Hira Arayıştır…

Hira… hayatın her alanına dair mutluluk formüllerinin hayatın her alanına örnek olabilecek  kutlu bir nefse inmeye başladığı o küçük mustatil…

Hira  övülen peygamberin övülüşünün belgelendiği, Nur dağının eteklerine ‘en-Nur’ olan Allah’ın kondurduğu o nurlu mekan…

Hira arayışın başladığı ismide arayış olan, Allah resulünün vahyi almadan önce itikafa  çekildiği ve her ne zaman Mekkelilerin putlara tapındığını görse: “keşke Hira’da olsaydım da bunları görmeseydim, Hira seni çok özledim” dediği o güzel mekan…

Hiçbir peygamber yoktur ki hayatın her alanına dair mutluluk formülleri getiren hakikati  (vahyi) evinde otururken, rahat ve eğlence içindeyken almış olsun. Onlar hakikati daima bir arayış içindeyken bulmuşlardır. Çünkü onlar varlık sancısı çeken nasıl ve niçin var olduklarını sorgulayan ve sonunda varlığın bir yaratıcısı ve hükmedeni yani rabbi olduğunu kavrayan insanlık önderleridir.

Allah Kur’an’da yalnızca şu iki muhteşem ismi “üsve-i hasene” (güzel örnek) olarak tanıtır bizlere: Birincisi teslimiyetin zirvesi olan Hz İbrahim. Ve ikincisi … alemlere rahmet olarak gönderilen Hz Muhammed. (mümtehine 4, ahzab 21)

İkiside sorguladı, aradı, düşündü ve buldu. Peki neyi?…Tabikide hakikatin kaynağı olan yani “el-Hak” olan Allah’ı. O’nun kainat kitabındaki vahiylerini doğru okudular, ve işte bu yüzden Allah kendi elleriyle hazırladığı asıl vahyi yani vahyin memba’ını onlara ödül olarak Cebrail eliyle sundu. Çünkü ön yargısız temiz bir zihinle hakikatı aramanın sonucu kesinlikle hakikatı bulmak olacaktır. Kuran buna şöyle şahitlik eder:

“…femen esleme fe ülaike teharrev reşeda.”
(cin 14)

Yani

“…(Allah’a) teslim olanlar, artık onlar ‘gerçeği ve doğruyu’ araştırıp bulanlardır.”

 

Burada teharrev kelimesi “arayanlar” manasındadır. Yani vahiy bize hakikatı arayanın onu kesinlikle bulacağını söyler, çünkü ayetin sonunda ki reşeda kelimesi Allah’ın “er Raşid” isminin insan üzerindeki tecellisidir. Çünkü Allah’ın tüm isimleri gibi Raşid ismide çift kutupludur, yani bir ucu O’na bakarken diğer ucu insanı gösterir. Bu yüzden Allah hakikati arayan insanı er-Raşid ismiyle gerçeğe götürecektir, yani irşad edecektir.

Yine hakikati arayanın onu bulacağını muharrif İncil şöyle teyid eder:

“arayan kişi, bulana kadar aramaktan vazgeçmesin. Sonunda aradığını bulacaktır.” (Thomas incili 1/2)

“dileyin size verilecek, arayın bulacaksınız, çünkü her dileyen alır, her dileyen bulur.” (luka 11/9-10)

Arayışa ilk önce ata İbrahim başlar. Arayışa… Yani sorgulama ve tefekküre…

Önce en yakından, evinden başlıyor mustazafların ve muvahhidlerin incisi… önce babasından başlıyor İbrahim… “sen putları ilah mı ediniyorsun?…” ve devam ediyor, yaşadığı toplumu sorguluyor bu defa: ”…görüyorum ki sen ve halkın açık bir sapıklık içindesiniz!” (enam 74)

Hz İbrahim sorguluyor çünkü onlar hiçbir kuvveti olmayan, konuşamayan, göremeyen en önemlisi de hiç bir şey yaratamayan sadece taştan yapılmış heykellerdir. Hz İbrahim bu kainatı bir yaratıcının var ettiğini biliyordu. Fakat O yaratıcı kesinlikle bu taştan putlar olamazdı. O olsa olsa bir ve tek olan, eşşiz olan Allah olabilirdi. Peki bu koca toplumda sadece o mu doğruyu biliyordu? Bir o mu eleştiriyor, araştırıyor ve doğum sancısı çeker gibi varlık sancısı çekiyordu? Sadece o muydu felaha götürecek formülü araştıran ve varlık tohumundan hakikat filizini çıkaran ‘felak’ın Rabbini bulan? Evet sadece oydu… Çünkü:

 

“ Biz İbrahim’e, (Allah’ın) gökler ve yer üzerindeki güçlü hükümranlığı ile ilgili kavrayışı kazandırdık, ki kalben mutmain olan kimselerden olsun.”
(enam 75)

 

İbrahim araştırıp hakikatin ta kendisini bulduğuna göre peki kavminin elinde hakikat diye tuttuğu şey neydi? İşte o kesinlikle hakikatin muharrif bir parçası yani batılın ta kendisiydi. Peki onlar ellerindekinin hakikat olmadığını bilmiyorlar mıydı? Tabiki de hayır! Onlar geleneğin her zaman gerçeğin ta kendisi olduğunu düşünüyor, atalar dinini takip etmeyi doğru buluyor ve ona kayıtsız şartsız teslim oluyorlardı. Düşünmek, araştırmak, tetkik etmek onların hamurunda yoktu. Sen onlara gerçeği haykırsan onlar:

