DİN, DİNDARLIK, DİNCİLİK
DİN
Din’in İslâmî kaynaklardaki anlamlarını şu şekilde gruplandırmak mümkündür: 1. Ceza (karşılık), mükâfat, hüküm, hesap. Fâtiha sûresindeki (1/4) din kelimesi bu anlamdadır. Nûr sûresinin 25. âyetinde geçen din kelimesi tam olarak ceza mânasında kullanılmıştır. 2. Üstün gelme, hâkimiyet, zelil kılma, zorlama. Nahl sûresinin 52. âyetinde geçen “ve lehü’d-dînü vâsıben” (din de daima O’nundur) ifadesindeki din bu anlamda kullanılmıştır. Arapça’da “dâne’n-nâse” (insanları itaate zorladı), “dinte’l-kavme” (kavmi zelil kıldın) gibi örneklerde din “itaate zorlama, zelil kılma” anlamına gelir. 3. İtaat, teslimiyet, hizmet, ibadet. Bakara sûresinde yer alan, “Allah sizin için din seçti” (2/132) meâlindeki âyette geçen din bu anlama örnek teşkil eder. Arapça’daki “dinte’r-recüle” (adama hizmet ettin), “dintehüm fe dânû” (onlara üstün geldin, onlar da itaat ettiler) ve benzeri örneklerde din kökünden türemiş kelimelerin “itaat ve hizmet” anlamında kullanıldığı görülür. 4. Âdet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep. “Benim mezhep ve meşrebim budur” anlamındaki, “Mâ zâle zâlike dinî ve deydenî” ifadesinde geçen din kelimesi bu gruba örnek olarak verilebilir. “Resûlullah kavminin dini üzerinde idi” ifadesindeki din kelimesi âdet anlamında kullanılmıştır ki bu husus onun Hz. İbrâhim’den kalma bazı âdetlere uyduğunu gösterir.
İnsanı en iyi tanıyan, ona şah damarından daha yakın olan Allah, dini de insanın yaratılışına uygun bir şekilde tesis etmiştir. Din kolaydır fakat kendilerini dinin sahibi zannedenler dini zorlaştırmaktadırlar. Allah insanın din ile fıtratına (yaratılışına) en uygun olana çağrıldığını şöyle haber verir:
“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30)
“Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz.” (Kehf Suresi, 88)
“Andolsun Biz Kur’an’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık…” (Kamer Suresi, 17)
“… O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)…” (Hac Suresi, 78)
Dolayısıyla Kur’an, her yaştan ve her kültürden insanın anlayabileceği, apaçık bir öğüttür. Kuran ahlakı insanın fıtratına uygun olan tek yaşam şeklidir.
Müslüman bilginler dini şöyle tanımlamışlardır: Din Allah tarafından vahiy yoluyla ve peygamber aracılığıyla insanlara ulaştırılan, akıl ve irade sahibi kimselerin arzu ve tercihleriyle kabul ettikleri, dünya ve ahirette kendilerini mutluluğa ulaştıran itikadî ve amelî nizamdır, ilahi kuralların bütünüdür.
İlahi bir din şu özelliklere sahip olmalıdır:
1- Dinin kurucusu ve sahibi Allah´tır. Fakat genetiği ile oynanılan (tarikat, tasavvuf, cemaat ve izimler sosu katılan dinin sahibi Allah değildir.
2- Din, insanlara Allah tarafından görevlendirilen peygamberler aracılığı ile ulaştırılır. Oysa tarikatlarda ve cemaatlerde Allah tarafından gönderilen ve buyrukları olan yapılar vardır.
3- Din akıl ve irade sahibi insanlara hitap eder. Tarikatlar ve cemaatlerde akla ve iradeye gerek yoktur.
4- Din insanlar için bir mutluluk ve kurtuluş kaynağıdır. Tarikatlar ve cemaatler dine yaptıkları eklemelerle dini yaşanmaz hale getirdikleri için geniş kitlelerce mutluluk ve kurtuluş kaynağı olarak görülmesinin önünde birer engeldirler.
Dinin bireyin ve toplumun hayatında kurucu bir unsur olarak yer alması gerektiği, marjinal kalmış bir-iki düşünce akımı hariç, düşünce tarihinin üzerinde uzlaştığı hususlardan biridir
Dinler toplumlar için hem yeni değerler oluştururlar hem de var olan değerleri gözden geçirerek akıl ve sağduyu çizgisine çekerler. Başka bir ifadeyle adeti örf’e, örfü de ma’ruf’a dönüştürürler. Böylece küllenen değerleri yeniden ateşler, kanı çekilen damarlara yeniden hayat verirler.
