“Zalimden başka hiç kimseye düşmanlık yoktur.” (2:193)
Yeni bir oluşun, yeni bir doğuşun, filizlenmenin kök saldığı düşünce topraklarımızda toplum bilinci, aydın sorumluluğu ve hissiyatı içinde sömürünün, sömürgecinin, kapitalizmin, emperyalizmin karanlık dehlizlerinde bir ışık gibi doğan İslam’ın “La” kılıcıyla insanlık adına bir düzen inşa edilmelidir. İnsanlık ailesinin değerli üyesi olarak kendisini gören ve bir sorumluluk bilinciyle hayatına yön veren herkes kendi üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. Toplumu oluşturan unsurların ideolojileri, hayat felsefeleri, inançları ütopyaları, hayalleri, idealleri, varlığı adına kendisini oluşturan bütün değerleri ne kadar farklı ve başka olursa olsun; toplumsal bilinç ve sorumluluk adına birleşebilmeli, toplumun selameti açısından, neslimizin geleceği açısından beraber bir yol tutabilmelidir.
Mutlak iyiliği, güzelliği, adalet ve hukuku, insanın en temel haklarını da içinde barındıracak bir toplumun yeniden oluşturulması gerekir. Bu toplum gücünü ayrılıklardan, sınıflardan, üstünlük göstergesi sembol ve işaretlerden almamalı, aksine farklı kesimdeki ideoloji, inanç, hayat tarzı ve felsefi görüşe sahip insanların bir arada yaşayabileceği adalet temeli bir toplum, bir dünya düzeni oluşturulmalıdır. Irkçılığı, şovenizmi, kavmiyetçiliği, üstün ırk, köle ırk gibi insanlığın barış ve kardeşliğini parçalayan, yok eden bütün felsefe ve ideolojilere karşı dünya barışını, insanlık değerlerini savunanlar hep birlikte hareket etmeli, seslerini yükseltmeli ve kendi lokal bölgelerinde bir mücadeleye tutuşmalıdır.
Benim müslüman olmam, başkasının yahudi ya da hıristiyan, budist, ateist olması bu işbirliğinin yapılamayacağı anlamına gelmez. Fıtratımızda/yaratılışımızda var olan temel değerler bütün coğrafyalardaki evrensel değerlerin temelidir. İnsanlar güzel, iyi, doğru, adaletli, ahlaklı, erdemli olana karşı bir özlem içindedir. İnsan Fıtratındaki/yaratılışındaki bu öz sürekli bu yüce değerleri arar, araştırır, bulmaya çalışır. kendi hayat serüveninde bu yüce değerlere ulaşmaya çabalar ve bu yüce değerler için mücadele eder. Dünya ülkelerinin silahlanma yarışında harcadıkları mesai, güç, enerji ve para bu dünyanın bayındır hale gelmesine, insanların açlıktan, yoksulluktan kurtulmasına yeter de artar da. Ama kendi ihtiraslarını toplumun menfaatinin önüne geçiren Hitlerler, Musoliniler, Stalinler, Troçkiler, Maolar geçmişte de Firavun, Nemrut ve Belamlar bu dünya insanın başına gelen felaketlerdir.
Bu tiranların halkın içinde buldukları virüslerle çoğaldığını, halkın korkuları, kaygıları ve gelecek endişeleri ile ayakta kaldıklarını, yine halkın gücü, kuvveti, enerjisi ve mesaisiyle bu yıkıcı güce sahip olduklarını görüyoruz. İnsanlığın kendi celladına aşık olması, elindeki ipi boynuna geçirerek celladına gerek duymadan darağacına çıkması ile celladının onun boynuna ipi dolaması, darağacına çıkarıp ayaklarının altındaki tabureyi tekmelemesi arasında hiçbir fark yoktur. Zehri çeşitli formüllerle hazırlayan ile zehri kendi elleriyle içenin aynı olması gibi.
Bizler! Toplumun selametini düşünenler! İnsanlığı yüce değerler etrafında yeniden ihya etmek isteyenler, halkların/insanların barış içinde yaşayacakları adaletli toplumun oluşmasını sağlamak için çalışanlar, bütün bu sömürü düzenlerine “La” demeliyiz. Bizim bu karşı çıkışımız gücümüze, enerjimize, mesaimize bağlıdır. Bu mesaimizi, gücümüzü, enerjimizi korkularımızı, kaygı ve endişelerimizi, gelecekle ilgili ihtiraslarımızı kullananlar, bugün insanlığın bu zilleti yaşamasına sebep olmuşlardır. Katilin olay mahalline gelip insanlar arasında yaptığı icraatı (maktulü) izlemesi gibi bizler de sebebiyet verdiğimiz bu zulümlere, işkencelere ve sömürülere, bu düzenlerin değirmenlerine su taşımaktan, bu sömürü düzenlerinin birer izleyicisi, müridi olmaktan vazgeçelim. Siyaseti, politikayı, ekonomiyi, inancı kullanarak toplumu çeşitli yönlerden sömürenlere mürit, yandaş, destekçi olmayalım. Çocuklarımıza pırıl pırıl bir bilinç, bir adalet duygusu, insanlık değerlerine saygılı, ahlaklı, erdemli ve ilkeli bir öğüt bırakalım.
