KUR’AN, SEMAVİ KİTAPLAR VE “ESKİLERİN MASALLARI”

İnançsızların çokça dile getirdikleri bir iddia vardır. Kur’an’ın aslında Tevrat, İncil hatta Avesta gibi ondan önceki kitap ve kaynaklardan alıntı olduğunu söyleyip dururlar. Hatta işi daha da ileri götürüp neredeyse tüm semavi dinlerin kaynaklarını Sümer yazıtlarına dayandırırlar.[1]

İnançsızlık gözlerini ve akıllarını o kadar köreltmiştir ki, aslında bu iddialarının onların niyetlerinin aksine Allah’ın varlığına ve dinin doğruluğuna çok sağlam ve koparılmayacak/red edilemeyecek kadar kuvvetli bir kanıt oluşturduğunu göremezler bile…

Dinin bize öğrettiğine göre ilk insandan bu yana yüz binlerce peygamber gelmiş ve bu peygamberler Allah’tan aldıkları vahiyleri kendi topluluklarına, kavimlerine iletmişlerdir. Bu peygamberlerin çoğunun adı bile bilinmez.[2] Keza bu peygamberlerin getirdikleri vahiyler kimi zaman çok az bir topluluğa hitap etmiş ve birkaç sahifeden ibaret olmuş, kimi zaman ise daha ayrıntılı olarak bir kitap şeklinde tezahür etmiştir. Bunu belirleyen unsur ise vahye muhatap olan toplulukların o anki sosyal ve kültürel durumu, seviyeleri ve ihtiyaçları ile ilgilidir.

“Eskilerin Masalları” anlayışı ve “Nuh Tufanı” ile ilgili bir örnek…

Türk mitolojisinden tutun da Yunan, Roma ve Hint mitolojilerine ve Sümer, Asur, Babil destanlarındaki anlatımlara kadar neredeyse dünyanın her bölgesindeki yazıtlarda, tabletlerde, anlatılarda ayrıntıları birbirinden farklı da olsa ortak olarak bir “Tufan olayı” ndan bahsedilir. Bu olay o kadar yaygın bir şekilde anlatılmıştır ki dünyanın neresine gitseniz, hangi kıtasındaki medeniyetine baksanız bu olayın anlatıldığını görürsünüz.

Örneğin, Hindistan’ın Satapatha, Brahmana ve Mahabharata destanlarında, Güney Amerika’nın Aztec-Toltec kayıtlarında, Maya efsanelerinde, Kuzey Amerikalı Huron Kızılderilileri “Büyükata” larının başından geçen olağanüstü serüvenlerinde, Britanya’nın Galler yöresi efsanelerinde, İskandinav Edna efsanelerinde, Alaska’da yaşayan Tlingit kabilesi anlatılarında, Litvanya efsanelerinde ve Çin kaynaklı öykülerde hep “Tufan olayın”dan bahs edilmektedir.[3]

Peki dünyanın birbirinden uzak ve habersiz hemen her medeniyetinin ortak olarak aynı olayı anlatması bize tarihte bir “tufan olayının” yaşandığına dair güçlü bir kanıt mı oluşturur, yoksa inançsızların mantığıyla bakılacak olursa hepsinin bu olayı birbirinden alıp/aşındırıp aslında olmayan eski bir masalı dillendirdiklerini mi gösterir?

Tufan insanlık tarihinin en önemli ortak hikâyesidir. Hepimizindir, her milletindir, her dinindir. İnansın inanmasın bugün dünyada yaşayan herkesin atasının öyküsüdür. Yaşayan ve tarihten silinen bütün kavimlerin ittifakla kabul ettikleri tarihe mal edilmiş tek olay tufandır. Tarihin derinliklerinde, muhtemel ki on binlerce yıl önce vuku bulan bu devasa, akıllara durgunluk veren cihanşümul bir olayın aradan geçen uzun zaman boyunca kavimlerin kültürlerine göre şekillendiğini görüyoruz. Olay yeri ve kahramanları her kültürde farklıdır. Tufanın böyle bütün dünyada ortak bir kültür olması insanlığın bir başlangıcının olduğunu ve bu olayın bütün milletlerin babasına dayandığını göstermektedir. Nitekim her kavim bu olayın kendi soyunu oluşturan dedelerinin başından geçtiğine inanır. [4]

Peki bu konuda güncel araştırmalar ve bilim ne diyor?

