İncil’i de Oku’madılar | İzdüşümü

İncil’i de Oku’madılar | 1.Bölüm

Kuran’da, daha önce indirilen ve toplum dilinde semavi olarak adlandırılan kitaplara bir karşı duruş yoktur. Aksine, eski kitapların onaylandığı, gizlenilen, ihtilafa düşülen konuların açıklığa kavuşturulduğu belirtilir. Ehli kitaptan bahseden ayetlerde ehli kitabın hatalarına ve kötülüklerine işaret edilmesi daha önce indirilen kitapların da kötü olduğu anlamına gelmez. Kuran’da nasıl ki insanlığın kibirlilik, acelecilik, nankörlük ve aklını kullanmamak gibi vasıflarıyla kötülenmesi söz konusu iken doğru işler yapanlar müstesnadır, ehli kitap için de bu böyledir diye düşünüyorum. Ehli kitabı dost/veli edinmeyin ikazını dinde rehber/lider edinmeyin olarak anlıyorum. Çünkü bugüne bakarsanız bu ikaz, ehli Kuran’ı da kapsar. Atıf, kitabı hiçe sayan veya onun dediklerini yapmayan ehli kitabadır. Arkadaş da oluruz, iş ortağı da, ama din adına velimiz, her zaman için Allah’tır. Rehberimiz ise peygamberimiz yaşamadığına göre sadece kitabımızdır. Ona itaat, onun getirdiğine ve dolayısıyla Allah’a itaat olarak devam eder. Onu oradan tanırız. İşte İsa’yı takip edenlerin de yapması gereken buydu. Ama onlar da İncil’i hak ettiği biçimde okumadılar, akıl çerçevesinde düşünmediler.

Demek ki en iyisi bile olsa dini bizimkinden olsun olmasın kimseyi koşulsuz takip manasında dost/veli edinemeyiz. “Kimseye müslüman değilsin demeyin” ikazındaki hedefte de ehli kitap ayrı tutulmamıştır. Bütün dinler mana olarak İslam’dır, teslimiyettir. Allah’ın sünnetinde değişiklik olmamıştır. Yani tutup bir başka kitabi din mensubuna da “sen teslim olmuş değilsin” diyemeyiz.

Geçmiş ihtilafları ortadan kaldırdığını ifade eden Kuran, özellikle İncil başta olmak üzere, Zebur ve Tevrat için de ayırt edici bir kızılötesi dürbün hüviyetindedir. Gözle görünmeyen ışığı ve müjdeyi Kuran’la görebiliriz. İsa ve İncil de, Tevrat ve diğerleri için bunu yapmıştır. İncil(ler) hak ettiği biçimde ve benzetmeler dikkate alınarak okunduğunda oldukça anlaşılır bir kitaptır.

Allah izin ederse, ara ara devam edeceğim bu yazı dizisinde Kuran ayetleriyle İncil’in çakıştığı birçok yere işaret etmeye çalışacağım. Bunu yapmaktaki maksadım İncil’i övmek ve/veya Kuran’ı yeniden ispat etmek değil, her ikisinin de hak kelam içerdiğini ve Kuran’ın gerçekten de Furkan (ayırt edici) olduğunu göz önüne sermek ve onun “o eski kitaplara da iman” ifadesinin tezahürünün bugünkü izdüşümünde nasıl olabileceğini kalbime göndermektir.

29-Ankebut 46 Kitap halkıyla, zalim olanları hariç en güzel bir biçimde tartışın ve “Bize indirilene inandık ve size de indirilene inandık. Bizim Tanrımız, sizin de Tanrınız birdir. Biz sadece O’na teslim olduk” deyin.

Biz neden bir Hıristiyan mezhepçisi kadar bile Allah’ın kelamını ve müjdesini okumayalım ki? Biz İncil’i hâlihazır haliyle kabullenmek için değil, Allah’ın (Kuran’daki) kelamının “manasını” reddetmemek için okumalıyız. Zaten göreceksiniz, bugün gafilce ve cahilce Kuran’ı anlayamayız denmesinin ve/veya rivayetler çerçevesinde ve/veya mecazları esas kabul ederek kitabın okunmasının bir benzeri batıda da İncil için geçerlidir. Oralarda ya da çoğunluğun İsevi olduğu bir toplumda yaşamamış olsak bile, büyük çoğunluğumuz medya sayesinde batı kültürüne aşinayız. Oralarda da kitaplarına sarılmaktan imtina edenler, bu yüzden tek tanrı ve Kuran gerçeğini göremeyenler var. Aynen burada Kuran’a hak ettiği biçimde sarılmayanlarda olduğu gibi… Biz yine de üzerimize düşeni yapalım.

3-Al-i İmran 119 İşte sizler, onlar sizi sevmediği halde onları sevenlersiniz! Üstelik siz bütün kitaplara/kitabın tümüne inanırsınız. Sizinle karşılaştıkları zaman “İnandık,” derler, yalnız kaldıklarında ise size olan öfkelerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden canınız çıksın.” Kuşkusuz Allah göğüslerin özünü bilendir.