Bu yola antlaşma yapmadan, şartlar ileri sürmeden her insanla beraber çıkmaya hazır olmalıyız. İnsanlığa verdiğimiz değerle temel hedef toplumun selameti olmalıdır. İçinde insanlık derdi taşıyan, toplumsal sorumluluğunu hisseden, insana/insanlığa değer veren herkesle bu ortak payda olan toplumun iyiliği, selameti için omuz omuza verebilmeli ve beraber çalışabilmeliyiz. Bizim bilinçli bir şekilde kabul ettiğimiz İslam, insanlık için ortaya koyduğu ilkeler ile hem geçmişte hem günümüzde hem de gelecekte büyük bir güç, enerji, ahlak ve erdemli yaşamın kaynağıdır. Bizim farklı dinlerdeki, ideolojilerdeki insanlarla birlikte böyle bir yola girmemiz inancımızın reddettiği bir durum değildir, aksine inancımızda “Zalimden başka hiç kimseye düşmanlık yoktur.” (2:193). Toplumun selameti için, yaşanılır bir dünyanın temellerini hep birlikte atmak için bütün inanç, düşünce/ideoloji sahipleriyle bir araya gelebilir, ortak noktalarda buluşabilir, omuz omuza vererek insanlığın selameti için çalışabiliriz.
Nitekim Resulullah Medine’ye hicret ettiğinde Medine’nin demografik yapısı homojen bir yapı arz etmiyordu. Medine farklı inanç kesiminden insanların bir arada yaşadığı bir yerdi. Kuran’ın Medeni sure ve ayetleri incelendiğinde bu durum rahatlıkla ortaya konulabilir. Ehli kitap taraftarlarıyla ilgili birçok ayetin Medine döneminde indirildiğini düşündüğümüzde ehli kitap mensuplarıyla müslümanların yoğun bir ilişki içinde olduğunu görüyoruz. İşte Muhammed Nebi demografik yapı olarak heterojen (farklı inanç kesiminde yer alan insanların bir arada olması) bir yapı arz eden bu toplumun lideri olarak kabul görmüştü. Muhammed (a.s) bütün Medineli grupların kabul ettiği bir antlaşma yaparak yıllardır süren iç çatışmaların önüne geçti ve şehirde huzuru sağladı. Farklı inanç kesimlerin kendilerini rahatça ifade edebilecek, ibadet ve taatlerini kolaylıkla yerine getirebilecek ve şehrin savunmasında birlikte mücadele edebilecek bir yapı kurdu. Bugünkü deyimle söylersek Medine’de federatif bir yapı kurulmuştu. Sözün özü, inancımızdan dolayı bizimle çatışmayan, bizleri yurdumuzdan atmayan ve bizleri yurdumuzdan atmaya çalışanlara yardım etmeyen farklı inanç kesimindeki insanlarla adalet temelinde bir birliktelik sağlayabiliriz.