“Titanik’i bulan ünlü su altı araştırmacısı Robert Ballard,[5] kutsal kitaplarda dile getirilen Büyük Tufan’ın gerçekten meydana geldiğine dair kanıtlar bulduklarını açıkladı.

ABC News’un haberine göre, Columbia Üniversitesi’nden iki bilim adamıyla beraber Karadeniz’de araştırma yaptıklarını belirten Ballard, Karadeniz bölgesinde büyük bir tufan olduğunu gösteren bulgulara ulaştıklarını bildirdi.”[6]

Tufan ile ilgili elbette bir sürü farklı ayrıntılar, anlatılarda değişiklikler,  kültürel ve sosyal algılamalardan kaynaklanan sübjektif değerlendirmeler olabilir ama dünya üzerinde birbirlerinden kıtalarca uzaklıktaki bu kadar uygarlığın birbirlerini görmemelerine ve farklı zamanlarda yaşamalarına rağmen aynı olayı anlatmaları bize bu olayın yaşandığına dair kesin ve red edilemez bir kanıt sunar.

Gelelim Kur’an ve Semavi Dinlerin Kitapları arasındaki benzerliklere…

Tüm evreni yaratan Allah bir ve tek olduğuna göre ve aynı Allah dünyada farklı zamanlarda yaşamış, farklı topluluklara peygamberler gönderdiğine göre hepsine gönderdiği mesajın/vahyin birbirine benzemesinden daha doğal ne olabilir?

Yeryüzündeki insanların farklı dillerle konuştukları malumdur. Örneğin Evrenin bir ve tek yaratıcısı olan Allah başka dillerde Tanrı, Tengri, God, Gud, Rab, Yehova, Ahura Mazda,  vb… farklı dillerde farklı isimlerle anılabilir…

Biz Hz. İsa’ya “İsa” derken, Avrupalılar Jesus diyebilir. Hz. Davud’a David, Hz. Süleyman’a Solomon, Hz. İbrahim’e Abraham denildiği gibi.

Hatta farklı dillerde ülke adları bile farklı telaffuz edilir. Örneğin Germany- Almanya ya da England- İngiltere, Turkey- Türkiye gibi…

Fakat bu farklılıklar bahsedilen kişi ya da varlıkların başka başka kişiler ya da varlıklar olduğunu göstermez.

Örnekler:

Hindu kitaplarında bunun bir–kaç örneği vardır. Meselâ, Atharva Veda, “Kutsal Bilgi” mânâsında “Brahma Veda” olarak da bilinir. Vedalar’la alâkalı bir inceleme göstermiştir ki; “Brahma” aslında “Abraham” (İbrahim)dir; Abraham’daki baş harf (A–elif), sona alınarak, kelime Brahma hâline getirilmiştir. Bu iki kelime, İbrahim Peygamber’in konuştuğu dile yakın bir dil olan Arapça harflerle yazıldığında, bu tahlilin doğru olduğu görülecektir. Benzer bir şekilde, Vedalar’da Hz. İbrahim’in ilk eşi Sara “Saraswati” ve Tufan Peygamberi Nuh (a.s.) da “Manuh” veya “Manu” olarak geçmektedir. İsmail ve İshak nebiler de Vedalar’da sırasıyla “Atharva” ve “Angira” olarak anılmışlardır.

Hinduların bütün büyük kitapları Hz. Muhammed’i önceden haber vermiştir. Verilen haberlerde, Allah Resülü’nün pek çok vasfı, hayatı, Hz. İbrahim, Kâbe, Bekke (Mekke) ve Arap yarımadasına ilâveten, Resûlüllah’ın ismi de Mahamed, Mamah ve Ahmed şeklinde zikredilmiştir. Mahamed ismi Puranalar’da; Mamah, Atharva Veda’nın bir bölümü olan Kuntap Sukt’ta ve Ahmad, Sama Veda’da yer almaktadır.