Seri yazı müddetince daha önce not aldığım İncil bölümlerinden kısa pasajlara göz attıktan sonra Kuran’dan ayetlerle birtakım gerçekleri gözümüz önüne daha da kalıcı biçimde sermek hedefindeyim. Örneğin İsa’nın inişiyle/inmeyişiyle ilgili saptırmaları, İsa’nın rablığı/beşerliği ile ilgili spekülasyonları ve bugün ehli Kuran’ın da düştüğü bazı yanlışları daha önce fikirlerimi paylaştığım yazılarımdaki birçok konuyu bir kez de İncil/Kuran bütünlüğüyle (Sünnetullah’ı gözeterek) anlatmaya çalışacağım. Umuyorum ki seri yazının bitiminde hem Kuran’a olan güvenimizi daha da arttırmış, hem de İncil’i Furkan gözlüğüyle nasıl okumamız ve anlamamız gerektiğini daha iyi görmüş, onun da hak kitap (doğru haber) olduğunu sindirmiş oluruz.

Bu çalışmayı yaparken her seferinde daha da mutmain bir kalple, ümmetler farklı farklı olsa da Allah’ın dininin tek olduğunu ve Allah’ın sünnetinin (yasasının ve imani emirlerinin) hiç değişmediğini bir kez daha gördüm. Bu çalışmanın aynı zamanda bize, batı dünyasının dine bakışı ve İslam coğrafyası insanına karşı tutunduğu tutumun aslında ne olduğuna dair de işaretler verebileceği kanısındayım. Her zaman şikâyet ettiğimiz bir konu olan, batının bizi anlamadığı veya anlamak istemediği hususu bizim için haklı bir serzeniştir. Ama bizim de onlar için aynı konumda olduğumuzu göz ardı ediyoruz.

Onlar bizim kitabımızı okumadığı için bize karşı önyargılılar. Gördükleri saçma sapan ve akılsızca cihad söylemlerini, “Allahu ekber” nidasıyla kelle kesimlerini, bayramlarda ipini koparan öküzün kan revan içinde mezbahaya dönmüş sokaklarda bacak kesiğiyle yakalanışını, bir başörtüsü yüzünden birbirimizle kavga edişimizi, peygamberimizi kâinatın yaratılışı için ortak sayışımızı, türbelerde el açıp saygı duruşu yapışımızı, sakalı şerif önünde ağlayışımızı ve nicelerini bizim dinimiz zannediyorlar. Oysa Kuran bilinenden çok farklı.

Aynı şekilde biz de, İsa’yı Allah’ın oğlu sayışlarını, haçlı zihniyeti ile bugün bile vahşice saldırıya ve sömürüye devam edişlerini, cadı avlarını, şeytan çıkartmalarını, vampir ve zombi hikâyelerini, rahip ve papazların koro halinde ilahiler söylerken kiliselerinde döndürdükleri dolapları, günahkâr doğuşu kabullerini, heva heves ve dünyevi eğlencelere dalışlarını, denize dalıp haçı çıkarmalarını, üçlemelerini ve nicelerini de onların dini zannediyoruz. İşte İncil de, onların din adına bildiklerinden
farklı.

Oysa bizim içimizde olduğu gibi onların içinde de çoğunluğun yaşadığı dinin bir sürü hurafeye bulanmış olduğunu görenlerin, İncil’e anlamak için yaklaşanların, tabulardan sıyrılıp Rabbimizin doğru yoluna baş koyma gayretinde olanların olabileceğini istisna etmiyoruz. O dine mensup kişilerin içinde de eminim öyleleri vardır ki; doğruyu arayıp bulmayı kendine amaç edinen, makbul ve güzel işler yapan, insanın uydurduğunu değil Allah’ın dinini savunan, başkalarına yardım ve infak eden, yeri geldiğinde yemeyip yediren, şükreden ve sabredenler vardır.

İncil’in (İncillerin) İbranice, Latince veya Türkçe olmasından daha fazla Hakça olan yönünü görmeye çalıştığımda, Kuran’ın da Arapça, Arnavutça, Azerice, İngilizce ya da Türkçe olmasından ziyade, Hakça olduğu zihnime oturdu. Eğer ayetlerin müteşabih ve görünür kısmından ders almak yerine, o benzeşimlere takılıp manadaki derinliği değil de, anlatımdaki şekli manzarayı kutsallaştırdığımızda Kuran nasıl ki bizi geri geri itiyorsa, İncil’deki benzetmelerin de batı dünyasına aynı etkiyi yaptığını hissettim.

