MEDİNE’YE GİDEN YOL MEKKE’DEN GEÇER

RAHMAN VE RAHİM ALLAH ADIYLA


İmanlı vatanlar, sünnetullah gereği zaman zaman samimiyet imtihanına tabi olmuşlardır. Bu konuda tarih, ilahi hükümleri tahrif etme, ortadan kaldırma amacı güden birçok soykırım, zulüm ve işkencenin kanlı sayfalarını taşır. Mushafların Özbekistan’da toplatılıp yok edilmesi, Irak’ta tank paletleri ve Haman (zalimin zulüm emrine itaatkar zalim ve isyankar komutan, memur vb) postalları altında ezilmesi, Hindistanlı Müslümanlara küfürle eşdeğerli yaşam hakkı tanınması, Filistin’in etrafına boykot surları çekilerek takatinin kesilmesinin amaçlanması ve akabinde Siyonist Yahudilerin 27 Aralıkta başlattığı Gazze kıyımı, vahşet penceresi arkasındaki global zalimlerin eylemlerine birer misaldir. Ve bu manzaralar karşısında birbirlerine ihvan bağı ile tutkun! Olan Müslümanların payına düşen yalnızca seyirci kalmaktır.

Bugün, eğitim sezonu başlamadan Kur’an tilaveti ve hafızlık eğitimi verilen kurslarda kontenjanların dolduğuna, her yıl bir bu kadar daha talebenin benzeri kurumlardan mezun olarak hayatını idame ettiğine, hasretle yolunu gözlediğimiz Kur’an ayı Ramazan’ın teşvikiyle vahyin eller ve dillerle daha çok buluştuğuna şahit olmamız Kur’an toplumunun sağlıklı bir temelle yol kat ettiği inancını veriyorsa bizlere, akıllara ‘’ferdi çoğunluğu Müslümanların oluşturduğu topraklardaki nabız düşüklüğünün nedeni nedir? ’’ sorusu gelmeli.

VAHYİN YÜREKTEN ELE DÜŞMESİ. İNSANIN; ALLAH ADINA YERYÜZÜNÜ İMAR VE ISLAH ETME YETKİSİNİ REDDEDİP HAMALLIĞA GEÇİŞTEKİ SÜRECİ…

20. yy. la damgasını vuran Ebu Ala El Mevdudi’nin Pakistan’da, M. Abduh’un Mısır’da, Tahir b. Asur’un Tunus’ta, Hüseyin Tabatabainin İran’da verdiği kitlesel Kur’an dersleriyle başlayan vahyi anlama çalışmaları, Kur’an’a olan saygı ve hürmetinden asla taviz vermeyen halklarda da kendini hissettirmeye başlamış, altın işlemeli, atlas ve ipek kılıflar içindeki Mushaflar duvarlardan indirilmiş fakat çoğunlukla amaç ve özüne ulaşılamayıp tozlu raflardan alınan sadece lafzı olmuştur. Böylece Kur’an, fırsat buldukça okunan, gündem oldukça, imkan edindikçe yaşanan bir kitap haline geldi. Onun başlı başıa bir fırsat ve gündem oluşturan yegane amaç olduğu gerçeği, duvarlara asılı Mushaf kılıfları içinde kaldı. Bu durum ise İbn Küteybe (ra)’nin şu sözünü doğrular niteliktedir: ’’Kur’an, hükümleriyle amel edilsin diye indirildiği halde insanlar onun tilavetini kendilerine iş edindiler. ’’…

Kur’an’ın içerdiği evrensel mesaj, kendisi için gönderilmiş olan insanı, okuma (29: 45), anlama, tefekkür etme, ibret alma (38: 29) hususlarında sorumluluk sahibi kılar. Tüm bunlar ise, bir tek amaç için vardır. KURAN’I YAŞANIR BİR KİTAP HALİNE GETİRMEK; İNSANI KİTAPLA DİRİLTMEK.