Keza Hz. Peygamber’in Zerdüştî kitaplardaki ismi, Saoşyant (Âlemlere rahmet)’tır. Budist kutsal kitaplarındaki isimleri de, Metteya’ ve ‘Maitreyadır. O, Ahd-i Atik’te, ‘Şilo (Allah’ın Rasûlü)’, ‘Barnaşa (İnsanoğlu)’ ve ‘Himda (Ahmed)’ diye adlandırılmıştır. Onun Ahd-i Cedid’deki isimleri, Periqlytos (Ahmed)’, ‘İnsanoğlu’ ve ‘O Peygamber’dir. Hristiyanların kabul etmediği Barnaba İncili’nde ise onunla ilgili müjdeler daha bârizdir; bu kitapta o, bizzat ismiyle müjdelenmiştir.

Aynen bunun gibi farklı medeniyetlerde, farklı kültürlerdeki yazıtlarda yer alan bilgilerde Allah’ın, yani evrenin yaratıcısının; ya da Adem’in veya meleklerin ya da ahretin vb…  telaffuzları farklı olabilir. Bu yazıtlardaki her ayrıntıyı doğru olarak kabul etmek de yanlıştır. Zira yazıtlar tahrife uğramış, (Milattan önceki kaynaklar bir tarafa semavi kaynaklardan Tevrat ve İncil’in bile ne kadar tahrife uğradığı malumdur), içlerine bir takım uydurmalar, abartmalar, ayrıntılar katılmış olabilir. Ama sonuçta gelinen ortak noktaya bakıldığında tabletlerin hemen hepsinde bir yaratıcıdan, hatta insanın topraktan yaratıldığından, tufandan, ahret inancından, cennet ve cehennemden, şeytandan, iyilik ve kötülükten bahs edildiği görülmektedir.

Tüm Dünyada Tek Tanrı inancı ve Dinin Tahrif Edilmesi

Mezopotamya ovası tarihsel kaynaklarda “uygarlıkların beşiği” olarak nitelendirilir. Mezopotamya ovasına çok da uzakta olmayan bir yerde ise Antik Mısır medeniyeti bulunmaktadır.

Bu uygarlıklarla ilgili yapılan arkeolojik çalışmalarda dikkat çeken hususlardan biri, bu toplulukların dini inançlarına dair elde edilen bulgulardı. Elde edilen yazıtlarda sayısız sahte ilahların yaptıkları işler anlatılıyordu. Daha çok bulgu ele geçtikçe ve araştırmacılar bunları çözmekte daha başarılı yöntemler buldukça bu uygarlıkların inançlarıyla ilgili bazı detaylar ortaya çıkmaya başladı. Dikkati çeken en önemli nokta ise bu kavimlerin inandığı batıl ilahların hepsinin üstünde tek bir İlah inancının bulunuyor olmasıydı. Elde edilen tarihi kayıtlar ve bulgular, tarih boyunca hak dinin var olduğunu göstermekteydi.

Mezopotamya, Mısır, Hint, Avrupa medeniyetlerinin yanı sıra Aztek, İnka, Mayalar gibi Amerika medeniyetlerinin de tek İlah inancını bildiklerini, kendilerine hak dini tebliğ eden uyarıcıların geldiğini gösteren deliller elde edilmiştir. Çok tanrılı inancın içinde tek Tanrı inancının gizli olduğunu bulan araştırmacılardan ilki, Oxford Üniversitesi’nden Stephan Langdon’du. Langdon, 1931 yılında elde ettiği bulguları bilim dünyasına duyururken, elde ettiği bilgilerin çok beklenmedik olduğunu söylüyordu, çünkü bu bulguların daha önceki açıklamalarla tamamen çelişmekte olduğunun farkındaydı. Langdon bulgularını şöyle açıklıyordu:

Benim görüşüme göre insanın en eski tarihi, tek tanrı inancından çok sayıda (sözde) tanrının ve kötü ruhların varlığının inancına doğru çok çabuk bir bozulmayı gösteriyor.7

Langdon 5 yıl sonra, The Scotsman adlı dergide ise şunları yazıyordu:

