oluşturmaktır. Kitapçılara bakınız, göreceksiniz yine.

– İlla ki bazı rivayetleri reddetmek adına ayetlerin altında başka anlamlar olduğu zannını okuyana vererek ayetin manasını kovmaya çalışabilir şeytan. Oysa bazı rivayetlerle ayetlerin çakışması kadar doğal bir durum yoktur. Her rivayet de yalan değildir ve pek tabi ki doğru olabilecek pek çok hadis de vardır. Ancak hükmün Kuran’dan alınması gerektiği asla unutulmamalıdır.

– Belki bazıları samimi olarak ve iyi niyetle ayetlerin daha da derinine inmeye çalışıyor olabilirler. Oysa ayetler hep bir ders niteliğindedir. Bize fayda ya da zarar getirmeyecek konularla ilgili zorlamalar ayetlere dayatılmamalıdır. Bu gereksiz derinlik de bizi ayetlerin manasından uzaklaştırabilir. Örneğin denizin yarılıp karşıya geçilmesinde İsrailoğullarının inançsal ve özgürlük durumu ve Musa Peygamber’le bağlantılı ders yükü göz önüne alınması gerekirken denizin aslında yarılmadığı, yer altında bir tünel hazırlandığı veya Nuh tufanının yerel mi olduğu genel mi olduğu gibi hususlar her nasıl olursa olsun bize bir fayda ya da zarar verecek şeyler değildir. Olayların Kuran’da açıklanmayan kısımları her nasıl olmuşsa olsun dersin temasını değiştirmez. Biz oradan alacağımız derse, verilen mesaja odaklanmalıyız. Elbette müteşabih ayetlerde bir fizikçinin bakışı ile alacağı ders ile bir esnafın ya da bir öğrencinin veya bir sığır çobanın alacağı dersler pekâlâ farklı olabilir. Yine de kimse kendi algısını başkasına dayatmak durumunda değildir. Bu tür durumlarda tahsil seviyesi düşük olan kişi Kuran’ı gerektiği gibi anlayamadığı yanılgısına düşer. Oysa herkes Kuran’dan nasibini almaktadır. Kuran bir derstir ve gelmiş geçmiş ve gelecek herkese hitap ettiği gibi her yaşa, tahsile, makama, topluluğa da kendi seviyesinde ve doluluğunda hitap eder. Her insanın imtihan soruları kendine özel olan bir sınavdır hayat.

Neticede şeytanın tuzakları da insanın gelişimi ölçüsünde gelişecek ve bize daima “oku” emrinin hilafında olacak şekilde “okuma” diyecek, “düşün” emrinin yerine “anlayamazsın, düşünme” diye dayatacaktır. Bu dikkatle ve vesveselere yenilmeden okuyanlardan olmamız dileğiyle.

kalemzade.net

twitter: @kalemzade


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (3)
Leave a reply

Reply to Fikret Arman Cancel reply

Name (required)

Website