İSLAMDA GERÇEKLİK/HAKK KAVRAMI

Birinci tür bozulmanın en çarpıcı örneği, Eski Yunan düşüncesinin en temel kavramlarından biri olan “varlık” kavramının Müslümanların lisanındaki “gerçeklik” (= hakk) kavramının yerine geçmesidir. Müslümanlar kelam ve felsefe tartışmalarında ve eserlerinde, Kur’an’da merkezi bir öneme sahip olan hakk kavramı yerine “varlık” kelimesinin Arapça karşılığı olarak uydurulan ve “bulmak” fiil kökünden gelen vücud kelimesini lisanlarının merkezine yerleştirmişlerdir. [7] Halbuki Kur’an’da hakk kelimesi çok sayıda (yüzlerce) başka kelimeyle, isim, fiil ve sıfatla çok önemli gramer bağları veya kavramsal bağlar içinde geçmektedir. Bu kelimelerden bazı isimler şunlardır: Kitap/Kur’an, adalet, hüküm, mizan, din, ayetler, emr, ümmet, kavm, gökler ve yer, güneş, ay ve yıldızlar.


Hakk kelimesiyle yakın kavramsal bağ içinde geçen çok sayıda fiilden bazıları ise şunlardır: Görmek, şahid olmak, işitmek, bilmek, tanımak, inanmak, söylemek, konuşmak, anlatmak, açıklamak, okumak, yaratmak, getirmek, belli olmak, vuku bulmak, örtmek, gizlemek, yüz çevirmek, yalanlamak ve inkar etmek.

[7] Bugün bile kelam ve akaid kitaplarında hakk kelimesi yerine Allah Teala’nın hakk sıfatı değil, “varlık” sıfatı(?) üzerine birçok ifadeler yer almaktadır: “Allah’ın varlığının delilleri”, “vacib-ül vücud” oluşu, v. s. /ŞAKİR KOCABAŞ/İSLAMDA GERÇEKLİK KAVRAMI S. 14. /

HAKK ve BİLMEK

021. 024 Yoksa O`ndan başka tanrılar mı edindiler? De ki: Delilinizi getirin! (= kul haatu burhanekum) İşte benimle beraber olanların ve benden öncekilerin öğütü budur. Ama çokları gerçeği bilmezler (= bel ekseruhum la ya`lemunel hakk), bundan dolayı da ondan yüz çevirirler.

[Burada da “gerçek” (= hakk) ve “bilmek” (= ‘ilm) kelimeleri bir arada geçiyor. “Çokları gerçeği bilmezler, ” demek bazı insanların gerçeği bilebildiklerini gösterir. ]

044. 038 Biz, gökleri ve yeri ve bunlar arasındakileri eğlenmek için yaratmadık! (= ve ma halaknas semavati vel ‘arda ve ma beynehuma la’ıbiyn).
044. 039 Onları ancak gerçeklik olarak yarattık (= ma halakna huma illa bil hakk). Fakat [insanların] çoğu bilmezler.

002. 042 [Ey İsrail ogulları] gerçeği batılla örtüp bildiğiniz halde gerçeği saklamayın (= ve la telbisul hakka bi batıli ve tektumul hakka ve entum ta`lemun).

002. 146 Kendilerine Kitap verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bildikleri halde gerçeği gizlerler (= ellezine ateyna humul kştabe ya’rifune kema ya’rifune ebnaehum ve inne feriykan minhum le yektumunel hakka ve hum ya`lemun).

042. 018 Ona inanmayanlar onun çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkar ve onun gerçek olduğunu bilirler (= muşfikune biha ve ya’lemune ennel hakk). İyi bil ki o Saat üzerine tartışanlar (= yumarune) uzak bir sapıklık içine düşmüşlerdir.

Bu ayette “mirye” kökünden gelen “yumarune” fiili “kuşkuda bulunanlar” veya “tartışanlar” diye çevrilebilir.

028. 075 Her ümmetten bir şahit çıkardık, “Delilinizi getirin!” dedik. Bildiler ki, gerçeklik, Allah`ındır (= fe alimu ennel hakka lillah), ve uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitmiştir (= ve dalle anhum ma kanu yefterun).