Tüm deliller, kesinlikle başlangıçta bir “tek Tanrı” inancının bulunduğunu gösteriyor. Semitik kökenli halkların arkeolojik ve edebi kalıntıları da en eski zamanlarda bile bir “tek Tanrı” inancının var olduğunu gösteriyor. Yahudi dininin ve diğer Semitik kökenli dinlerin, totemistik, putlara dayanan bir kökeni olduğu teorisinin tamamen geçersiz olduğu bugün anlaşılmış durumda.8

Günümüzde Tell-Esmar olarak isimlendirilen MÖ 3000 yılına ait bir Sümer şehrinde yapılan kazılarda da Langdon’un söylediklerini tamamen doğrulayacak bulgular elde edildi. Kazı çalışmalarını yöneten Henry Frankfort resmi raporunda şöyle diyordu:

Kazılarımız, tüm değerli bulgulara ek olarak Babil dinleri hakkında çok önemli bazı gerçekleri daha ortaya çıkardı. Bir sosyal sistem içinde dinsel değerlerin nasıl yerleştirilmiş olduğuna ilk defa şahit oluyoruz.

Bir tapınak ve bu tapınakta ibadet etmekte olan kişilerin evlerinin kalıntıları bulundu. Bu sebeple tek başına bir anlam ifade etmeyen bulguları bir bütün olarak değerlendirebilmekteyiz.

Örneğin, mühürlerin üzerindeki resimlerde genel olarak ilahlara yapılan tapınmalar resmediliyor. Ancak bu resimlerin tümünde bu tapınakta sadece tek bir Tanrı inancının olduğu görülmekte. Bu sebeple, en eski zamandaki Sümer-Akad inanç sistemi içinde, bu tek İlah’ın değişik sıfatlarının ayrı ilahlar olarak görülmediği anlaşılıyor.9

Frankfort’un bulguları çok önemli bir gerçeği gösteriyordu: Batıl, çok tanrılı inanç sisteminin ortaya çıkış şekli. Birden çok ilaha tapınma sapkınlığı, dinlerin evrimi teorisinin iddia ettiği gibi insanların doğa güçlerini temsil eden bazı kötü ruhlara tapınmalarıyla ortaya çıkmamıştı. Bir ve tek olan İlah’ın farklı sıfatları çeşitli insanlar tarafından zaman içinde değişik yorumlanmışlar ve bir İlah inancında bozulmalar meydana gelmişti. Tek bir İlah’ın değişik sıfatları, zaman içinde birçok ilah inancına dönüşmüştü.

Langdon’un Sümer tabletlerinin tercümelerini yayınlamasından bir süre önce, Friedrich Delitzch isimli araştırmacı da benzer bir keşifte bulunmuştu. Bu araştırmacı, Babil inanç sistemi içindeki çok sayıdaki ilahın, gerçekte o dönemde Marduk olarak adlandırılan tek bir İlahın farklı özelliklerinden türediğini ortaya çıkarmıştı. Yapılan araştırmalar, Marduk inancının da hak olan tek İlah inancının zaman içinde bozulmasıyla türediğini gösteriyordu.

Marduk olarak adlandırılan tek İlah’ın çeşitli isimleri vardı. Bunlardan bazıları “Ninib”, yani “Güç Sahibi”, “Nergal” yani “Savaş Tanrısı”, “Bel” yani “Tek İlah”, “Nebo” yani “Mesaj Getiren İlah”, “Sin” yani “Geceyi Aydınlatan”, “Shamash” yani “Adalet Tanrısı”, “Addu” yani “Yağmur Tanrısı”ydı. Zaman içinde Marduk’un bu özellikleri, sanki Marduk’tan bağımsız güçlermiş gibi değişik tanrılara dönüştürülmüştü. Aynı şekilde Güneş tanrısı, Ay tanrısı gibi birçok batıl ilahlar hayal gücünün etkisiyle üretilmişlerdi. Görüldüğü gibi, hem Marduk inancı hem de bu sahte ilahın diğer isimleri, bu inancın aslında Allah inancının zaman içinde bazı insanlar tarafından bozulmasıyla ortaya çıktığını göstermektedir.