Lisan dili öyle abartıldığı kadar mühim değil. Mesele, ne olursa olsun okumamak… Örneğin bir bardağa istediğiniz dilde isim verin, eğer içindeki suyu içemiyorsanız bardak sadece camdan bir mabut olur. Ama suyu içerseniz susuzluğunuzu giderir. Rahatlar, şükreder, o suyu o bardağa koyup size getiren el’i över, teşekkür edersiniz. İçinde su olmasa, bardağın hiçbir önemi kalmaz. Su içemediğinizden susuzluktan dudaklarınız çatlar, içiniz yanar. Bardaktaki suyu görmek yetmez. Bardağa bakmakla, raflara, masalara süs eşyası gibi koymakla, suni bir hazdan öte bir şey kazanamaz, susuzluğunuzu gideremezsiniz. Suyu salıverip, bardağı kıtır kıtır çiğneyip yeseniz gırtlağınızı parçalamaktan, midenizi taşla doldurmuş olmaktan öte bir şey yapmış olmazsınız. Hangi akıl bardaktaki, kâsedeki suyu içip ferah bulmak yerine, bardağı ya da kâseyi kutsallaştırıp durur! Kuran’a şu coğrafya insanının, İncil’e Zebur’a ve Tevrat’a şu dünyanın yaptığı budur. Midesini cam kırıklarıyla doldurup, susuzluktan cehennem azabı çekmek, zakkum ağacının katı meyvesini mideye oturtmaktır. Kitaplara hurafe bulaştırmak, eklemek ve bu da kitaptandır diyerek her masalı kabul etmek de su yerine herhalde irin içmek olur.

Yine de her şeye rağmen Allah’ın yasası ve zikri korunmuştur. Bu; Tevrat, Zebur ve İncil için, ve hatta bizim bilmediğimiz gelmiş geçmiş başka hak vahiyler ve kitaplar için de kalben müsterihim ki böyledir. Hele ki Kuran bu manada en temiz, en modern bardaktır ve içine pınardan çıkan en taze ve en serin su koyulmuştur. Ama sorun, o bardaktaki asıl kurtarıcı olan suyu içmeyip hiçe saymaktır. Makalemin konusu olan İncil için de bu böyledir. Evet içine ve dışına hurafeler eklenmiş olduğu görünüyor. Ama şu yazımda göreceğinizi umut ediyorum ki Allah’ın zikri orada da korunmuştur.

Ancak Tevrat için ve Tevrat’ın içindeki Davut hariç diğer peygamber deyişleri ile ilgili olarak bu kadar olumlu konuşamayacağım. Evet orada da Allah’ın zikrinin korunduğundan şüphem yok. Ancak
bugün elimizde bulunan Tevrat’ı çalıştığım süre içinde, kitabın bu haliyle bugünkü Yahudi toplumunun kendi başlarına ördükleri bir çorap olduğunu, öyle veya değildir ama adeta bir cezalandırma içerdiğini bana düşündürdüğünü itiraf etmeliyim. Çok zor. Eğer Tevrat ehli, kendi kitaplarını hak ettiği biçimde okuyup masallardan arındırmaz ve İncil’i ve özellikle Kuran’ı görmezden gelirse tevhid yolunda ciddi bir mesafe kat edebileceklerini zannetmiyorum. Aynı şekilde
İncil ehli de Kuran’ı dikkate almazsa Museviler kadar olmasa da benzer durum onlar için de söz konusu. Tabii ki bu bir görüş, daha doğrusu bir tahmin. Ben tahkik ettiğim kadarıyla ve sınırlı bilgimle böyle olduğunu hissediyorum. Elbette Allah dilediğine ilim verir.

5-Maide 46 Kendinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa’yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunmak, önündeki Tevrat’ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.

2-Bakara 136 Deyin ki: ‘Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerlerinden ayırdetmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.’

2-Bakara 285 Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. ‘O’nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana’dır’ dediler.

Allah’ın izni ve yardımıyla… Bundan sonraki bölümden itibaren İncil’den alıntıladığım kısa pasajlarda ne anlatılmış olduğunu anlamaya çalışıp ardından kitabımız Kuran’ın aynı konulara nasıl baktığını kendi dilim ve algım ölçüsünde göstermeye çalışacağım. Gelecek bölümde Mesih’in (İsa’nın) döneceği günün anlatıldığı Kuran’la tam olarak uyumlu İncil bölümlerinden bahsedeceğim. Bugünkü gelenekçi İseviler dediklerimi duysalar herhalde “bunca gelmiş geçmiş aziz, peder, papaz, keşiş, âlim, ata, papa bilmiyor da, onlar İncil’i yanlış anladı da sen mi doğruyu buldun, sen de kimsin” derlerdi.  ;)

Ben de onlara “evet” derdim. Çünkü ben İncil’i anlamak için okudum, sizin gibi aziz hikâyelerine, cadı ve şeytan avcılarına, zombi ve vampir masallarına, geyiklerle uçan kaçan, bacadan evlere dalan haneye tecavüzcü Noel babalara değil, Allah’ın vahyine (İncil’e) güvendim, muvahhid bir bakış açısıyla baktığımda müjdeyi orada da gördüm… İnsan evladı hep aynı. Hiç mi hiç kuşkunuz olmasın… Aklını kullanmıyor, masal seviyor…

Devam edecek…

@kalemzade

www.kalemzade.net


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website