Dil–Lisan–Kelimeler–Kavramlar…

Dil veya lisan, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendisine özgü kuralları olan ve ancak bu kurallar içerisinde gelişen canlı bir varlıktır. Mutlak anlamda dil, düşüncenin ve dünya görüşünün iletişim aracı olarak tanımlanır. Dil, kuşaklar arasında ve aktüel durumda insanlığın kullandığı bağdır. Bu bağ kültürün taşıyıcısıdır. Bundan dolayıdır ki, dil ve kültür birbirini sürekli etkileyen iki olgudur. Bu iki olgudan herhangi birinde olan değişiklik diğerini de etkiler. Bu da doğal bir süreklilik ve tabii olma durumunu doğurur. Dil, toplumda var olan bir gerçekliktir.

Tek başına anlamı olan ya da tek başına anlamı olmadığı halde cümle içinde anlam bütünlüğü sağlayan ses ya da ses topluluğuna kelime(ses) denir. Nesnelerin, duygu ve düşüncelerin zihindeki tasarım(tasavvur) biçimine kavram denir. İlk ana kaynaktan çıkan kelimelerin karşıladığı kavramlar aynıdır. Kelimeler olmadan kavram olmaz kavram olmadan kelimeler var olamaz. Allahın sünetullahında hiçbir değişiklik yoktur. Allah’ın indinde din İslam’dır. Nuh’a ne vahye dilmişse diğer Nebi- Resullere de o vahye dilmiştir. Her toplum kendi diliyle uyarılmıştır. Bu sebeple Kavramı karşılayan kelimeler(ses) değişebilirler fakat bu kelimeler hep aynı kavramı karşılarlar. Elma-apples-yabuka gibi. Kavram hakkında ki diğer bir gerçeklikte insan düşüncesiyle oluşturulan kavram değişiklikleridir. Dilde yapılan bir kavram değişikliliği diğer tüm komşu kavramları da etkileyecektir. Kavramlar en çok soyut düşüncede yer değiştirirler. Bu sebeple hak ve batıl kavramlarından söz edebiliyoruz. Batıl yok hükmündedir. Sentetik ve sanal(hayal-sihir) olandır ve yok olmaya mahkûmdur. Gerçekle(hak) sanal(batıl) bir olsaydı O zaman aklımıza birçok soru takılırdı. Neden sorumlu tutulduk? Niçin söylediğimiz her şey kayda geçiyor? Neden ameller niyetlere göredir? İnsan ne zaman haddini aşıyor? Bu dünyada yaşarken neden sınav gereklidir?

Rabbimiz, kelimeleriyle birlikte bu kelimeleri karşılayan Kavramları bildirmeseydi mutlaka kavram kargaşası yaşardık Ve her düşünülen düşünce tasarım(tasavvur) gerçek kabul edilirdi ve sonuçta düşüncelerimizden sorumlu tutulamazdık. Oysa düşünce ve eylemlerimizden sorumlu olduğumuzu kitabımızdan öğreniyoruz. Ağzımızdan çıkan kelimeler(ses) düşüncemizin dışa yansımasıdır. Ses kâinatta kaybolmaz. Ses bir enerji türüdür. Tıpkı düşünce gibi düşüncede bir enerji türüdür. Günümüz bilim insanları tüm enerji çeşitlerini bir potaya koyup eritme hastalığından vazgeçmek zorundadır. Kâinatın açığı gediği yoktur ve ağzımızdan çıkan her bir kelime kayda geçiriliyor. Kavramlar tasavvurlarımızı inşa ettiği için öncelikle sınavın en büyük parçası “Kulluk bilincinin” ne demek olduğunu idrak edebilmemizdir. Hakkı batılla değiştirmek zulümdür. Hakkı yerinden eden zalimdir. Ve karanlıklarda kalmaya mahkûmdur taki “Tövbe edip” her şeyi yerli yerine koyuncaya kadar…