Benzer bir bozulmanın izlerini Antik Mısır’da da görmek mümkündür. Araştırmacılar Antik Mısır’ın başlangıçta tek Tanrılı bir inanç sistemine sahip olduğunu, daha sonra bu tek Tanrılı inancın bazı kimseler tarafından tahrif edilerek Güneş’e tapan “Sabiilik”e dönüştüğünü bulmuşlardı. Antropolog Le Page Renouf bu konuda şunları söyler:

Mısır dininin oluşumu, çok sayıda tanrının elenerek tek Tanrıya dönüşmesiyle olmamıştı. Aksine, Mısır dininin tek Tanrı inancına yakın olduğu zamanlar bu uygarlığın şahit olunan en eski zamanlarına denk geliyordu. Mısır dininin son aşamaları ise tüm Mısır dininin en çok bozulmuş hali olmuştur.10

Mısır Kralı Akheneton tek Tanrı’ya inandığını açıklamış ve tüm putları kırdırmıştır. Allah’a olan inancını şu şekilde dile getirmiştir: Tanrı uludur, birdir, tektir. Ondan başkası yoktur. Bir tanedir, O’dur her varlığı yaratan. Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh… Ta başlangıçta vardı Tanrı, Tek varlıktı O. Hiçbir şey yokken O vardı. Herşeyi O yarattı… (solda) Antropologların yaptıkları araştırmalar, çok tanrılı batıl inanışların tek Tanrılı tevhid inancını taşıyan dinlerin zaman içinde tahrif edilmesiyle ortaya çıktığını göstermektedir.

Antropolog Sir Flinders Petrie de, çok tanrılı batıl inanışların tek Tanrılı tevhid inancını taşıyan dinlerin zaman içinde tahrif edilmesiyle ortaya çıktığını söylemektedir. Üstelik bu bozulma süreci, sadece geçmişte yaşamış topluluklarda değil, günümüzde de gözlemlenmektedir. Petrie şöyle demektedir:

Eski zamanlardaki dinlerde birçok sınıfta tanrıya rastlanır. Ancak günümüzdeki pek çok kültürde de böyle bir yaklaşım sergilenir. Örneğin bir Hindu, sayıları gittikçe artmakta olan tanrı ve tanrıçalar arasında yaşamaktan zevk duyar… Diğerleri ise tanrılara bile tapmazlar, animistik ruhlara, şeytanlara tapınırlar…

Eğer ruhlara tapmak tek bir İlah’a tapmaya uzanan bir evrim sürecinin ilk basamağı olsaydı, bu durumda çok tanrılılığın gittikçe tek tanrılılığa evrimleşmesinin kanıtlarını görmemiz gerekirdi… Bunun tam aksine tek görebildiğimiz, tek Tanrı inancının her zaman ilk basamak olduğudur…

Çok tanrı inancını ilk oluşumuna kadar izleyebildiğimiz her yerde, bunun tek Tanrı inancının bir çeşitlemesi olduğunu görüyoruz…11

Hindistan’da Batıl Çok Tanrılı İnancın Kökeni

Hint kültürü, Ortadoğu kültürleri kadar eski olmasa da, dünyanın eski medeniyetlerden birisi sayılmaktadır.

Hindistan’daki batıl inanışlarda tapılan sözde ilahlar neredeyse sayısızdır. Bu batıl dinleri inceleyen araştırmacılardan bir tanesi ise Andrew Lang’dir. Lang, uzun araştırmaları sonucunda, çok tanrılı dinlerin Ortadoğu’da çıkış sürecinin bir benzerinin Hindistan’da da yaşanmış olduğunu ortaya koymuştur.

Edward McCrady de, Hintlilerin Veda isimli kitaplarını incelerken, Hint kültürünün erken dönemlerinde tanrıların, tek bir üstün İlah’ın değişik özellikleri olarak yorumlandıklarını yazar.12 Veda kitabındaki ilahilerde de, açık olarak tek Tanrılı tevhid inanışının bozuluşunun izlerini görmek mümkündür. Konuyu inceleyen araştırmacılardan Max Müller, başlangıçta tek İlah inancının bulunduğunu kabul etmektedir:

Veda’da tek Tanrı inancının çok tanrı inancından daha önce olduğunu görüyoruz. Çok uzun bir zaman geçtikten sonra bile sayısız tanrılar arasında tek bir sonsuz Tanrı inanışı, göğü bir sis gibi sarmış olan putperest anlayışın arasından, mavi göğün belirivermesi gibi ortaya çıkıyor.13

Bundan da bir kez daha anlaşılmaktadır ki, dinlerin evrimi değil, hak dine insanlar tarafından birtakım batıl inanışlar eklenerek veya bazı emirler ve yasaklar göz ardı edilerek dini inançların zaman içinde bozulması söz konusudur.