Bugün yaşadığımız Anadolu topraklarında çok farklı inançta, ideolojide, dünya görüşünde insanlar var. Bunlarla iş yerinde, çarşı pazarda, kahvede, devlet dairelerinde bir arada bulunuyoruz, bu insanlarla komşuluk ilişkilerimiz var, alışverişimizi bu insanlarla yapıyoruz. Bu insanları sırf farklı inanç ve düşüncelere sahiptir diye dışlayamayız. Onları yok da sayamayız. Daha geçen yüzyılın başında bu topraklar üzerinde yaşadığımız acı tecrübelerden (Ermeni tehciri, Dersim olayları, 6-7 Eylül olayları, Sivas, Çorum olayları, Kürt sorunu gibi) artık bir ders çıkarmalıyız ve yeni trajedilere izin vermemeliyiz. Toplumsal sorumluluk ve duyarlılık içinde adalet temeline dayalı bir toplumu beraberce inşa edebiliriz. Farklılıklarda ayrılmak yerine ortak evrensel/fıtri değerler etrafında birleşebiliriz. Böylece toplumsal bir bilinç ve birliktelik sağlayabiliriz. Dr. Ali Şeriati de toplumsal bilinci ve birliği vurguladıktan sonra İslam’ı neden kabul ettiğini şöyle ifade eder:
“Benim dayandığım İslam, yenilenmiş, bilinçli olarak yeni bir bakış açısı kazanmış ve İslami bir Rönesans hareketine dayalı bir İslam’dır. Bu dini görüşüm, oturup farklı mezhepleri, çeşitli dinleri tahlil edip mütalaa ederek sonunda İslam’ın en iyi din olduğuna inanmamdan kaynaklanmamaktadır. Bilakis ben, başka bir yola başvurdum. Benim izlediğim yol ve yöntemi sadece dine inanıp benim davetimi kabul edenler değil, aynı zamanda aydın bağımsız bilinci olan, kendi toplumuna hizmet etmek isteyen, kendi nesli ve zamanı içinde aydın olma misyonunu hisseden herkes izleyebilir. Özet olarak benim dine dayanmam öyle bir şey ki, dini duyarlılığı olmayan biri bile benimle gelebilir ve dine dayanabilir. Benim dine dayanmam bir iman ve toplumsal sorumluluk adınadır. Ama aydın bir kişi sadece toplumsal sorumluluk adına benimle ortak ve yoldaş olabilir.” (Ali Şeriati-Öze Dönüş)
Evet, Şeriati’nin de dediği gibi, bizim dine dayanmamız bir iman ve toplumsal sorumluluk adınadır. Biz bu toplumsal sorumluluğa İman vesilesiyle, kendimize bir görev bilerek ulaşmışız. Herhangi bir inanca mensup olan ya da herhangi bir bir dini duyarlılığı olmayan kişi de bizim dayandığımız ve bir bilinçle gelecek nesiller için ortaya koyduğumuz toplumsal sorumluluk ve dava için bizimle aynı yola çıkabilir ve aynı davayı savunabilir. Esasen İslam’ın adalet ilkesi (4:135, 5:8) “işi/emaneti ehline verin.” vurgusu (4:58), düşünceyi hiçbir korku taşımaksızın, rahatça ifade edebilme özgürlüğü (39:18), toplumsal sorumluluk ve bilinç yüklü mesajı (107:1-7), okumaya, bilmeye, öğrenmeye, düşünmeye, sorgulamaya verdiği değer (96:1,4-5, 10:100, 12:2, 17:36), “iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma” (3:104, 3:114, 31:17, 9:71, 9:112) düşüncesi herhangi bir dine mensup olmayan; ama içinde toplumsal sorumluluk hissi duyan herkesle ortak hareket etme alanı oluşturur.
Evet, LA birlik çağrısıdır. “La” toplumları zillete düşürenlere, sömürenlere karşı başlatılan bir başkaldırıdır. Ezilenlerin, sömürülenlerin, toplumsal sorumluluk duyanların, zamanın aydın rolünü üstlenenlerin, insanlık için değer üretenlerin el ele vererek ortaya koyduğu bildirinin/çağrının (manifesto) ilk ve en önemli adımıdır. Her şey “La” demekle başlar. “La” darbesiyle yerle bir olan kurtların, çakkalların, tilkilerin düzenleri yine bir “La” ile yerini adil bir düzene, ortak bir paylaşıma, barışçıl bir ortama bırakacaktır. Bizler bu günlerin geleceğini umut ederek yaşayacağız. Bu umudu içimizde her dem canlı tutacak ve bunun filizlenmesi, boy verip yeşermesi için emekle, canla başla çalışacağız.
Burada sözü tekrar Üstad Ali Şeriati’ye bırakıyoruz: Oluşan yeni haçlı birliğine karşı Büyük İslam Birliği! Zorbalarla mücadele ederken tüm mazlum halklar hep birlikte “La” diyebilmeyi öğrenmelidir. Din ve ırk farkı gözetmeksizin, zalim zorbalara “La” diyebilen tüm görüşlerle siyasetten ittifak kurulmalıdır. “La,, ‘dan sonra “ilahe illallah”da yollarımız ayrılsa da bu sosyo-siyasi bir gerçektir. Ama Mevlana’nın dediği gibi şu asıl hakikattir: “La süpürgesi ile yollar süpürülmeden illallah sarayına varılamaz”. “La” deyip illallah sarayına varmayanlar; Fravun’un sarayına girip Musa (a.s) olarak çıkma aldatmacası ile vicdanlarına yol bulup Belamlık Cübbesini giyenlerdir. Ne mutlu “La” diyebilen mustazaf halklara, ne mutlu “illallah” sarayında kul olup Firavun’un sarayına sırt dönebilenlere.
Muhittin BOZKURT