Yaratıcı tarafından Ruhla şereflenen Âdem eşyayı isimlendirebilme yeteneğiyle bilen, yazan, okuyan, beyan eden oldu. Bu sebeple İlk yaratılan nesilde dilin tek ve ortak olması kaçınılmazdır. Kitabımızda bize bildirilen Yaratılış süreçlerini takip ettiğimizde tabiatta bizden önce yaratılmış, su, ateş, toprak, rüzgâr, şimşek yıldız, gezegen, dağ, elma, incir, aslan, kedi vs. Bizden önce yaratılmış tüm nesneler Âdemin zihninde kodlu olmalıdır çünkü geçmişte ve günümüzde tüm insanlar suyu, elmayı, aslanı vs. zihinlerinde aynı şekilde resmederler. Âdem yaratılmışlar içinde kelimeler arasındaki illiyet bağını kurarak medeniyet kurabilen tek varlıktır. (Bknz. Bakara suresi 30-39) Tüm insanlık ailesinin zihninde nesnelerin(eşyanın) karşıladığı tasarımın (tasavvur) ortak olması Rabbimizin insanlık ailesine büyük bir lütfüdür. Yoksa kula kul olmaktan asla kurtulamazdık.

Rabbimizin lütfü sayesinde Kâinatı bir kitap gibi okuyabiliyoruz. Herkes somut olarak gördüğü elmayı zihninde aynı şekilde resmeder. Fakat Elmanın içyapısını okumaya emek sarf eden bir kişi elmanın içyapısını okuduğunda meydana geldiği bileşenlerini, başka bir bilen kişi okuyunca elmanın insana olan faydasını okur. Bu sebeple bilimsel gayb başka bir şeydir. Böylece detay okumalarında fıtrat farklılıklarını da göz önünde bulundurduğumuzda ve bir bilenden daha iyi bir bilen mutlaka olacağına göre Kâinatı okurken bambaşka bir hakikatle karşı karşıya kalırız. Âdem fıtratları okuyabilmektedir. Rabbimizin Âdeme en büyük lütuflarından birisi de budur. Âdem görünen eşyanın içyapısını okuyup, tanımlayabilme potansiyelinde yaratılmıştır. Âdem Rabbimiz tarafından Ruhla şereflenerek Kâinatı okuyabilme potansiyelinde keremli-ikramlı yaratılmıştır.

Yaratılmış olan her bir Eşyanın içyapısını okurken yanlış düşünebilirmiyiz?
Bu konu bizim için çok önemlidir. Kişi ve kişiler neye bakarsa neyi okuyabilirse hep yaratılmışlığı ve yaradılışın kanunlarını okuyabildiği için medeniyet kurarken haddini aşabilir mi? Medeniyetler neden helak olurlar? Günümüz de Somut düşünceden soyut düşünceye doğru hızla geçtiğimiz ve atomun parçalanmasıyla kuarklardan sonra tanımlamaya çalıştığımız her biri yapı tam olarak gözlemlenemediği için sadece o parçacıkların orada olmaları gerektiği konusunda fikirlerin üretildiği Belirsizlikler ve olasılıklarla dolu bilim felsefesini ürettiğimiz bir çağdayız. Atom altı seviye artık soyut düşünceyle yapılmaktadır. Bu soyut düşünce maalesef temellerini kadim metafizikle özdeşleştirmektedir. Kâinatın yapısının % 4 ‘ünü okuyabildiğimiz ve % 96 kısmının henüz tanımlayamadığımız gerçeğini temel alırsak kâinatı okuyabildiğimiz bu % 4’ e hapis edebilirmiyiz? 19yy. Sonlarına kadar bizi aynılaştırmaya çalışan bazı fırsatçı kişiler her şeyi ve herkesi bir potaya koyup eritme hastalığına tutulunca “Makineleştirildik”. Bazı kişiler kendi okuduklarını yeterli görüp sahiplenince keşiflerini “statik evren modeli” üzerine inşa ettiler. Uzunca bir dönem tasarımlarımız(tasavvurlarımız) hapis edildi. Bu sebeple günümüz kâşiflerini çok büyük bir sorumluluk beklemektedir. İlim hapis edilemez okumanın sonu yoktur. Birçok doğru bildiğimiz yanlış var. Geçmiş Bilim insanları tarafından dayatılan Darwinist tutumun aksine Âdem ilk yaratıldığından itibaren kâinatı okumaya başladı. Bizi bize en doğru kim anlatabilir yaratandan başka. Yaratan tarafından en güzel surette OKUyabilme potansiyelinde yaratıldık.

