İman Etmek ve İnanmak…

Toplum nezdinde yine her konuda olduğu gibi inanmak ve iman etmek terimleri birbirine karıştırılmakta ve aslından saptırılmaktadır. Her şeyi saptırmaya meyilli insan bu konuda da boş durmamış ve işine geldiği gibi tasvir edip terimleri farklı amaçlara hizmet ettirmekten kaçınmamıştır. Özellikle din hususunda kullanılan kelimelerin anlamları zamanla öyle deforme edilmiştir ki bugün sözlük anlamları baştan aşağı yenilenmelidir.

Örneğin; “inkâr” kelimesi… “İnkâr” kelimesiyle aklımıza “insanın, doğru bildiğini bilerek yalan sayması” mı geliyor? Elbette hayır. Allah için inkârcı nitelemesi, “Allah’ın varlığını kabul etmeyenler” şeklinde anlaşılıyor. Aslında hiç de öyle değil. İnkâr olarak çevrilen kelimenin Arapça karşılığı “KFR” kökünden geliyor. “Keferû, el kâfirîne, küfr” aynı kökten gelmekte. Peki, kimlere inkârcı denir? Tabii ki Tanrı’nın varlığını görüp bu gerçeğin üzerini örtene, yalanlayana inkârcı denir. Peki, Tanrı’dan haberdar olmayanlara “inkârcı” demek doğru mu? Kesinlikle değil. Haberinin olmadığı bir şeyi nasıl inkâr edebilirsin?

Hollanda’dan ülkemize bir haftalığına ziyarete gelmiş bir turist, esrar içtiği sebebiyle tutuklanırsa ona Türkiye’de uygulanan hukuk kurallarını ihlal etti mi dersiniz? Eğer bile bile böyle bir şey yaptıysa o da bir nevi inkârcıdır. Ancak Hollanda’da uyuşturucunun serbest olması ve yaygın olarak kullanılması gerçeğiyle büyüyen Daan abimiz, Türkiye’de bu eylemin suç olduğunu nereden bilebilir? Bu Daan’i inkârcı yapmaz. Bilinmeyen şey inkâr edilemez. Ancak şu noktadan hareketle konuyu olabildiğince incelemekte fayda var. Tamam, inkâr kelimesi yanlış kullanılıyor olabilir ama Allah bu kelimeyi yanlış kullanmış olabilir mi? Yoksa Allah çok daha ince bir mesaj mı veriyor? İçinde bulunduğumuz ve ilerideki yüzyıllarda Tanrı’nın varlığından haberdar olmamak neredeyse imkansız. Bu imkansızlık her geçen gün katlanarak devam ediyor ve edecek…

İletişim araçlarının çokluğu ve Hz.Google şefaatiyle[1] bilgiye ulaşım kolaylaştıkça inkâr güçleşiyor. Nedense hiç bir ateistin “yüzde yüz Allah yoktur” şeklindeki herhangi bir ifadesine inanasım gelmiyor. Bir şeyi bu kadar net bir şekilde yok sayabilmek  büyük bir yetenek olsa gerek. Yani doğaüstü güçleriniz olabilmeli. Çünkü karmaşık insan beyni, buna hiçbir zaman müsaade etmeyecektir. Eğer beyniniz buna müsaade ediyorsa tebrikler, Marvel’ın bir karakteri olarak çizgi roman tarihine geçtiniz. Var olduğu iddia edilen bir şeyin yokluğunu yüzde yüz kabul edebilmek gerçekten çok zordur. Varlık için aynı şey söz konusu değil. Eğer karşımda duruyorsanız ek olarak size inanmaya ihtiyacım yok. Varlığınızı zaten fiziksel olarak hissediyorum. Bir ateist yüzde doksan dokuz inanmıyorsa, yüzde bir bile olsa bir ihtimal hep kafasını kurcalayacaktır. Ancak dışa dönük yaşamında bunu hiçbir zaman kabul etmeyecek ve gerçeğin üstünü örtecektir. “Pardon, ne yapacak dediniz?” Üzerini örtecektir dedim. Yani inkârcı olacaktır. Allah’ın mesajı o kadar ince ve o kadar açık ki “…keşke bilselerdi…”