Bir milleti ortak bir amaç etrafında birleştirip harekete geçirecek bir din olmadan, o milleti fiziki ve coğrafi yapısını aşan daha üst hedeflere ulaştıracak bir güç yoktur. Toplumun görme ve hareket etme kabiliyetindeki toplumsal felç ve tutulma durumunu aşmak için, gönderilen peygamberlerin bu insanları, ‘kalkın, uyanın’ nidalarıyla uyandırmaya çalışmasının mantığı burada yatmaktadır. Kur’an alışılagelen toplumsal matrisin belirleyici değerlerinin dışına çıkarak tarihte bir kırılma yaratmanın imkânını göstermek üzere Ashab-ı Kehf (Yedi Uyuyanlar), Firavun’un eşi Asiye gibi örnekleri vermekte ve uyanmamakta direnenleri ölüler ve sağırlar olarak deşifre etmektedir:
Sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı duyuramazsın/işittiremezsin. (27/80; 30/52)
Kendi kavramlarını ve bu kavramların hayat verdiği toplumsal olağanı/matrisi yaratamayan bir din yahut düşünce uzun soluklu olamaz. İslam’ın Tanrı’sının bu anlamda el-Kayyûm (değerlere kaynaklık eden) (Bakara 2: 255) olduğu ve gönderdiği dini de, ed-dînü’lkayyîm (değer üreten, kendi değerleriyle ayakta duracak yeterlilikte olan) (Tevbe 9: 36; Yusuf 12: 40; Rum 30:30) olarak tanımladığı unutulmamalıdır. Dinden ve değerlerden bağımsız bir yönelim, medeniyet kuramaz aksine var olanları yıkar ve insanlığa şiddet ve yıkımdan başka bir şey getirmez. Medeniyet yıkıcı olarak etiketlenen Moğol ve Germen (Barbarlar) istilaları bunun örnekleridir.
Bir toplumun kendini geliştirerek geleceğe taşıması da dinle doğrudan alakalıdır. Dinlerin bir toplumu alıp ileriye taşımasını mümkün kılan en temel ilke, dini değerlerin geleneğin bir parçası haline indirgenmesinden şiddetle kaçınmaktır. Aksine din, geleneği ve yerel örfü, bu yerelliklerinden kurtaran ve onları evrensel insani standartlara çeken bir motif olarak düşünülmelidir. Akılda tutulması gereken husus, dinlerin geleneği muhafaza etmedikleri, aksine onu revize ettikleri ve yeni değerler koymak suretiyle modernleştirici ve dönüştürücü bir özellik sergiledikleridir. Zira indikleri toplumun değerlerini muhafaza edecek idiyseler, yeni bir din göndermenin ne anlamı olurdu? Aynı soru, dinin işlevini tespit bağlamında, içinde yaşadığımız çağdaş toplum için de geçerlidir.
DİNDARLIK
Dindarlık, insanın iman-amel temelinde ortaya koyduğu dinî tutum, deneyim ve davranış biçimini, yani dinî yaşantıyı veya dindarca hayatı; inanılan dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamayı ifade eden ve inanç, bilgi, tecrübe, duygu, ibadet, etki, organizasyon gibi boyutları olan bir olgudur.
Dindar, düşmanlarının bile kendisinden emin olduğu kişidir. Çünkü o rahmet insandır. O bilir ve inanır ki, bağlısı bulunduğu Hz Muhammed hem alemlere rahmettir, hem de Emin (güvenilir kişi) unvanına sahiptir. Dindar insan kendisine Hz. Peygamberin El-emin (güvenilir) oluşunu ölçü alır ve bu niteliğe gölge düşürecek tavırlardan uzak durmayı hayatının en önemli prensibi bilir.
Dindar, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın yolunu arayan ve bu anlayışla yaşamaya çalışan insandır/müslümandır. Dindarın amacı daha iyiye ve daha güzele ulaşmaktır. Dindar bu inanç ve anlayışla sürekli iyilik ve hayır üretir. Dindar “İnsana hizmet, Allah’a hizmettir” düsturuyla hareket eden ve insanlara bir şeyler verebilmenin gayreti içinde olur. Bu ruh hali dindarın yüzünü pasif iyiden aktif iyiye çevirir. Bir tür varoluş sebebi olan bu ‘iyilikte/hayırda faaliyet’ dindarı toplum için ‘hayırlı, iyi insan konumuna getiren temel unsurdur.
