Mevlid Kültürü ve Hicret Hareketi

Hicret, her şeyin daha kalıcı ve daha hayırlı olanını bulmak için her şeyi feda etmeyi göze almak ve bunu bizzat yapmak gönüllü olmaktan doğan bir harekettir.


İslam kültür ve edebiyatının özelliği hicret temeline oturur. Hicret ile başlar, hicret ile gelişir, hicret ile özgürleşir ve hicret ile sükûnet ve temkine erişir.

Hz. Âdem hicret ile kurtuluşa yol, çare aradı; sonunda saadete erdi. Hicret Nuh’un hayatında da çok önemlidir. Sıkıntı, dert, keder, zorluk hicret ile sora erer.

Hz. İbrahim de hicrete mahkûm edilmiştir. Hatta ailesinin bir kısmını bölerek hicret ile tanıştırmıştır. İsmail ve Hacer hicretin ne büyük bereket kaynağı olduğunu gösterdi hala da göstermektedir. Hz. İbrahim Irak’ta büyüdü, yetişti, kendini, kâinatı, hakikati sorguladı, keşfetti. Gök kubbeyi fark etti. Yıldızları, havayı, suyu, ekmeği müşahede etti. İzzet ikram üzere bir kültür oluşturdu. Filistin’e göç etti. Mısır’ı gezdi. Mekke’ye gitti. Kabe’yi yeniden inşa etti. Orada eşini bıraktı; kucağında kundaklı bebeğiyle… Kupkuru bir vadiye ciğer paresini bırakıp geldi. Yılda bir kere ancak dönüp baktı ve yalnız hallerini sorabildi. Irak nere, Mısır nere… Filistin Mekke’ye o gün için çok uzak sayılmaz mı? İbrahim bu uzun yolculukları boşuna yapmadı, boş dolaşmış olmadı. Dünyayı dolaşmış oldu. Dünya ona imrendi. O gün bugündür, üzerinden neredeyse 4000 yıl geçti. Yine de dünyanın belli başlı büyük din mensuplarının hala saygı duyduğu, tanıdığı, takdir ettiği en büyük şahsiyetlerden biri olarak aramızda dolaşıyor, neden?

Hz. Musa da bir cemiyetin içindeki büyük bir unsurunu hicret ile özgürlük, kurtuluş ve saadete kavuşturmuştu. 10 yıllık bir sürgün hayatı ona şimdi iyi bir deneyim olmuştu. Mısır’a, mevcut şartlarına bağlı kalıp boyun eğseydi İsrail oğulları, İshak’ın çocukları Firavun tarafından kazılan mezarda şimdi kemikleri çürümüş olmaz mıydı? Mevcut imkân, mülk, kariyer ve rahatlarını bozmasalardı Yahudilerin bugün bir İsrail’i olur muydu? Bunu sadece Hitlerin siyasetine mi borçludurlar? Buradaki göçü görmeyen var mı? Amerika göç ile Amerika olmamış mıdır? Kim Amerika’nın doğumunu kutlar? Kutlanacaksa hicret kutlanmalıdır.

Hz. İsa bir ömür boyu hicret içinde yaşadı. Baba mıydı bir ömür boyu aradığı? Hayır. Seferde hayır vardı. Yere bağlanmak insanın içini kemiriyordu. Mal, mülk, evladuiyal insanı cimrileştiriyor, korkaklaştırıyordu. Böyle daha özgürdü. Her an hicret içindeydi. Daimi bir seferberlik halindeydi. Çevresinde halkalanan Havariler de bir hayat boyu hicreti içselleştirerek yaşadılar. Hepsi tek tek yakalandı ve asıldı. Olsun, hareket devam etti. 300 yıl boyunca takibat, zulüm sürdü. Havariler ve tilmizler can pazarındaydı. Can vererek hareketi bunca yıl taşıdılar.

Arap yarımadasında her büyük hareketlenme, yükseliş hep bir hicretle başlamıştır. Yemen tarih boyunca bir hareket havzasıdır. Nice göçler vermiştir.