Gelelim “iman etmek” ve “inanmak” meselesine. Her iki fiil de birbiriyle ilintili gibi gözükse de birbiriyle tamamıyla farklı iki kökten gelmektedirler.  “EMN” kökünden gelen “iman” sözlükte; doğrulamak, söylediğini kabullenmek, benimsemek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak” şeklinde açıklanmaktadır. Emanet, emin, emniyet ile aynı kökten gelmektedir. “İnanmak” ise sözlükte, bir şeyi doğru olarak benimsemek, birine güvenmek, bir şeyin varlığını kabul etmek şeklinde açıklanmaktadır. Ancak iki kelime de bu anlamlarıyla kullanılmamakta, genelde birbirine karıştırılmakta ve anlamı kaydırılmaktadır. “Bir şeyi doğru olarak benimsemek” anlamına da gelen inanmak kelimesi aslında zannetmek ile eş anlamlı olarak kullanılabilir. Örneğin insanlar dünyanın düz olduğuna hatta uydurma hadis rivayetlere göre dünyanın balığın sırtında olduğuna ve balık sallandığında depremler olduğuna inanılmaktadır. Son kelimeye dikkat “inan-ıl-mak”… Yani zan ile bir şeye inanmanız mümkün. Bir şeyin ardına körü körüne gidip inanılabilir. Kur’an böyle bir inanışı reddeder. Tüm görüşlerine katılmasam da olaylara yaklaşımını her zaman takdir ettiğim ve gerçeğe ulaşmama yardımcı olan, “inanmak” ve türevlerini “Mesaj: Kuran Çevirisi”nde “gerçeği onaylamak” olarak çeviren Edip Yüksel’in hakkını teslim etmek gerekiyor. Bence de  Kur’an’ın uygun gördüğü “inanmak” terimi “gerçeği onaylamak” şeklinde olmalı. Aksini iddia edenler kendilerini bir dolu çelişki çuvalının içinde kaybolmaya mahkum edeceklerdir.

Tanrı onun ardından körü körüne gitmemizi değil onu bulmamızı gerçeği görüp onayladıktan sonra iman etmemizi emrediyor. İman etmenin de manası budur. Çelişkilerle boğuşmayı seven insanoğlu bunu “inanmak” olarak çevirmeye devam edecek ve “Allah, Resulullah, Şeyhler, Şeyhcikler, İmamlar, İmamcıklar”dan oluşan bir din ŞİRKetine malzeme vermeye devam edeceklerdir. Sonra da televizyon programlarıyla bir ilahiyatçı kibrine bürünüp sanki korku imparatorluğunu yönetiyorlarmışçasına, avaz avaz bağırıp dininden kopmuş insanları iyice uzaklaştıracaklardır. Ardından insanlar kendilerini ağlatan ve güldüren alimciklerin peşinden gidecek ve şirke bulananların kelle sayılarını arttıracaklardır. Sonra sadece vicdanlara seslenen birileri de Kuran’ı “eski çağ metni” olarak nitelendirecek ve insanların kafalarını karıştırmaya devam edecektirler. Kur’an’ın mesajı evrenseldir. Düne, bugüne ve yarına hitap eder. Bu sebepten her geçen gün ilginç bir şekilde Kur’an kendini açıklamakta ve Allah elini insanların üzerinden çekmediğini ispatlamaktadır. Bu eli insan eli ile karıştıranlar büyük bir yanılgı içerisindedirler. Ayrıca Allah’ın böyle bir ispata ihtiyacı olamamasına rağmen;

“…inkarcılar için bir fitne (sınav/huzursuzluk kaynağı) yaptık, kitap verilmiş olanları ikna etsin, gerçeği onaylayanların onayını güçlendirsin, kitap verilmiş olanlarla gerçeği onaylayanların kuşkularını ortadan kaldırsın ve kalplerinde hastalık olanlarla inkarcılar da, ‘Allah bu örnekle ne demek istiyor?’ desinler”
[2]

diye Kuran tabiri caizse bir kripteks gibi zaman içinde açılmış ve açılmaya devam edecektir.Bu sebeptendir ki;

“Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur.”
[3]

Bir şeyin ardına körü körüne düşmemeyi emreden Allah, kendi ardına hiçbir fikir sahibi olmadan düşen zombi insanlar mı arzuluyor, yoksa düşünen ve O’nu bulan insanları mı? Unutulmamalıdır ki, Firavun da dahil olmak üzere tüm müşrikler Tanrı’nın varlığını kabul ediyor ancak birliğini inkar ediyor ya da körü körüne inanıp O’na ortak koşuyorlardı. “İnanıyorum” derken daha dikkatli olmalı ve insanları da bu hususta uyarmalıyız. Bu detaycılık değil gerçeği daha önce de belirttiğim gibi köpükler gibi su yüzeyine çıkartmaktır. “…keşke bilselerdi…”

 

Erdem Uğur Akbıyık

– Keşke Bilselerdi –

www.kitapyukluesekler.com


[1] Şefaat: yardım, aracılık etme.

[2] Kuran: Müddesir/Gizlenen/74:31

[3] Kuran: İsra/Ben-i İsrail/İsrailoğulları/17:36


About the Author
Author

Dini Yazilar

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website