“Yoksa Halen Üretim Tezgâhında mıyız?”
Kuran’da Allah bize bu dünyada nasıl olmamız, nasıl davranmamız gerektiğini enine boyuna ve açık seçik anlatıyor. Doğru olun, dürüst olun, yardım edin, bağışlayın, sizinle savaşanlarla savaşın ama vazgeçerlerse affedin, okuyun, öğrenin, bilenle bilmeyen bir değildir bilen olun, lütuf sonsuzdur malı yığmayın, ilmi ve hikmeti öğrenin öğretin, koruyucu olun, gelip geçici dünya hayatını değil ebedi hayatı hedefleyin, zannın değil aklın peşinden gidin, heva ve heveslerinizin peşine düşmeyin, bölünüp parçalanmayın, birliğe gelin, ahlaklı olun, kimseyi ve hiçbir şeyi ibadetinize ortak etmeyin ve bunun gibi birçok şey söylüyor. Peki hiç düşündünüz mü, O’nun bizden istediği bu vasıfların tamamına sahip olan ve bu ilmin tamamına ulaşan bir insan var mı? Hadi şimdi bunun üzerine biraz tefekkür edelim…
Öyle ya da böyle en iyimiz bile bu vasıfların tamamına sahip değiliz. Daha önce de bunların tamamına sahip olanlar olduğuna hiç ihtimal vermiyorum. Ama madem ki hedef bu, er ya da geç içimizden bir kısmı bu en güzel hedeflere sahip olma durumuna erişecek ki Allah önümüze hedef olarak bunları koydu. Öyle düşünüyorum ki işte bu sahibiyet din gününde tamamlanacak. Yani içimizde Allah’ın lütfuna nail olacak olanlar kıyamdan (kıyamet gününden) itibaren bu vasıfların tamamını elde etmiş olacak. Yani bir anlamda yaratılış kıyamet gününde tamamlanacak. Bu da şu anlama geliyor ki yaratılışımız henüz bitmedi ve hepimiz halen üretim tezgahının üzerinde bulunan ve yontulmakta olan ham maddeler halindeyiz. Veyahut halen eğitim sürecindeki öğrencileriz.
Şimdi ilk paragrafı hatırlayın. Allah bizden neler istiyordu? Doğru olmak. İnsanların bazısı doğru, bazısı yanlış. Allah peygamberimize bile “UMULUR Kİ en üstün makama erersin” diyor. Biz şüphe etmesek de, en azından o ayetin indiği dönemde henüz peygamberimizin bile bütün “en iyi” vasıflara sahip olmamış olduğunu anlıyoruz. Doğruluğundan şüphe edilmeyecek olan kim peki? Elbette Allah.
Allah bizden, başka ne istiyordu? Dürüst olun. Dürüstlüğünden şüphe edilmeyecek olan kimdir peki? Elbette Allah. Başka ne istiyordu? Yardım edin! İnsanlara en çok yardım eden kimdir? Elbette Allah. Bağışlayın diyordu. Bağışlayıcıların en bağışlayıcısı da Allah’tır. Koruyucuların da en koruyucusu yine Allah’tır. Sizinle savaşanlarla savaşın diyordu. Allah kimle savaşıyor? Tek affetmeyeceği günah olan şirkle. Yani edinilen sahte tanrılarla kendisine saldıranlarla. Dininin peygamberlerini kime karşı destekledi? Hep müşriklere yani ortak koşanlara karşı! Bize savaş açanları bile vazgeçerlerse affetmemizi istiyor. En affedici kimdir? Elbette Allah. Okuyun, öğrenin, ilim sahibi olun diyor bize. En alim kimdir? Elbette Allah.