Kerim Kur’an’ın 23 yılda yeryüzüne inzal olması (76: 23), düşünüp öğüt alınması için kolaylaştırılması (54: 22) ve vahyin yaşanabilirliğinin somut modeli olarak kendisine ‘’ben yalnızca sizin gibi bir beşerim’’ (18: 10) demesi emrolunan, ‘’en güzel örnek’’ (33: 21) Peygamber (sav) in elçi tayin edilmesi, onun, insan hayatına müdahale etmesi için gönderiliş bir kitap olduğunun en bariz ispatıdır. Kur’an, vahyi kendine anayasa edinen bir mü’min için ibresi sapmayan, daima doğruyu, hakka giden yolu gösteren bir pusula niteliğindedir. Pusulası Kur’an olan bir hayat için ise Müslüman, düzenli bir İslam devleti haline gelmiş ve cahiliye sistemini savunanlara karşı silahlı savunma gücüne sahip olmuş Medine’nin hayaliyle yaşamak yerine, insanı hicrete hazırlayan, önce kalplerden, sonrasında ise hayat düzenlerinden tüm ahlaksızlıkları, cahiliye adetlerini, şirkli sevdaları çıkarıp atan, karakter ve ahlak duruluğunun ilahi sınırlarını çizen, tevhidi akidenin sağlam temeller üzerinde bina edildiği, vahyin 13 yıllık inzal sürecini, Mekke’yi yaşamalı, kendini Kur’ani bir eğitime tabi tutmalıdır. Medine’ye giden yolun Mekke’den geçtiği gerçeğiyle yüzleşmeli, öncelikli hedefinin uzak menzillere slogan atmak değil, vahyi kendinde daha sonra da ‘’Önce en yakın hısımlarını uyar’’ (26: 214) emri gereği ailesinde hakim kılma gayretini kuşanmak olduğunu bilmelidir. Bu ise Müslümanların cemaatinden ayrılmamak, iyilik ve takvada yardımlaşmak, ma’rufu yaşamak ve emretmek, münkerden sakınmak ve sakındırmakla kolaylaşacaktır. Vahyin hakim olduğu çemberler genişledikçe ne boş kalmış cihad meydanları, ne sızlamayan yürekler, ne de devletsiz Müslüman topluluklar kalacaktır. Şehit Malik El Shabaz’ın şu tespiti manidardır: ‘’Hareketin en büyük hatası uyuyan insanları belli hedefler etrafında organize etmek olmuştur. İnsanları önce uyandıracak, sonra eyleme geçireceksin. ’’

Müslüman, ölülerine armağan ettiği fatiha yı yaşamalıdır. Şeytan ve türevlerinden Allah’a sığınıp hayata besmele çekmeli, ‘’yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz’’ (1: 4) ayetiyle egosunu bir yana bırakıp tevhidi bir biz, BİZ ÜMMETİZ şuuruna ermelidir.

Müslüman, diğer Müslümanlarla arasında ilahi kelamın kurduğu(49: 10), imanın gerektirdiği bir kardeşlik bağının olduğunun farkında olmalı, Abdullah ibn Abbas ile azatlısı Nafi’nin, Ebu Hureyre ile azatlı Abdurrahman ibn Hürmüz’ün çağların cahillerine bir haykırış, antropolojik yaklaşımlara mü’mince bir yanıt niteliği taşıyan etken kardeşliğini örnek alarak edilgen birey kimliğinden sıyrılıp, duyarlılığa doğru adım atmalıdır. Etnik ayrılıkları, Müslümanlar arasındaki elitsel tabakalaşmayı, Muhacir ve Ensar hassasiyetinde ele almalı, Rasulullah (sav) ve ashabına olan ilgi ve sevgi hayranlıkla sınırlı kalmamalı, mü’minler her alanda o örnek neslin takipçisi olmalıdır.

Müslüman, ‘’Kur’an bana yeter’’ bilincini kuşanmalı, Okunan tüm kitapların, incelenen her eserin tek bir kitabın anlaşılması için olduğunu hatırında tutmalıdır. Üzerindeki batı kompleksini atıp, batıl zihniyetli düşünceleri, psikolojik doktrin ve tavsiyeleri vahyin eline vermelidir. İnsanı dört yanından kuşatmış olan, tahrif edilmiş din kalıntıları ve ihraç edilen nefsani tutkulardan ancak Furkan’ (25: 1) kendine zırh edinenler korunacaktır. Zira ‘’O, öyle aziz bir kitaptır ki, önünden ve arkasından batıl yanaşamaz’’ (41: 41, 42)
Müslüman, Kur’an’ı, kendisiyle amel etmek, onunla yükselen toplumlardan olmak, misk dolu kaplar misali çevresine faydalı kokular saçmak (İbn Mace, Mukaddime 16), Kur’an’ın hakkını verenlerden olmak için okumalıdır. Öyle ki Kur’an, müteşabihlerini irdelemek için değil, muhkemleriyle amel edilip, vahye tabi olma imtihanını geçer notla vermek içindir. Kur’an’ın mübarek kelimelerini, evren sırlarını deşifre etme! Amaçlı günde taşıyan medyatik tahrif edicilerin, Kelamullah’ın matematiksel ve fiziksel armoni çizelgesini çıkarmak için okuyup hakikatin amacını saptıranların; Kur’an’ ı Allah nimeti sesleriyle süsleyerek tilavet eden kimseleri ödüllendiren fakat vahyi yaşayan ve yaşatanları gerici, yobaz ve dünya düzenleri için bir tehlike unsuru olarak gören sistemlerin vahiy algısını yabana atmamalı, Müslüman halk, hakkında kurgulanan entrikalar karşısında basiretli olmalıdır.

Sözün özü, Kur’an’la hayat bulmamızın önündeki tek engel vahyi kendine tabi eden ve Allah’ın hükmünü tanımayan beşer ve beşeri sistemlerin ta kendisidir. Çözümü ise beşerin, vahye tabi olup, onu hayatının sistemi edinmesidir. İmanın eylem damarlarına kanalize olması ancak bununla gerçekleşecektir…

VELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ÂLEMİN

Yazar : hatice kübra demirbaş

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website