Dindarın varlığı dinci için en büyük sıkıntıdır. Çünkü dindar başkalarının mutlu olmasını cennete gitmesini sevinçle karşılamanın da dinin gereği olduğunu söylemektedir. Bu söylem dinciyi çok öfkelendirir.
Dindarların en zararlı düşmanı dincilerdir. Çünkü dinci, dindarın en yüce, en kıymetli sermayesini, kirleten, çalan, istismar eden bir namerttir. Dinci, dindarın ortaya koyduğu değerleri birer maske gibi kullanarak hesaplarını denk getirmeyi esas alan hayâsız bir hırsızdır, gaspçıdır. Dincilik (veya siyaset dinciliği) dini çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dini vardır, ne imanı! Dincinin dini, imanı, Tanrısı, ibadeti, hep çıkarı ve hesabıdır. Dincilik, tarihin en sinsi sorunudur.
Son zamanlarda dindar gençlik yetiştirmek söylemi ile siyaset yapanların bu konuda başarılı oldukları söylenemez. Ancak dinci kesimlerin yaygınlaştığı ve çoğaldığı bir gerçektir. İmam Hatipler de, istisnalar hariç tutulacak olursa, asıl derde deva olmamıştır.
Modern zamanlarda din ve dindarlık birbirine karıştırılıyor. Evet, bu dine ve dinî değerlere yapılan en büyük haksızlıktır. Sadece din ve dindarlık karıştırılmıyor din ve dindarlar yahut din ve dindar görünenler birbirine karıştırılıyor. Dindar olarak bilinenlerin hata ve yanlışları genelleştirilerek dindarlığa yöneltilebiliyor, dindarlık algılarına yöneltilebilecek eleştirilerde bir müddet sonra dinin kendisine yöneltilebiliyor. Böylece din hem dindardan yahut dindar geçinenden hem de dine karşı yahut cephe alandan darbe alıyor. Birisi hem bilgisizlikten hem samimiyetsizlikten, diğeri de hem cehaletten hem inkârdan kaynaklanıyor. Oysa hem dinin değerler manzumesini anlam(lardırm)ada hatalar yapılabilir ki çokça yapılmıştır, hem de söz konusu dinî değerleri hayata aktarmada ciddî hatalar yapılabilmektedir ki tarih boyunca çokça yapılmıştır. Bunları bilmeden dini eleştirmek hatta dine cephe almak büyük haksızlıktır.
Dindarlık konusunda en büyük tehlikeden birisi, din ve dindarlık ilişkisinde insanların yapıp ettikleri hataları dine mâl edilmesidir. Tarih boyunca kendini dindar zanneden birtakım insanların yapıp ettikleri, birtakım yanlış davranışları dine mâl etmeleri, bunu dinden kaynaklanıyormuş gibi göstermeleri, onu meşrulaştırmaya kalkmaları çok daha büyük bir felâkettir. Bu, hem dinin yanlış anlaşılmasına hem de dindarlar hakkında yanlış kanaat oluşmasına sebep oluyor. Bunu yapan insan, Kur’an’ın tarifiyle “En büyük hüsranda olan insandır…”
Dindarlık algısının zaman ve coğrafya ile bir bağlantısı vardır. Dinin değişkenlerine ve sabitelerine bağlı olarak bu soruyu cevaplandıracak olursak dinin zaman üstü, çağlar üstü, değişmeyen sabiteleri ve değerleri vardır. Bu açıdan her coğrafyada, her zamanda onlar aynı kalır. Oraya, o alana dokunmak mümkün değildir. Bunların bir de değişkenleri vardır, bu değişkenler farklı zamanlarda, farklı kültürlerde ve farklı coğrafyalarda farklılıklar arz edebilir. O bakımdan zaman zaman Ortadoğu’da, Arap coğrafyasında görülen birtakım değişiklikler, farklılıklar dinin özü ile ilgili farklılıklar değildir.
DİNCİLİK
Dincilik, dini kendi amaç ve çıkarları için kullanmaya çalışmaktır.