Avrupa’da muhakeme, sorgulama, gelişme, ilerleme, keşifler ve devrimler hep kıta çapında büyük hareketlenmelerden, büyük seferlerden sonra başlamıştır. Sefer her zaman görünür bir kazanç getirmeyebilir ama sonuç itibariyle çok etkili olabilir. İslam ülkelerinin içine, kalbine yönelik silahlı seferler Avrupa’yı uyurgezer olmaktan kurtarmıştır. Gözlerini açmış, aklının donunu çözmüş, zihninin afakını aydınlatmıştır. Onun tetebbu ve tetkik azmini kamçılamıştır. Ona yeni bir nefes, derin bir soluk olmuştur.

Büyük İskender’in seferleri/savaşları dünyanın altını üstüne getirse de bir tanışma, buluşma ve kaynaşma zemini getirmiştir. Doğunun en doğusu (Hindistan), batının en batısı (Makedonya) ile doğrudan tanışmıştır. Zihin, kültür, gelenek, ahlâk ve adap arasında bir akışkanlık sağlanmıştır. Etkisi asırlar sürmüştür. Bâbil, Roma ile Kâhire, Atina ile kucaklaşmıştır. Hind u Sind, Makedonya’ya kadar kanat açmıştır.

Cengiz Han’ın yüreğini dağlayan zulüm üzerine başlattığı seferler, günün çürüyen ümmet iradesinin belini kırmışsa da uzağın en uzağına kadar bir inkişafa yol açmıştır. Dağlar kadar büyük zulümlere yol açan seferler/savaşlar hatta imha hareketi bile sonuçta kayda değer bir gelişmeye sebep olmuştur. Millet uyanmıştır. Ümmet kendine gelmiş ve gidişini sorgulamıştır. Ardından karşıdan gelecek sadmeleri göğüsleyecek güce erişmiştir.

Şia kültüründe Kerbelâ hicretin çıktığı bir sonuçtur. Şia Kerbelâ ile vardır. Yazın, kültür, hareket, devinme ve dinamizm hep bir ölçüde bu tarihi hareket, hicret ve şahadetle beslenmiş, gelişmiş ve büyümüştür.

Milat Yerine Hicret Kültürünü Geliştirme ve Söylemleştirme

Milad geleneği sonradan çıkmış miskinleştiren, uyuşturan ve uyutan bir gelenektir. Temeli eşekleştirme ve koyunlaştırmaya dayanır. Amacı ümmetin sinirlerini aldırmaktır.

İslam ve imanı ilkesiz bir sulh kültürü haline getirmeyi hedefleyen ulusal ideolojiler ve devletler hicret kültüründen çok milat veya mevlit kültürünü beslerler. Bu konuyu şişirmek, büyütmek ve öne sürmek isterler. Böylece bir bidatle bir veya birkaç sünneti devre dışı bırakırlar. İşin asıl mecrasından çıkmasına zemin hazırlarlar. Bu işte kullanacakları hocaları, din adamlarını ve üniversite mensuplarını da akıl, zihin ve denânîr ile beslerler. Böylece bir pencere açarlar, belki de küçücük bir delik. Onun sayesinde tehlike gördükleri büyük bir kapıyı, bir gediği kapatırlar. Sessiz halkların zihinlerine biraz şerbet suyu çalarlar. Zihin, irade ve akıllarını yanlış yöne sevk ederler. Onları geniş bir vadiye sürerler; çaresiz, savunmasız ve azıksız. Orada iliklerini kuruturlar. Nâne muhtaç hale düşürürler. Ardında ianeler, ihsanlar, lütuflarla besleyerek kendilerine bağlarlar. Artık onlar Allahtan çok onlara minnettardır, bağlıdır, onların emrindedir. Azat kabul etmez kölelere dönmüşlerdir, tepeden tırnağa kadar…

Böylece sürekli müspet açıdan bakan, her zaman gün ışığında yaşayan, ılıman iklimlere yaslanan bir edebiyatı terviç ederler. Burada soğuk havalar esmez. Karanlık olmaz. Sert yağışlara yer yoktur. Her şey ilaç gibidir, söylenen her derde devadır. Sevgi, affetme, bağış, barış, fedakârlık, iyimserlik, umut, merhamet ve yardımseverliktir.

Diyânât ve ilahiyât mensupları süzgeçten geçirilmiş bir İslam’ı bu demlerde anayurdun dört bir yanında dillendirme yarışına girerler. [Bu arada 35 yıldır el altında tutulan yavru vatana -sanki birilerine bu konuda kılını kıpırdatmayacaklarına dair bir ahd u payman verilmiş gibi- el uzatan olmaz]. Muhammed’i sevgi abidesi bir şahsiyet olarak çok yönüyle tasvir ederler. Ahlâkını, ibadet ahkâmını, müspet yaklaşımını, kötülükle mücadelesini yumuşak, silik ve pasif biçimde tasvir ederler. Çoğun, söylediklerine kendileri de inanmazlar.