Kitabımızdan öğreniyoruz ki, çağlar boyu her topluluk kurduğu medeniyetle sınanmış. “Nankörlük veya şükür “ sınavın en büyük diğer bir parçası. İnsan ya ŞİRK koşar ya da ŞÜKÜR eder. Azabın kelime anlamı mahrum bırakılmak demektir. Halka zulüm ederek şımarmış nice üst düzey topluluklar hakkında Azap sözü hak olunca kendilerine bahşedilen nice nimetlerle yani kurdukları medeniyetle beraber helak olmuşlardır. Bize örnek olarak verilen kavimler bu hakikati haykırır. Allah kimseye zulüm etmez o topluluk kendi içlerindeki yapılarını değiştirmedikçe yani Allaha şirk koşmadıkça Allah hiçbir topluluğa azap etmez.

Toplumların konuştuğu dil canlıdır ve eskir. Her toplum kendi diliyle var olur. Toplumların birbirlerinden türetildiği gibi Diller de birbirlerinden türetilmiştir. Kâinatta her şey değişir ve gelişir. Fakat 1400 yıldır kelimeleriyle zamana karşı koyan değişmeyen yegâne bir sabite var elimizde. Ahir zaman da Yaratan tarafından koruma altına alınan İnsanlık için çok büyük bir lütuf olan muhteşem bir kitap. Muhammed as.’mın son Nebi-Elçi olması ve başka bir Nebi- Elçinin gelmeyecek olması bize bu hakikati haykırmaktadır.

Kitabımızdaki kelimeler yaratıcı tarafından sabitlenmiştir. Allahın kelimelerinin yerlerini değiştirecek hiçbir güç yoktur. Bizden önceki İlahi kitapların tahrifi kelimelerin yerlerini değiştirmekle ve kelimelere yüklenilen yeni kavramlarla mümkün olmuştur. Ehli kitap âlimlerinin Ellerinde saklamakla yükümlü oldukları kitaplarını tahrif etmeleri sebebiyle Kula kulluk serüveni başlatılabilmiştir. Ehli kitap âlimlerinin kelimeleri bağlamlarından koparıp başlattıkları kavram kargaşasını ayırt edebilmek sadece Kur’an la mümkündür. Evrenin ölümüne doğru gittiğimiz bu süreçte Son Nebi-Elçimizle bize bildiren KUR’AN tek kurtuluşumuzdur.

Kur’an Muhteşem bir kitaptır. Okudukça bu hakikatle karşı karşıya kalırız. Kur’an su gibidir. Suda her şeyin çözüldüğü gibi tüm bilgilerde Kur’an la bir anlam kazanır ve tüm bilgiler kur’an da çözülür. Stuttgart’taki Aerospace Enstitüsün de Uzmanlar suyun hafızasının muhteşemliği karşısında şaşkına dönmüş durumdadırlar. Su Kâinatta yol alırken tüm bilgileri kendinde toplama potansiyeline sahipmiş. Her bir su damlası özel bir hafızaya sahip ve her bir su damlası diğeriyle asla aynı değil. Kâinatta hiçbir şey bir diğerinin aynı değildir. Hiçbir kar tanesi aynı değildir hatta her bir bireyin parmak izi -göz retinaları da birbirinden farklıdır… Hepimiz bir bütünün içindeyiz birbirimize bağımlı bir o kadarda bağımsız ve tek tek yaratılmışız. Bu sebeple Ölçüsü ve miktarı aynı olan atomlardan söz ediyor olsaydık kâinatta hatta dünyamızda farklılıklardan asla söz ediyor olmazdık. Ve Her şey aynı olurdu. Maddeyi canlı cansız ayırımı yapmadan aynı kefeye koyup okuyan bilim insanları bir daha düşünsünler…

Nebi- Elçimize inen ilk emir OKU. Kelimeler elçimize inzal oldu. Kelimelerle tasavvurlar inşa edilir. Ve bu bir süreç işidir. Allahın bir Emrini dinlemeyip hata yapan atamız Âdem yine Rabbimizin lütfü sayesinde tövbe edebilmiştir.

…Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O’na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti. Gerçekten de O, evet O, Tevvâb’dır, tövbeleri cömertçe kabul eder; Rahîm’dir, rahmetini cömertçe yayar.
(Bakara-37)

İbrahim atamız kelimelerle sınandı.

Hani Rabbi, İbrahim’i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da onların hakkını vermişti de Rab şöyle demişti: “Seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim, “Soyumdan birilerini de” deyince Allah: “Benim ahdim zalimlere ulaşmaz.” buyurdu.
(Bakara-124)

Kelimeler olmasaydı biz okumaktan bahsedemezdik. Rabbimizin Nebi- Elçimize olan ikazı yavaş yavaş OKU emri hepimiz için geçerli olan bir emir olmalıdır.

Hızlı okumak anlam kümesi kurmamızı engeller. Yüzeyden okunan yüzeyde kalmaya mahkûmdur. Ve bu kelimelerle kurulan tasarımlar(tasavvurlar) sindirilemediği için Ağızda ki laf kalabalığından öteye geçemeyeceklerdir…
Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hüküm-hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” desin. O ancak şöyle der: “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar/Rabbaniler olun!”(Al-i İmran-179) Kâinat kitabını bir tek kişi okuyamaz Fıtrat faklılıklarının olması buna delildir. Biz Müslümanların saflar halinde yekvücut olarak kâinatı okumalıyız. Bütünün içinde tek tek yapılan okumlar kişinin kendi Fıtratında olan potansiyel durumunu kine tize etmesidir. . Bu okumada her şeyini Allaha borçlu olduğunu bilen ve emir ve yasaklara uyan haddini bilip takvasını takınan kişilerden oluşmuş topluluklar bütünde ki anlam kümelerini keşfederek barış ve esenlik içerisinde bir medeniyet kurabileceklerdir.. Her şeyin Paylaştıkça çoğaldığı bir sistemle karşı karşıyayız.

Kâinat Kitabını ve Kur’anı üç ayrı şekilde okumak mümkündür.
Tek bir kişi iki kitabı okurken şayet parçacı okursa, okuduğu tek bir parçanın tümünün bilgisinin tek bir parçada barındırdığını zannedip ve hakikati sadece üç boyuta hapis edip tanımlayacaktır.

Yâda kişi madde ve kelimeleri önemsemeyip sadece soyutlama mantığını temel alarak maddenin tanımlanan üç boyutunun da ötesine geçip her şeyin enerjiden ibaret olduğunu savunacaktır. Maddeyi tanımlarken kişi soyutlama mantığında bir dayanak noktasından yoksun ise mutlaka haddini aşacaktır. Böyle bir aklın tutunduğu evren tasavvuru sonsuzdur. Artık günümüzde de Kuantum fiziğinin kozmolojik yorumuyla maddenin üç boyutlu yapısından çıkılmıştır. Artık düşüncede En-boy-derinliğinin ötesine geçilmiş her şeyin tek bir enerji türüne dönüştürüldüğünü zanneden felsefecilerle karşı karşıyayız.
Üçüncü, tür okuma şekli daha vardır ki haddini bilerek kâinatı okuyan bu kişiler Allahın bildirdiğinin ötesine geçmeden yaratılmışı okumaya çalışan ve değer üreten kişilerdir. Bu kişiler bilirler ki soyut düşünce ispatı mümkün olmayan okuma şeklidir. Rabbin kitabını mihenk taşı yapmış ve haddini bilen bu kişilerin yapmış olacağı okuma şekli çok farklı olacaktır.