[O gün gerçekliğin Allah’ın olduğunu bildiler. Bu ayetten gerçeklik hakkında bir şey daha öğreniyoruz: Gerçeklik, hayaller gibi kaybolup gitmez. Göklerin ve yerin durup dururken kaybolup gitmemesi gibi. ]

SAATİN HAKK OLDUĞUNU BİLMEK

042. 018 Ona [saate] inanmayanlar onun çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkar ve onun gerçek olduğunu bilirler (= vellezine amenu müşfikune minha ya’lemune ennel hakk). İyi bil ki onun [saatin] üzerine tartışanlar (= yumarune) uzak bir sapıklık içindedirler. (muşfikune = korkarlar, dehşete kapılırlar)

Burada “inananlar ondan korkar ve onun gerçek olduğunu bilirler” ifadesinde saatin gelmesiyle mizan ortadan kalkınca birincil emr ile alışageldiğimiz düzenin ortadan kalkması dehşet verici bir durum meydana getiriyor. En ufak bir yer sarsıntısının bile insanda korku ve dehşet uyandırabildiğini düşünecek olursak, şiddetli iki sarsıntı arkasından gelecek dehşeti daha iyi anlayabiliriz. Aşağıdaki ayet Allah’ın gökleri ve yeri zevale (= çöküşe) karşı tutmakta olduğunu beyan ediyor:

UTUL ILM KİTAB’IN HAKK OLDUĞUNU GÖRÜRLER

034. 006 Kendilerine ilm verilenler görürler ki, o Rabbinden sana indirilen gerçektir, ve aziz ve hamid [olan Allah`ın] yoluna iletmektedir (= ve yera-llezine utul ilme ellezi ünzile ileyke min rabbike huvel hakk).

[Bu ayette de “gerçek” (= hakk) ve “görmek” (= yera) fiilleri aynı ifadede geçiyor. “Kendilerine bilgi verilenler Kitab’ın gerçek olduğunu görürler (= yera), ” deniliyor. Bu görme nasıl oluyor? Bunun bilgiyle olduğu açık. Demek ki, “kendilerine bilgi verilenler” onun gerçek olduğunu hem biliyor, hem de görüyor. Bunun üzerinde iyi düşünmek lazım. ]

KİTAB’IN HAKK OLDUĞUNU BİLMEK

022. 054 Ve kendilerine ilm verilmiş olanlar onun Rabbinden [gelen] gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler (= güvensinler?) (= li ya’lemellezine utul ‘ilme ennehul hakka min rabbike). Böylece kalpleri ona saygı duysun. Şüphesiz Allah inananları mutlaka doğru yola iletir.

[Demek ki, “kendilerine ‘ilm verilmiş olanlar” (= utul ‘ilm) o Kitab’ın Allah’tan gelen bir gerçek olduğunu bilebilirler. Bu da yukarıda “hakk” ve “ilm” kelimelerinin geçtiği ayetle ilgili olarak söylediklerimizi kuvvetlerndiriyor. Yalnız burada “utul ‘ilm” kim? Bunlara bilgi nasıl veriliyor? Bu özel bir bilgi mi? Bunu araştırmak lazım. ]

006. 114 Allah size Kitab`ı açıklanmış (= mufassalen) olarak indirmiş iken O`ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitab`ı verdiklerimiz onun Rabbin tarafından gerçeklik olarak indirilmiş olduğunu bilirler (= ya`lemune ennehu munezzelun min rabbike bil hakk). Bundan kuşkulananlardan olma (= fe la tekunenne minel mumterin).

013. 019 Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, [bunu göremeyen] kör bir kimse gibi olur mu? Ancak sağduyu sahipleri ibret alır (= e fe men ya’lemu ennema unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huvel a’ma)

002. 144… Kendilerine Kitap verilenler bunun Rablerinden [gelen] gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir (= ve innellezine utul kitabe le ya’lemune ennehul hakku min rabbihim)

002. 146 Kendilerine Kitap verdiklerimiz onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bildikleri halde gerçeği gizlerler (= ellezine ateyna humul kştabe ya’rifune kema ya’rifune ebnaehum ve inne feriykan minhum le yektumunel hakka ve hum ya`lemun).