Gerçeklere Sırtını Dönerek İslam Edebiyatı Yapılamaz

Bu edebiyatta tarihteki Amr b. Luhay diye birinin esamisi okunmaz. Çağdaş meslektaşları, kendisi gibi akla durgunluk veren dehaları, dahileri, sevkiyatçıları tanıyan veya tanıtan bir hoca veya bilim adamına rastlanmaz. Onlar tamamen ahlâka endekslenmiştir.

Ebû Âmir-i Râhib’ten bahseden olmaz, bu mahfillerde. Onun döndürdüğü dolaptan, kurduğu mescitten, başvurduğu taktiklerden, bir araya getirdiği ordulardan söz açan olmaz.

Ebû Leheb, Ebu Cehil, Ebu Süfyân, Ukbe b. Ebû Muayt, Velîd b. Muğîre, Ümmü Cemîl, Hind gibi kişilerden bahsetmek şöyle dursun Ebu Talib, Ümeyye b. Ebi’s-Salt, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Ka’b b. Lüey b. Gâlib ve Seyf b. Zû Yezin gibi şahsiyetlerden bahsetmek bile manasız, gereksiz, ukalalık sayılır.

Peygamberin emanetleri teslim ettiğinden söz edilir ama neden sürüldüğü, suikasta maruz kaldığı, Kutlu Beldeyi, Mübarek Toprakları niçin terk ettiği irdelenmez. Nerede kaldı Şi’b-u Ebû Talib, Ebrehe Ordusu ve Mahmûd’u, Abdulamuttalib ve Develeri, Kabe’si ve çaresiz tevekkülü. Neredeyse zayıf, köle ve arkası kuvvetli olmayan Müslümanlar hiç ezilmedi. Kimse Habeşistan’a gitmedi, gidenler de zaten geri geldi, denecektir.

Ebû Cendel de kim oluyordu? Ebû Dücâne neden öyle cansiperane bir savunma yapmıştı? Sanki Bi’r-i Mâûne’de 70 Kurrâ katledilmemişti. Sanki Bedir soğuk bir şakaydı; 70 azılı Müşrik ölü, 70’i esir düşmemişti sanki.

Sanki Umeyr b. Vehb el-Cumahî de çok iyi niyetlerle yola çıkmıştı? Adeta Ka’b b. Eşref’in ne tür bir kazan kaynattığını, Muhammed b. Mesleme’nin neden kakınçla ayağa kalktığını hiç duymamışlar…

Uhud hiç de yerinde değildi sanki. Sadece 14 kişi orada sebat etse neydi? 8 kişi ne diye ölümüne biat etmişlerdi?

Kureyza, Nadir, Kaynuka oğulları sanki hep affedilmişti?

Sanki Mekke’nin Fethi’nde 8 kişinin fermanı çıkmamıştı.

12000 kişiyle Tâif üzerine neden yüründü? Bu ordu 4000 kişilik Hevâzin karşısında neden çil yavrusu gibi dağıldı, neden Resulün etrafında sadece 80 kişi kaldı?

İki Büyük Şehir sanki hiç savaşmamış da İslam’ın güzelliğini görüp teslim mi olmuşlardı?

Sanki her iki Büyük Şehir 70 büyüğünü harp meydanında bırakmadan şehrin anahtarını gümüş bir tepside mi Resûle sunmuşlardı…

Sanki Resulullah Bedir esirlerini öylesine affedip serbest mi bırakmıştı; zaten bir peygamberden başka ne beklenirdi ki demek doğru muydu?

Sanki Peygamberin vefat ettiği gün yalancı bir peygamber öldürülmemiş miydi?

Peygamberin misyonu sadece sevgi, saygı, barış, kardeşlik, iyilik ve dürüstlük müydü?

Hukuk, adalet, siyaset, savaş, zulme karşı koyma, cezalandırma hiç yok muydu?