Ebedi hayatı hedeflememizi istiyor. Ebedi olan kimdir? Allah… Aklı kullanın diyor. Şüphesiz ki en akıllı en üstün zekaya sahip olan kimdir? Allah… Bölünüp parçalamayın dininizi derken bizi nereye çağırıyor? Tevhide… Kendi tekliğine, bölünmezliğine… Ahlak sahibi olun derken hangi ahlakı öngörüyor dersiniz? Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmayı, onun boyasına bürünmeyi değil mi? Ve diğer birçok isteği var bizden…
Peki dikkat ettiniz mi, Allah bizden ne istiyorsa onların en üstün hali Allah’ın zatında zaten mevcut. Allah bize ortak koşmayın, her şeyi bağışlarım da şirki bağışlamam diyorsa ve eğer öyle yaparsanız kendisine zulmedenlerden (kendisine zarar verenlerden) olursunuz diyorsa buradan ne çıkartmamız gerekir? Düşünelim… Allah’ın Kuran’da geçen sıfatlarını bir kenara yazın ve bir diğer kenara da insandan istediklerini yazın. Göreceksiniz ki o kadar benzeşiyorlar ki.
İşte Allah’a ulaşma kavramı tam da burada başlamıyor mu? Biz dünyaya yaratılıp işi bitmiş ve elbette imtihan için gönderildiğimizi düşünüyorken (ki sınav da bir eğitimdir) aslında insanın yaratılışı süreci ve eğitimi halen devam ediyor olabilir mi!!! Bence pek tabii ki olabilir. Yeryüzünde insan dışındaki bütün varlıklar yaratılış gayelerinin dışında hiçbir iş yapmayan ve üzerlerine yüklü verilerle hayata gelen varlıklardır. Yeni doğmuş bir buzağı doğar doğmaz ayağa kalkarken insan evladı altı ay sonra ancak sürünür, yürüyebilmek içinse en az sekiz dokuz aylık bir öğrenim devresi geçirir.
Aynı anda doğmuş bir köpeği, bir kuşu, bir yılanı ve bir bebeği doğaya bırakın. Hepsinin yaşama ihtimalleri bebeğinkinden çok çok daha fazladır. Çünkü yaratılış gayelerinin dışında yaşama gibi bir seçenekleri yoktur. Daima doğru olandır yaptıkları. Ama insan henüz keşfetmediği yetenekleri (nefes alma, organların işlevleri vb) dışında ne yapacağına öğrenerek karar verir. Hepsinden aciz olmasına rağmen insanoğlu anne babası tarafından korunur, öğrendikçe öğrenir ve gün gelir o köpeğin boğazına tasmayı takar, kuşun etini yer ve yılanın başını ezer. İnsanoğlu sürekli doğayı ve hayatı okur, bir sürü problemle karşılaşır, tecrübe sahibi olur, sürekli seçim yapar, gelişir ve bu gelişme öleceği güne kadar fiziken düşse de, fikren devam eder, edebilir. Ve din günü bu öğrenme ve tüm gerçeği tüm çıplaklığıyla kavrama işi tamamlanır. Ebedi teçhizatını hak eder ya da etmez ama bu hak ediş o ana kadarki eğitim sürecinin sonucudur.
Böyle düşünmenin Kuran’a veya Allah’ın dinine aykırı hiçbir tarafının da olduğunu düşünmüyorum. Bizler torna ya da marangoz tezgahının üzerindeki yontulmakta ve işlenmekte olan ve de daha önce üretilmiş olanlardan daha kıymetli duruma getirilmeye çalışılan ham maddeler olamaz mıyız? Bu tezgah öyle bir tezgah ki üzerinde aktif olarak kendimiz de kendimizi Allah’tan istediklerimizle takviye ediyoruz. Başımızdaki ustanın ise, bizden kendini işe yaramaz hale getirenlerini talaşa ayırıp fırında yakması veya demir ocağında eritmesi kadar doğal da bir durum olamaz.
Ben sizi amaçsız, kendi kendime eğlenmek için yeryüzüne göndermedim, eğer eğlenmek isteseydim her türlü zaten eğlenebilirdim, diyen Allah’ın amacı bizim amacımız olduğu zaman ancak iyi bir neticeye ulaşmaz mıyız? Yoksa Allah, egosunu yenememiş bir sahte Yunan tanrısı mı ki “Ben gizli bir hazineydim de, bilinmek istedim, bunun için de mahlûkatı yarattım” demiş olsun!!! Allah bize heva ve heveslerinizin peşine düşmeyin dedikten sonra “ben bilinmek, görülmek istedim” diyerek bize yapmamamız gerektiğini söylediği şeyi kendisi yapar mı!!!