İkinci tür okuma şekli kadimdir. Vahiy dışı yazılarak sadece kişilerin mana âleminde yaptıkları ve kayda geçtikleri okuma şeklidir. Soyutlama mantığında haddi aşan ve sistemin tamamının akıldan/düşünceden ibaret olduğunu var sayan bu mantık maddeyi yok sayan kişilerin okuma şeklidir. Hermetizim olarak bilinen ve bazı Yunan düşünürlerinin felsefesiyle harmanlanan ve birçok İslam âliminin benimsediği bu okuma şeklinde Kâinat akıldan/düşünceden ibarettir zannını vardır. Ve bu sistemin adı Allahtır. Veya bu sistemin adı Allah ve sistemidir. Her iki bakış aslında birbirinin aynıdır çünkü Allahtan sudur eden ilk akıla inanırlar. Sudur edende ruhtur/ışıktır(enerjidir) Bu kişiler Ruhu-ışığı Allah ile özdeşleştirdikleri için Bakışlarını sudur ve hulul nazariyelerine dayandırırlar. Muhammedi nur veya Muhammedi bilinç tezleri bu tür tezlerdir. Bu düşünce felsefesinde ilk önce akıl vardı bu ilk akıl kendi kendini bildi sonra bu ilk akıldan ikinci akıl doğdu (Ruh-ışık) ikinci akıldan diğer akıllar türedi. Bu düşünce yapısında olan kişiler Kendilerine İlahi aklın kuvveden fiile çıkmış bir hali yani kendilerini üstün akılın bir yansıması olarak görürler. Piramitsel Kast sistemini benimseyen bu kişiler çaktırmadan kendilerine ilahlık atfederler. Olaylara bu tür bir mantıkla yaklaşan kişiler her şeyi izafi görme hastalığına tutunan kişilerdir. Günümüzde Kuantumun mistik yorumcuları tarafından savunulan bu düşünce akımı kadim felsefenin Bilimle desteklenip dinleştirilmeye çalışılan halidir. Bu felsefeyle mi bilim üretildi yoksa bilimle mi bu felsefe oluşturuldu cevabını bulmak güçtür.

Evrenin yapısı hakkında, Evrensel aklın kendi kendisini bilme sınavın da olduğunu savunan bu yaklaşımlar felsefidir. Evrensel akıl yaklaşımı Vahiyle bildirilen değil mana âleminde kendisine ilhamla bildirilen kendi düşüncelerinin doğru olduğunu kabul eden kişilerin yaklaşımdır. Bu yaklaşımlar Tao da, Zen budizmin de , Brahmanizim de Zerdüşte, Mani ve mitra gizemlerinde mevcuttur. “Âlemlerin hepsi hayaldir” “Sen çift görüyorsun bu gözündeki şaşılıktandır” “Tek ve tümel bir yapıdayız”.”Tekin seyri”, ”,”La mevcuda illa hu”, Haydan geliyoruz huya dönücüyüz” gibi kısaca Vahdeti- vücutçu olarak tanınan bu yaklaşımlar çağlar boyu farklı kelimelerle izah edilmeye çalışılsa da içerdikleri tasavvurlar(kavramları) aynıdır. Günümüz de Vahdet-i vucut Kunatum potansiyel olarak piyasaya çıkmıştır. Her şeyi düşünceden ibaret sayan yaklaşım Kur’an taban tabana zıttır. Kuantum kozmolojisinin savunduğu holografik everen tezi tüm mistik yorumları içinde hapis etmekle yine kişilerin sorumlulukları üzerlerinden alınmaktadır. .

Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ‘birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış’ bir Kitap’tır.
(Hud-1)

Allah kimseye kul olmayalım diye muhteşem bir kitap indirmiş. Sınavımız şirksiz Allaha iman ve güven. Emir ve yasaklara uymak Allaha güvenmektir aynı zamanda Vahyin insan sözü karışmamış bir kelam olduğuna iman etmiş her bir kişi Allah ne demişse o der. Ve emir ve yasaklara riayet eder. Yaratılmışın yaratması olmaz Sistemi Kur’an bizi bize en iyi anlatır.
Rabbim Tüm Müslüman kardeşlerimize sabır ver, ayaklarımızı dinine sabit kıl, sırat-ı müstakimden ayırma göğsümüzü genişlet ve ilmimizi arttır.

Mürüvvet Çalışkan.


About the Author
Author

MuruvvetCaliskan

Leave a reply

Name (required)

Website