002. 147 Bu gerçek, Rabbindendir, artık kuşkulananlardan olma (el hakku min rabbike ve la tekunenne minel mumterin).

003. 071 Ey Ehli Kitap, niçin gerçeği batılla örtüyorsunuz ve bildiğiniz halde gerçeği gizliyorsunuz? (= lime telbisunel hakka bil batili ve tektumunel hakka ve entum ta`lemun)

VAAD’İN HAKK OLDUĞUNU BİLMEK

028. 013 Böylece Biz onu annesine geri verdik ki gönlü aydın olsun, üzülmesin, ve Allah`ın va`dinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çokları bilmezler.

016. 038 Kafirler, “Allah ölmüş kimseyi diriltmez, ” diye olanca yeminleriyle yemin ettiler; hayır bu, Allah’ın kendisi üzerine hakk olan bir vaadidir (= bela va’den ‘aleyhi hakka); insanların çoğu bunu bilmezler.

018. 021 Böylece onları [bazı insanlara] buldurduk ki, Allah`ın vaadinin gerçek olduğunu ve [kıyamet] saatinde asla olasılık (= rayb) olmadığını bilsinler (= li ya’lemu enne va’dallahi hakkun ve ennes saate la raybe fiha)…

[Şekk ve rayb kelimeleri farklı anlamlara sahip olmalı. Şekk kelimesi zihinsel durumlar için, rayb kelimesi ise olaylarla ilgili olarak kullanılıyor galiba. ]

HALEKA BİL HAKK

010. 005 Güneşi ışık ve ayı da nur yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya menziller düzenleyen O`dur. Allah bunları ancak gerçeklik olarak yaratmıştır (= ma halakallahu zalike illa bil hakk). Bilen bir ulus için ayetleri ayrıntılı olarak açıklamaktadır (= yufassilul ayati li kavmin ya`lemun).

[Bu ayette de güneş ve ayın gerçeklik olarak yaratılmış olduğu ifade ediliyor ki, bunların, idealistlerin zannettiği gibi birer hayalden ibaret olmadığı anlaşılıyor. ]

044. 038 Biz, gökleri ve yeri ve bunlar arasındakileri eğlenmek için yaratmadık! (= ve ma halaknas semavati vel ‘arda ve ma beynehuma la’ıbiyn).
044. 039 Onları ancak gerçeklik olarak yarattık (= ma halakna huma illa bil hakk). Fakat [insanların] çoğu bilmezler.

KELİME VE HAKK

042. 024 Yoksa onlar: “Allah`a yalan mı uydurdu, ” diyorlar? Halbuki Allah dilese senin kalbine mühür basardı. O, batılı mahveder ve KELİMELERİYLE gerçeği güçlendirir. O, sinelerin özünü bilir (= ve yemhullahul batıle ve yuhikkul hakka bi kelimatihi).
(kalbin mühürlenmesi, batılı mahvetmek, kelimelerle ğerçeği ğüçlendirmek)

Burada dikkat çeken bir husus, Allah`ın kelimeleri ile gerçeği güçlendirmesidir (=yuhikkul hakk). “Kelime” kavramı ile “emr” kavramı arasındaki ilişkiyi düşünecek olursak, gerçeğin kelimelerle nasıl ortaya çıkabileceğini daha iyi anlayabiliriz. Bilindiği gibi, Allah, gökleri ve yeri emri ile yönetmektedir. Emri ise kelimelerle ifade edebilmektedir. Örnek olarak aşağıdaki iki ayeti hatırlamak

BEYYİNE VE HAKK

002. 109 Ehli Kitap`tan bir çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra (= min ba’di ma tebeyyene lehum-ul hakk), sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra inkara döndürmek isterler. Allah EMRini getirinceye kadar onları affedin, hoş görün. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir.

Bu ayetteki “emr”in ikincil emr olduğunu hatırlatmaya gerek yok.

HİDAYET, HAKK, ADALET

007. 181 Yarattıklarımız içinde hakka (= doğru olana) ileten ve onunla adaleti sağlayan bir ümmet vardır (= yehdune bil hakki ve bihi ya`dilun).