Şekilci dindarlar (dinciler) dini statü kazanma, güvenlik ve toplumsallık aracı olarak kullanırken; dini içselleştirmiş dindarlar, dinlerini derinlemesine yaşamaya çalışırlar. Dini içselleştirmiş dindarlar inancını içselleştirerek adeta onu kişiliğinin bir parçası haline getirirler. Onlar dini emirlere sadıktır ve dini yaşamayı öncelerler.
Dincilik, tarihin en sinsi aldatmacasıdır. Dünyayı/insanlığı aldatanlar sömürülerine destekçi bulmak için bu dinci sektörün her türüyle işbirliği içine girerler. Özellikle kendilerine İslam dünyası diyen aldatılmış kitlelerin aymazlarıyla ve bazı yöneticileri ile!
Dincilik; dini çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir anlayıştır. Aslınsa onun ne dini vardır ne de imanı! Onun dini/imanı, Tanrısı, ibadeti, menfaati, çıkarı ve hesabıdır.
Dincinin hayatında tekfir, iftira ve itham adeta temel ibadettir. Çünkü dinci kendini tekfir, itham ve iftirayı Allah yolunda yaptığına inandırır. Dindar için din daha çok sorumlu olmanın, daha çok paylaşmanın, daha çok fedakârlığın yoludur.
Dinci için, din başkalarından daha çok almanın, başkalarını daha rahat itham etmenin dokunulmaz ve eleştirilmez kurumudur. Bu yüzdendir ki din dincinin elinde zulüm, baskı, ıstırap ve kahır kurumuna dönüşür ve hakkı, hukuku ve adaleti çiğnemenin kutsal aracı yapılır.
Muhammed İkbal (ölm. 1938) dinciden söz ederken onun sadece dünyayı değil, cehennemi bile berbat edebilecek bir yaratık olduğuna dikkat çeker.
Hz Adem dindar, Şeytan dincidir. Hz Musa dindar, Karun dincidir. Hz Muhammed dindar, Abdullah ibni Sebe dincidir. Hz Ali dindar, Muaviye dincidir. Hz Hüseyin dindar, Yezid dincidir.
Partiler, tarikatlar, cemaatler ve bazı sivil toplum kuruluşları yanlış uygulamalarıyla bu dinci anlayışa kaynaklık etmektedir. Dincilik seraba benzer. Dincilik, kendisini besleyen ve kaynaklık eden kurum ve kuruluşları nihayetinde yakar, kavurur yok eder.
Dinci, dini yeni nesillerinin önünde ‘‘tiksinilecek bir maskara’’ya çevirir. Sonra da bu maskaralığı bertaraf ederek dinle insanları barıştıranlara ‘‘Zındık, hain, dinden taviz veriyor’’ diye saldırır.
Dindar-Dinci Karşılaştırması
Dindar için din ölçüsü Allah’ın rızası, yani samimiyettir. Dinci için ise tek ölçü onun menfaat ve çıkarlarına yaramak ve yaranmaktır. Dincinin lügatinde Allah rızası, kitlelerin duygularını tahrik ederek menfaat devşirmeye yarayan bir paravandır ve slogandır.
Dindar, inançlarında ve ibadetlerinde samimi, bilinçli ve aydındır. İnsanlarla dini iletişimi, sevgi, saygı, ümit ve kolaylaştırma düzlemindedir. Dincinin inançları ve ibadetleri görseldir, ham softa kaba yobazdır. Dini zorlaştıran, insanlara dikte eden, dayatmacıdır. Dindar, İslamcı değil müslümandır.
Dinci, ahde vefadan yoksundur. Dindar, kıymet bilir. Dinci, çıkarına ters düşen hiçbir şeye ve hiçbir kişiye vefa göstermez. Dinci nankördür! Dinci başkalarının dini-imanı hakkında hüküm vermektir. Çünkü dinci için din-iman, maddi manevi kazanç kaynağı ve onun hesabına yaradığı sürece değer taşır.
Dindar adaleti çiğnerim korkusu ile Allah’dan çekinir, dinci koltuk kaygısıyla siyasilerden çekinir.
Dindar Allah’ın rızasına taliptir, dinci rant sağlayıcıların rızasına taliptir.
Dindar kamuya eleman alımını liyakate göre yapar, dinci kudretli telefonların sıkletine göre yapar.