Oysa Allah’ın vasıflarını aklımıza getirirsek asla hedefin bu olmadığını, aksine gerçek hedefin yarattığı kullarının kendilerini bilmeleri olduğunu anlarız. Üstelik Allah’ın bütün muhteşemliği hali hazırdaki dünyada da görebilenler için zaten apaçık ortadadır. Bunu anlayabilmek için ahirete gerek yoktur. Allah her yerde her an varlığını zaten ispat ediyor. Yani asıl gizli hazine insanın kendisidir. Kendisini tanıyıp bilmesidir. Ademoğlu dünya hayatında İblis’in secde edeceği kıvama gelmek üzere bir torna üzerinedir. Doğruyu ve yanlışı seçme kabiliyetinin sınanması üzere bir nevi rüya âleminde denenmektedir. Bu dünyadaki en güzel şeyler bile en güzeli değil, en acı şeyler bile çok mühim felaketler değildir. Başa geldiğinde Yakup sabrıyla, Eyüp sabrıyla dayanabilmeyi başarabilmelidir insan. Çünkü ölüm denen göz açmayla insan, az sonra uyandığında gereksiz yere stres yaptığı bir rüyada olduğunu, gerçek hayatın din gününden itibaren başlayacağını anlayacak ve dünyada olmuş bitmiş en kötü şeylerin bile o kadar da kötü olmadığını, yaratılma (process) sürecinin bir parçası olduğunu anlayacaktır.
Ve böylece insan kendini bilmiş olarak uyanacaktır. İşe yarayıp yaramayacağını, önünde İblis’in secde edebileceği kıvama gelip gelmediğini, kendisi kabul edecektir. Allah’ın halife yaratmaya karar verdiği an, meleklerin anlayamadığı şey, insanın seçme özgürlüğü ile hilafeti hak edeceği gerçeği değil midir? Hilafet ise Allah’ın vasıflarıyla vasıflanmış insanların O’nun yaptıkları gibi doğru işler yapabilecek olmalarıdır. Kibirleriyle cennetlerinde olamayacakları için, bu şeytani sıfattan torna tezgâhında temizlenen insan, Allah’a ulaşmaya nail olduğunda, kendi cennetinde, edindiği bu vasıfları hakkıyla kullanabilecek hale gelmiş olacaktır.
Allah’ın söz verdiği ebediyete kavuşan insanoğlu Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış ve ilim sahibi olmuş olarak Allah’a (ve cennetine) ulaşacak, ya da bozuk bir mamul gibi, bir talaş gibi (cehenneme) atılacaktır. Ve Kuran’da geçtiği ifade ile (Allah’ın dilemesi hariç) orada ebediyen kalacaklardır.
Allah’ı bilmek ve hak ettiği biçimde hatırlamak için Kuran’ın bir satırını okumak bile yetiyor bazen. Kimse kimseyi tekfir etmesin, Allah’ı bilen biliyor. Bilemeyen uyduruyor da yok bilinmek istediği için yarattı, yok şu kişi için yarattı diyor gafilce. Oysa asıl bilinmek isteyenler Kuran’daki satır aralarında, kendini bilmeyi bir türlü bilemeyen insanoğlu tarafından, keşfedilmeyi bekliyor.