Avrupa Tarihinde Dinlerin Tahrif Edilmesi

Tarihi Avrupa toplumlarının inanışlarında da benzer bir bozulmanın izini görmek mümkündür. Örneğin Eski Yunan’ın batıl inançları üzerine araştırmalar yapmış olan Axel W. Persson, Tarih Öncesi Yunan isimli eserinde şöyle der:

İlk baştan beri var olan tek Tanrı inancı, daha sonra Yunan dinsel mitlerinde gördüğümüz sayısız önemli önemsiz tanrısal kişiliklere dönüşmüştür. Benim görüşüme göre bu birçok ilahın varlığı, tek ve bir olan bir Tanrı’yı tanımlayan değişik isimlerin zamanla değişik yorumlanmasına bağlıdır.14

Aynı tahrifatın izlerini İtalya’da da takip etmek mümkündür. Arkeolog Rosenzweig, erken Etrüsk dönemine rastgelen “Iguvine Tabletleri” üzerinde yaptığı incelemelerde “ilahlar ilk olarak sıfatların, değişik özellikler olarak yorumlanmasından ortaya çıkmaktadır” demektedir.15

Kısacası yaklaşık bir yüzyıldır ele geçirilen tüm antropolojik ve arkeolojik bulgular, tarih boyunca toplumlarda önce tek Tanrı inancının var olduğunu, ancak bunun zamanla bozulduğunu göstermektedir. Başlangıçta herşeyi yoktan var eden, herşeyi gören ve bilen, tüm alemlerin sahibi olan Allah’a inanan toplumlar, zamanla Rabbimiz’in sıfatlarını ayrı ayrı ilahlar olarak düşünme yanılgısına düşmüş ve birden fazla batıl ilaha tapınmaya başlamışlardır. Hak ve gerçek olan din, bir ve tek ilah olan Allah’a ibadet edilen dindir. Çok tanrılı dinler ise, Rabbimiz’in Hz. Adem’den beri insanlara vahy ettiği hak dinin insan eliyle bozulması sonucunda ortaya çıkmışlardır.

Anlatmak istediğim şudur:

Peygamberimizden önce de nice peygamberler geçti. Ve onların pek çoğu kavimlerinin anlayış seviyelerine göre evrenin bir ve tek yaratıcısı olan Allah’tan, ilk insanın cennetteki macerasından, meleklerden, cennetten- cehennemden, şeytandan, ahiretten bahs ettiler. İlk insanın topraktan yaratılışından tutun da, evrenin altı devrede yaratılmasına kadar, İblis’in, şeytanın kibrine yenik düşmesinden tutun da kıyamete kadar…

Onları dinleyen kavimleri bu anlatılanlara pek çok şey kattılar, tahrife uğrattılar, bozdular, kendilerine birtakım kutsallar, rabler edindiler… Tıpkı israiloğullarının daha Hz. Musa hayattayken buzağıyı kutsallaştırmaları gibi…

Bir ve tek olan Allah inancı saflığını koruyamadı… İnsanlar her seferinde kendilerine gelen mesajları çarpıttılar. Kendilerine başka başka rabler edindiler. Yunan mitolojisindeki gibi onlarca tanrılar, efendiler, rabler türettiler…

Fakat Allah her seferinde, her peygamber gönderişinde mesajını yeniledi. Onun şüphesiz ki en büyük ve en temel mesajı “Bir ve tek olan Allah’tan başka ilah yoktur” mesajı yani tevhid mesajıdır.

Bu mesajın en parlak olduğu kitap hiç şüphesiz Kur’andır. Bu mesajın ya da Kur’an’daki diğer bazı bilgilerin eski semavi kitaplarda ya da eski medeniyetlerin yazıtlarında da geçmesi inançsızların iddia ettiği gibi Kur’an’ın onlardan alıntı yaptığının değil aksine bir ve tek olan Allah’ın ilk insandan bu yana mesajının/vahyinin peygamberleri vasıtasıyla insanlara sürekli olarak tekrar tekrar gönderildiğinin en keskin kanıtıdır.

