Politika Yapmak ve Politik Olmak…

Politika, insanların bir arada kolektif olarak yaşamalarını sağlamak amacıyla kurulan düzeni iyi yönetme sanatıdır. Aristoteles insanı “zoon politikon” (siyasal hayvan) olarak adlandırırken, insanın diğer hayvanlardan farklı olarak bir arada yaşayabilme kapasitesinin, konuşma ve düşünebilme (zoon logon echon-konuşan akıllı hayvan) yetilerine dayandığını vurgulamaktadır. Çünkü insan dışındaki hayvanların kendi aralarındaki ilişkilerde, birey-birey ya da birey-topluluk arasındaki ortaya çıkan çatışmalarda, sadece güce ve şiddete dayalı bir çözüm sergilendiklerini bilmekteyiz. Oysa İnsan, birey-birey ya da birey-toplum arasındaki yaşanan gerilimlerde, salt güce dayalı çözümler bulabildiği gibi konuşarak, anlayarak, ikna ederek de çözümler bulabilmektedir. Bu iki çözüm yolu arsındaki fark nasıl yönetildiğimizin ve medeniyet noktasında nerede durduğumuzun bir göstergesidir.

Devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde belli bir sayıda insanların yaşadığı ve bu insanlar üzerinde otoritesi olan örgütlü bir yapıdır. Devlet kavramı, aslında insandan bağımsız ama örgütlülüğü insanlar tarafından sağlanan soyut bir şeyi ifade etmektedir. Ancak bazı durumlarda iktidar ya da devlet belirli bir şahsın bedeninde adeta vücut bulmaktadır. “Senin karşında devlet var” ya da “burada devlet benim” derken devletin varlığından kaynaklanan iktidarı kullanan kişi, kendisiyle bu gücü eşdeğer görmektedir. Bu nedenle ağzından her çıkanın kanun olduğunu söylerken,  başkalarının iradelerini, isteklerini genel olarak haklarını gözetmeden hareket eder. Böyle bir despot ne kanunlara, ne kurallara ne de herhangi bir değere uymadığı gibi, otoritesi altında bulunan halkından mutlak bir itaat bekler. İşte burada politikadan bahsedemeyiz. Çünkü politika ikna etme çabasını gerektirir, başkalarının iradelerini yok sayarak, salt güce başvurmayı değil… Dolayısıyla, zor ve şiddet politik yaşamın sınırlarını belirler. Belirli bir sınırı aşan güç kullanımı salt zorbalığa dönüşür, politika olmaktan çıkar.

Politika aynı zamanda bir uzlaşma sanatıdır. Bireylerin her birinin kendi farklılıklarından kaynaklanan, farklı istekleri ve korunması gereken farklı menfaatleri vardır. Toplumsal yaşam içerisinde, bu farklılıkları muhafaza edebilmek kolay değildir. Çünkü gelenekselleşen inanç ve davranışlar çoğunluğu oluşturan bir kitle tarafından şiddetle korunmaya çalışılır. Bu nedenle bireyin kendi varlığını, değerlerini korumaya çalışması toplum ile arasında gerilime, çatışmaya neden olur. İşte bu gerilimin yönetilmesi, politika sayesinde olur.

Hobbes ve Weber’e göre, bir kişinin elinde iktidarın bulunması, bir diğerinin elindeki iktidarı azaltır ve net sonuç daima sıfır olur. Politikanın içinde bulunduğu yönetim biçimlerinde halk, iktidarı etkileme ve devlet karşısındaki haklarını genişletme mücadelesinde olur. Bireyin bireyselliğini daha geniş anlamda yaşabilmesi için, yeni haklar elde etmesi ya da sahip olduğu hakları kullanmada devletin etkisini sınırlandırması gerekir. Bireyin haklar ve özgürlükler bakımından yönetene, iktidara karşı vermiş olduğu mücadele de politiktir. Çünkü bireyin kendi özel alanından çıkıp, kamusal alana eylemsel olarak dâhil olması demek, iktidarın ikna ve uzlaşma zemininde bulunması demektir. Dolayısıyla bu noktada politika yapmak ile politik olmak arasında bir ayırım söz konusudur. Yönetilenler, yönetenlerin elinde bulundurdukları iktidarın, kendi aleyhlerine kullanılmasını önlemek için o iktidarın azaltılması, dengelenmesi gerekir. Bunun için verilen her türlü mücadele esasında politik bir mücadeledir.

MÜSLÜMAN İÇİN POLİTİKA

Yöneten ve yönetilen ilişkisi içerisinde bulunan bizler, insanlardan tamamen uzak münzevi bir yaşam sürmedikçe, başta oturduğumuz yerin muhtarlık seçimi olmak üzere, ülkesel iktidarlar ve hatta küresel iktidarlara karşı politik etkimizi kullanmamız gerekir. Bizim hakkımızda, yani yaşamımıza etki eden konularda birileri karar aldığı müddetçe, bu kararların değiştirilmesi, dönüştürülmesi için çok geçmeden elimizden geleni yapmalıyız. Hakkı, hukuku ve adaleti hiçe sayan, “dediğim dedik”, “en doğrusunu ben bilirim” zihniyetine karşı susarsak, bir gün gelir o adaletsizliğin kurbanlarından biri de biz oluruz. Nemrutlaşanlara karşı İbrahim, Firavunlaşanlara karşı Musa, Ebu Cehillere karşı Muhammed olup, hakkın yanında yer alabilmek bütün Müslümanlara düşen bir görevdir. Unutmayalım ki peygamberlerin verdikleri mücadelelerin hepsi de, çoğunluğun geleneklerini, tekelleşen sermayeyi ve siyasi iktidarı hedef aldığı için politikti.

Firavun ve erkanının işkence ve baskısından korktukları için Musa’ya, halkından ancak bir kaç kişi inandı. Firavun, yeryüzünde haddi çok aşan bir tiran idi.
(10/YÛNUS-83)

 

Firavun dedi ki, ‘Benden başka bir tanrı (otorite) edinirsen seni hapis cezasına çarpacağım.’
(26/ŞUARÂ-29)

 

Firavun yeryüzünde despotça davrandı. Halkını sınıflara ayırıp onlardan bir grubu ezip sömürüyor, kızlarını yaşatıp oğullarını kesiyordu. O, bir bozguncu idi.
(28/KASAS-4)

 

Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
(4/NİSÂ-135)

 

Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
(5/MÂİDE-8)


About the Author
Author

Dini Yazilar

Comments (2)
Leave a reply

Reply to Salih Cancel reply

Name (required)

Website