Dindar kul hakkına azami ölçüde dikkat eder, dinci kul hakkını büyük bir keyifle yer. Dindar “Emanetleri ehline verin” ayetine gönülden inanır, dinci o ayeti kürsü malzemesi yapar. Dindar oturduğu koltuğa şeref katar, dinci olmayan şerefini koltuktan almaya çalışır.
Dindar tevazu içinde yaşar. Dinci, dini uygulamalarında (ibadet, muamelat ve yardım gibi ahlaki konularda) görselin peşindedir.
Dindar hak ettiği yere emeği ile gelir, herkesin de o şekilde gelmesini ister, dinci torpille sınav hukukunu çiğneyerek roket hızıyla muhtelif mevkilere getirilir.
Dindar zengin fakir ayrımı yapmaz herkese saygı gösterir, dinci sadece zenginlere saygı gösterir.
Dindar sevgi doludur, birleştiricidir. Dinci bölücüdür, yıkıcıdır, imkân bulunca kıyıcıdır.
Dindar yaşadığı ülkeye ihanet etmez, dinci şahsi çıkarı söz konusu olduğunda ülkesini satma potansiyeline sahiptir, sinsidir, asla güvenilmez.
Dindar Kuran’dan beslenir, dinci hurafelerden beslenir.
Dindar Allahın sözleri onun yanında okununca haşyetinden kalbi titrer, dinci ekranlarda saygılı gibi görünür, yandaşlarıyla bir araya gelince Kur’an ile dalga geçer.
Dindar bir kez hacca gider, dinci başkalarının hakkına tecavüz ederek 20 kere hacca gider.
Dindar küresel zorbaların mallarını mümkün mertebe almamaya çalışır, dinci her türlü malı alır satar, zaten onlarla aynı fabrikanın malıdır.
Dindar dünyada yapıp ettiklerinin hesabını ahirette vereceğini bilir, dinci orada da bir torpil (şefaatçi) bulup paçayı kurtaracağı inanca sahiptir.
Dindarın ilâhı, yerin göğün sahibi Allah’tır, dincinin ilâhı hevası, parası ve de koltuğudur.
Dindar kamu malına el uzatmaz, dinci hırsızdır, el uzatır, söğüşlemeyi kitabına uydurur, yedi sülalesinin giderlerini de devlete ödetir. Dindar devlet malı ateşten gömlektir inancındadır, dinci kamuya ait arabalarla pikniğe, düğüne, tatile gider hiç de vicdanı sızlamaz.
Dindar üretir, çalışır helal yer, dinci çalışmaz hizmet vermez, tüketir, haram yer, asalaktır, kenedir.
Dincilik, “Tanrı’ya hizmet” yaftası altında dini Tanrı iradesinin tersine işletmenin şeytani zihniyetidir. Dindar, dinin, yani tanrısal iradenin kendisini kullanmasına izin veren, bunun için de dinin sahibi olan Allah’a teslim olan insandır. Dinci ise dinin kendisini kullanmasına asla izin vermeyen, dini kendi hesapları için kullanmaktan asla vazgeçmeyen insandır.
Dindar, seçkin ve üstün niteliklere sahiptir, kendi adını kullanarak Allah için iş yapar, dinci ise Allah adını kullanarak kendisi için iş yapar, insanları sömüren bir sahtekârdır!
“Dincinin tek amacı vardır. Dini kullanarak kinlerini tatmin, menfaat ve itibar sağlamaktır. Dinci çıkarını kollar, dini siyasette kullanır, cehalet, egoizm ve hatta sadizm içindedir.
Dincinin hedefi, din adına verdiği mücadelenin sonucu ‘Tevhid dinini’ yani gerçek dini hayatın dışına itmek olmaktadır. Dincilik, dinin tüm değerlerinin birer maskesinin kullanıldığı şeytani bir sanayi ve siyaset koludur. Dinciliğin bu imansız ve idraksiz sefaletini, en doyurucu ve etkili biçimde tanıtan beyanlar Kuran’da yer almaktadır. Gerçek dini dışlayarak onun yerine bir istismar dinini geçirmenin Kuran’daki adı ‘şirk’, günlük hayattaki adı ‘dincilik’tir.
Din, Allah’ın kitabında indirilen; dindarlık bunu içselleştirip yaşama dönüştürmk; dincilik ise vitrinlere oynamaktır.
Haydar ÖZTÜRK