HAKK’DAN HOŞLANMAMAK

023. 070 Yoksa, “Onda bir delilik var, ” mı diyorlar? Hayır, o [Peygamber] kendilerine gerçeği getirdi, fakat çoğu gerçekden hoşlanmıyorlar (= bel caehum bil hakki ve ekseruhum bil hakki karihun).

ZANN VE HAKK

053. 028 Onların bu hususta [meleklerle ilgili] bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zann ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz (= innez zanne la yugni minel hakki şey`a).

045. 032 “Allah`ın vaadi gerçektir (= inne va`dalahi hakkun). O Saat üzerine de olasılık (= rayb) yoktur, ” dendiği zaman: “Saat nedir, bilmiyoruz. Onu sadece bir kuruntu olarak algılıyoruz (= in nazunnune illa zanna). Biz ona inanmıyoruz, ” demiştiniz değil mi?

[Başka ayetlerde Kitab da gerçek olarak nitelendiriliyor. Onda da olasılık (= rayb) yok: (032. 001-2: Elif lam mim, tenzilül kitabi la raybe fihi min rabbil alemin). Bazı meallerde şüphe (= şekk) ve rayb (= olasılık) kelimeleri birbirine karıştırılıyor, buna dikkat etmek lazım.

HAKK İLE ŞAHİTLİK EDENLER, ŞEFAAT ETMEK

043. 086 O`ndan başka yalvardıkları şeyler şefaat [yetkisine] sahip değillerdir. Ancak bilerek gerçeğe şahitlik edenler hariç (= illa men şehide bil hakki ve hum ya`lemun).

Bu da dikkat çekici bir ayet. Şefaat yetkisine sahip olacakların, “bilerek gerçeğe şahitlik edenlerden” olduğu ifade ediliyor.

HAKKI SÖYLEMEK (MANTIK)

051. 020 Kesin inanacak insanlar (= yukinin) için arzda nice işaretler vardır.
051. 021 Kendi nefslerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?
051. 022 Gökte de rızkınız ve size vaadedilen vardır (= ve fis semai rizkıkum ve ma tuaduun).
051. 023 Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu, sizin konuştuğunuz gibi gerçektir (= fe ve rabbis semai vel ardi innehu le hakkun mislema enneküm tantıkun).

Yukarıdaki ayetleri dikkatle incelediğimiz zaman şunları görüyoruz: Gökte (=semada) vaad edilen nedir? diye soracak olursak, “Andolsun siz bir tabakadan diğerine çıkarılacaksınız, ” vaadini hatırlıyoruz. Buradaki “tabaka” kelimesini bazı müfessirler “bir dereceden başka bir dereceye çıkarılacaksınız, ” diye anlamışlardır. Ancak bu anlayış doğru olamaz, çünkü Kur’anda bu manada geçen ayetlerde “derece” kelimesi kullanılmıştır. Ayrıca şu ayette: “Yedi göğü tabakalar halinde yarattı (= haleka seb’a semavatin tibaka)” tabaka kelimesi çoğul olarak geçmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, insanlar göğün bir tabakasından diğerine çıkarılacaktır. Bu çıkış hangi tabakalar arasında olmuş veya olacak, onu düşünmek lazım.

Ayrıca, son ayette “nataka” ve “mantık” kelimesinin türevi olan “tentikun” kelimesi geçmektedir ki, bu sadece “konuşmak” olarak çevrilemez. Bu kelimenin tam manasını bulmak gerekiyor. Aşağıdaki iki ayette de bu kelime geçiyor:

023. 062… Katımızda gerçeği söyleyen bir Kitap vardır (= ledeyna kitabun yentıku bil hakk), onlara asla haksızlık edilmez (= ve hum la yuzlemun).

[Burada neden yentıku kelimesi kullanılmış? Halbuki Kur’anda “yekulu” (= söylemek), “yunebbiu” (= anlatmak), yükellimu (= kelimelerle ifade etmek, konuşmak), yakıssu (= hikaye etmek) gibi kelimeler var. Acaba “yentiku bil hakk” ifadesi “gerçeği sistemli, birbirine bağlantılı şekilde söyleyen” diye anlaşılabilir mi?]

İnşallah hepimiz birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden oluruz.

Yazar : Mürüvvet Çalışkan

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website