Tüm âlemleri yaratan bir ve tek olan Allah olduğuna göre; Allah’ın M.Ö binlerce yıl öncesine ait olduğu iddia edilen Naacal tabletlerinde bahs edilen yazılardan tutun da Sümer yazıtlarına, bazı âlimlerin Kur’an’a dayandırdığı görüşe göre ehl-i kitap sayılan Mecusilerin kitabı Avesta’dan[16] tutun da, Tevrat ve İncil’e ve Kur’an’a varıncaya kadar aynı mesajı göndermesinden ve insanlara salât, namaz, oruç, sadaka, zekât, iyilik, kötülük, şer, cennet, cehennem, ahlaki kurallar vb. gibi birbirine benzer uygulamaları, bilgileri öğretmesinden daha doğal ne olabilir?

Eğer insanlar kendi düşünceleri, menfaatleri uğruna Allah’dan gelen vahyi, bilgiyi, dini, mesajı tahrif etmeselerdi dünyanın her yerinde ilk insandan bu güne kadar tüm insanlara aynı mesajın iletildiğini çok daha net olarak görebileceklerdi…

Hâlâ akıl etmez misiniz? Enbiya-66-67.

Metin AYDIN

www.ateizmvedin.com


[1] Söyle onlara: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse ğaybı bilemez. Ne zaman yeniden diriltileceklerini de bilmezler. Oysa ahiret hakkında kendilerine devamlı bilgi veriliyor. Fakat onlar kuşku içinde kıvranıp duruyorlar. Açıkçası kalp gözleri körelmiş, göremiyorlar. Kâfirler: “Nasıl yani, biz ve atalarımız toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz? Geçin bunları, bu lafları çok duyduk. Bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değil.” diyorlar.” (Neml; 60-68)

[2] Biz senden önce de birçok resul gönderdik. Onlardan bazısını sana anlattık, bazısını ise anlatmadık. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmaksızın bir mûcize getiremez. Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve batıl yolda olanlar, (özellikle ısrarla, peygamberin azap getirmesini isteyenler) hüsrana uğrarlar. (40:78)

[3] http://www.yavuzornek.com/

[4] http://www.yavuzornek.com/Tufan-Nas%C4%B1l-Olu%C5%9Ftu.php

[5] http://www.nationalgeographic.com/blacksea/ax/frame.html

[6] www.trthaber.com/haber/bilim-teknik/nuh-tufani-bilimsel-olarak-kanitlandi-66810.html

7. Stephen H. Langdon, “Semitic Mytology of All Races”, Vol. V, Archaeol. Instit. Amer., 1931, s. xviii

8. Stephen H. Langdon, The Scotsman, 18 Kasım 1936
9. H. Frankfort, Third Preliminary Report on Excavations at Tell Asmar (Eshnunna): Quoted by P.J. Wiseman in New Discoveries in Babylonia about Genesis, Marshall, Morgan and Scott, sf. 24.
10. P. Le Renouf, “Lectures on the Origin and Growth of Religion” as illustrated by the Religion of Ancient Egypt, Williams and Norgate, London, 1897, s. 90
11. Sir Flinders Petrie, The Religion of Ancient Egypt, Constable, London, 1908, sf. 3-4
12. Edward McCrady, Genesis and Pagaan Cosmogonies, Trans. Vict. Instit. 72 (1940), sf.55
13. Max Muller, History of Sanskrit Literature: Quoted by Samuel Zwemer, sf. 87
14. Axel Persson, The Religion of Greece in Prehistoric Times, University of California Press, 1942, sf. 124
15. Book review, American Journal of Archaeology, 43 (1939): sf. 170-171

16. Gerçek şu ki, (bu ilahi öğretiye) inananlar, Yahudi inancına bağlı olanlar ve Sabiiler, Hristiyanlar ve Mecusiler ve bir de, müşrikler arasındaki hükmü Kıyamet Günü Allah verecektir: çünkü Allah her şeye tanıktır. (22:17)

17. http://www.kabatasdevri.com


About the Author
Author

metinlone

Comments (6)
Leave a reply

Name (required)

Website