Allah bize sadece kendisine şirk koşmamamızı değil, Allah’ın ibadetine de kimseyi ortak etmememizi istiyor madem, bize ne demek istiyor, düşündük mü? Marangoz tezgâhının üzerinde yontulmakta olan bir odun olan insanoğlu eğer ibadetine de başkalarını ortak koşarsa ne olur ki? Öyle olursa ne olur sanki? Çok mu kötü bir şey!!! Benim buna cevabım net. Evet, kesinlikle çok kötü bir şey yapmış olur. Allah’ın bizim için hedeflediği yüksek kalite standardının altını hedeflemiş olur insanoğlu denen bu odun, eğer böyle yaparsa. Açıklayayım…
Allah tarafından öğretilmiş belli kıstasları dışarıda bırakarak söylemek gerekir ki; eğer filanca iyi adam gibi namaz kılmak mecburiyetinde olursa, falanca gibi oruç tutmayı hedeflerse, filancanın giyimini, onun bunun kılığını, sakalını, öbürünün iyi huylarını sadece hedef edinip üzerine almaya çalışır ve böylece asıl örnek olan Allah’a ortak sandığı örneklere yönelirse en büyük hatayı yapar. Çünkü bu durumda en fazla (olsa olsa) o örnek aldığı kişi kadar gelişebilir. Ancak onun kadar yontulabilir. Sadece onun geçebildiği kadar bir tezgâhta işe yarar bir ürün haline gelir. Hedef, İlahi hedef yanında çok küçük kalır. Oysa Allah’ın hedefi bir insanın yeryüzünde ulaşabileceği hedef kadar küçük olamaz. Eğer hedef Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaksa ve Allah’ın ilmiyle ilimlenmekse ki öyle; bu ahlak ve ilim din gününe kadar tamamlanmaya devam edecek ve örnek aldığımız insanlar bile bu aşamayı din gününde tamamlayacaktır. Yani gördüğümüz tüm iyi örnekler bile halen tornadan çıkmamıştır, kaliteli bir mamul olmaktan eksiktir. İnsan halen yeryüzünde (eğitim tornasında) şekillenmekte, demirden, topraktan, çamurdan biçim verilmekte ve içine gerçek ahlak üflenmekte, kötü budaklardan, işe yaramaz damarlardan arınmaktadır. İbadet kendimiz içindir, Allah’a bir şey kazandırmak için değil. Eğer ibadetimizi Allah’a değil de bir insana özgülersek kendi kârımızdan zarar etmiş oluruz ve istenen biçimi alamadığımız için din gününde talaşa ayrılırız.
Hâlihazırda ise Allah’ın ol emrinin gereği halen olma aşamasındadır. Belki bir an’dır ama zaman bizim için var edilmiş ve işlemektedir. Elbette Allah’ın dini ve hedefi tamamlanacaktır. Ama meleklerin “yeryüzünde kan dökecek birini mi halife kılacaksın” diye sorduğunun üzerinden pek bir şey geçmiş değildir. İblis şu anda halen secdeden (insanın üstünlüğünü kabulden) kaçınmaktadır. Ve hepsi birden hala Allah’ın bildiği şeyleri anlama üzerinedir. Oysa insan belki de onlardan önce Allah’ın öğretmesiyle öğrenebilmiş olacaktır gerçekleri. Halen okuldaki öğrenciler olan insanların hepsi mezun olacaktır ama az bir kısmı iyi bir üniversiteye gidecek, akademik kariyerini başarılı bir hayata döndürebilecektir. Çoğunluğun hedefi ise karnını doyurmak gibi basit ve ilkel bir hayat olarak kalacaktır. En iyi armudu bile yese, başaranların elde ettiklerinin yanında zakkum ağacı meyvesinden öteye geçemeyecektir.
Âdem ve Havva yasak meyveyi yediği için suç işlerken aslında planlanan bir doğruyu yapmıştır. İnsanoğlu yanlış yaparak doğruyu öğrenmektedir. Bir insanın hiç yanlış yapmadığını, hiç günah işlemediğini iddia etmek aslında onun hiçbir şey bilmediğini, pişman olacak şeyler yapmadığı için aslında hiçbir zaman doğruyu öğrenemeyeceğini iddia etmek gibidir. Bilerek yapılan cürüm ciddi kusurlar oluşturur. Ama insanlar hata yapar ve pişman olarak hatalarından ders alır. Dünya hayatı da, içinde bulunduğumuz kâinat da, dinin rehberi Kuran da birer derstir. Ders içinde ders, torna üzerine tornadır.
Tefekkürümüzdür, en doğrusunu elbette Allah bilir.
kalemzade.net
twitter: @kalemzade