Kitabın bir kısmını okuyup incelememiz hoş iken bir kısmına dokunmamız fincancının katırlarını ürkütebilir mi diyorsunuz? Beyyine, Nûh, Kalem, Tahrîm, Münâfikûn, Cuma, Saff, Mümtehine, Haşr, Mücadele, Hadîd, Hucurât, Feth, Ahzâb, Muhammed, Nûr, Tevbe, Enfâl sûrelerini okumak şimdilerde sakıncalı mıdır? Ashab-ı Karyeyi, Ashab-ı Uhdudu, İman eden Sihirbazların kıssasını ve Ashab-ı Fili unutacak mıyız?

Gocunuyorsunuz diye Ankebût, Mü’min, Kasas, Mü’minûn surelerini ve Hz. Musa ile Hz. İbrahim kıssalarını, İsrail oğullarının macerasını okumayacak mıyız, anlatmayacak mıyız? Bizim mer’âmız, met’âmız sadece Mekkî sûre ve âyetler midir? Onlara dolanmaktan başka işimiz yok mudur?

En’âm ile uğraşıp A’râf’ı dolaşmamız mı tavsiye ve telkin edilmektedir; telmihan. Ehl-i Kitab’a dokunuyorlar, Münafıklardan söz ediyorlar diye bu süreçte Bakara, Al-i İmrân, Nisâ ve Mâide’yi gündem yapmasanız ne olur demeye mi, getiriyorsunuz?

Çözüm Yolu ve Teklifler

Usulî, inkılapçı, devrimci, İslami siyaset ve hukukla ilgilenen çevreler, mesaj ve söylemlerini yumuşatma ve çevresel, yöresel, ulusal şartlara uydurma eğiliminden kurtarmalıdırlar. İyi bilmelidirler ki, İslam’a hizmetin ilk adımı onun söylemini tevhide dayandırıp özgürleştirmektir. İslam’a davetin ilk adımı İslam ile cahiliyenin, iman ile küfrün aynı yola girmeyeceğini, aynı hedef ve amaç için çalışmayacağını anlamak ve bunu söz ve hareketlerinde olduğu kadar uygulama ve planlarında da esas almaktır. Karma inanç, düşünce, mesaj, söylem ve uygulamalarla kimse Allah’ın dinine hizmet edemez: Biraz Allah’a saygı ama önce ulusun büyüklerine, biraz Allah’a kulluk fakat önce çağın değerlerine, biraz Allah’ı tazim lakin önce kurtarıcılara… Allah’ın dini hiçbir kuvvet merkezinden destek alma ihtiyacı duymaz. Destek vermek isteyenlerin bile her desteğini kabul etmez.

Tevhîdîler, devrimciler ve usulîler kendi aralarında ana ilkeleri belirleyip bu zeminde bir edebiyat ve kültür geliştirmeye çalışmalıdır. Kendi yazınlarının ve kültürel merasimlerinin zaman ve zeminini de kendileri belirlemelidirler. Bunun için bidat, hurafe ve yerel kültürlere dayanmaktan sakınmalıdırlar.

Bana ortak payda gibi gelen Aşûrâ’dır. Tespitime göre bu günde 1. Hz. Âdem’in tövbesi kabul oldu; 2. Hz. Nuh’un gemisi o gün Cûdiy’e oturdu; 3. Hz. Musa ziynet gününde Firavun ve sihirbazlarına karşı mansûr oldu; 4. Musa ve Harun ile beraber Beni İsrail (İshak oğulları) Firavun ve askerlerinden kurtuldu; 5. Firavun azgın ordusuyla bugün âleme ibret olacak biçimde bozguna uğradı; 6. Yunus’un kavmi bugün hatasını anlamış iman ve tövbe etmişti. [Şîa, Âşûrâ’yı Hz. Huseyn için matem tutmaya boğar, ama o da bugüne özel bir değer atfeder].

Tüm ilim mahfillerinde, ihtifal ve ma’redlerinde Dîn’de aslı bulunan değerlere yönelmelidirler. Onları canlandırmak için elbirliğinin yolunu aramalıdırlar. Cahiller, kâfirler, fasıklar ve münafıklar ile işbirliğine yanaşmaktan sakınmalıdırlar. Mümin ve Müslim çevrelerle birlik ve beraberliğe sırtını dönenler cahiliyenin kurum ve kuruluşlarıyla işbirliğine gitmeye kendilerini mecbur etmiş olurlar ki, bu gerçekten bir hüsran olacaktır.

Muhammed Târik

Yazar : ilya filistin

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website