“bize uğursuzluk getirdiniz! Eğer bundan vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlayacak ve başınıza bir bela saracağız!”
(yasin 18)

derler. Çünkü onlar hakikatin kendi ellerinde tuttukları şey olduğuna kesinkes iman etmişlerdir. Onlar Sokrates’in ortaya attığı “hocamı severim fakat hakikati ondan daha çok severim” metaforunu asla düşünmemişlerdir. Onlar bunun yerine “atalarımızın getirdiği, hakikatin ta kendisidir” metaforunu uydurmuşlardır. Kur’an onların bu ahmakça tavrını şu müthiş ayetle ortaya koyar:

“Ne zaman onlara: Allah’ın indirdiklerine uyun denilse, onlar: Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler de mi?…”
(bakara 170)

İşte İbrahim(as) böyle gelenekçi bir toplumun içinde doğmuş ve burada başlamıştı hakikat arayışına. Onun Hira’sı burasıydı… Sonuç ise her zaman olduğu gibi mutlulukla yani hakikati bulmakla, bir başka ifadeyle El Hak olan Allah’a kavuşmakla sonuçlanmıştı.

Ve İbrahim’den yıllar sonra… Bir vadi ve bir şehir… İbrahim ve al-i’nin kurmuş olduğu Bekke. Kainat’ın merkezi olan Beytullah’ın içinde bulunduğu sonraları ismi Mekke olan o kutsal şehir… Ve bir dua… “Soyumdan da önderler yap, yâ Rabbi!” (bakara 124). Ve o dua’nın en muhteşem meyvesi… Muhammed Mustafa(sav).

Ve aynı tablo… Bir muvahhid, bir gelenekçi toplum ve hakikat… Ve tablo’nun gerisi, arayış arayış arayış… Ve sonuç aynı. Çünkü eğer hakikat bir taneyse sonuç ibresi her zaman O bir’i gösterecektir. Ve “O bir” kesinlikle El Hak olan Allah olacaktır.

Muhammed(as) atası İbrahim(as) gibi putların kendilerine tanrılık atfedildiği bir toplumda yaşadı. Ama o hiçbir zaman bu putları ve diğer hiçbir tağutu asla rab olarak görmedi. O henüz küçükken Rahip Bahira’nın bir sorusuna karşılık:  “onlar(putlar) neymiş ki ben onlar adına yemin edeyim!” diyen, putların ismini bile anmaya tenezzül etmeyen bir hakikat yolcusuydu. O putlardan her zaman beriydi. Onlar adına yapılan bayramlara bile katılmamıştı. Atası İbrahim gibi…

Ve arayışın son safhasına geldi alemlere rahmet olmaya aday olan… En büyüğü arayan en büyük kul… Ve Hira günleri… Her Ramazan ayında itikafa çekilir, insanların gönlünde bulamadığı rabbi göklerin ve yerin gönlünde arardı. Bunun içinde insanlardan uzakta bir yerde arayıştaydı yani Hira’daydı… O ve Rabbi vardı yalnızca. Birde Rabbinin kainatta sonsuz sayıda var ettiği ayetler. Onlar hakikatin delilleri… Fakat yalnızca en Nur olanın nuruyla aydınlananların görebileceği hakikatler… Onun nuruyla aydınlanmanın tek yolu ise o nur kaynağını aramaktan geçiyordu. Onun nurunu aramayanların akibeti ise sonsuz karanlıklar içinde kalmak olacaktır.Çünkü:

“…Allah’ın aydınlatmadığı kimse için ışık(nur) bulma umudu yoktur!”
(Nur 40)

Arayışın sonuna gelmişti hakikat yolcusu. Ama yolun sonu daha baştan belliydi. Çünkü o hakikati aramaya başladığı andan itibaren hakikatte onu aramaya başlamıştı. Ve sonunda buluştular. Nerede mi? Herşeyin başladığı yer olan Hira’da… Ve insan suretinde bir melek indi Hira’ya, Muhammed’e(s) aradığı hakikati bulduğunu müjdelemek istercesine… Melek elinde hakikatin membaı’ndan, El Hak’tan, getirmiş olduğu hakikatı gösterdi ona. Ve seslendi: “İkra! (oku!)” Melek adeta şöyle demek istiyordu: “sana aradığın hakikatı bulduğunu müjdelemeye  geldim! İşte elimde! Onu okusana daha ne bekliyorsun!” Fakat o okumayı bilmiyordu. “Ne okuyayım?” diye sordu. Aslında bu soruda “nasıl okuyayım?” vurgusu vardı. Melek cevap verdi: “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” Sanki zımnen diyordu ki: “Sen zaten kainat kitabını okudun ve hakikate ulaştın. Şimdi bu okumaya Rabbinin adını en başa koyarak tekrar başla! Çünkü herşeyin yaratıcısı ve hakikatın kaynağı olan Allah seni seçti. Artık bu hakikate uy ki o seni dosdoğru yola iletsin ve seni alemlere rahmet kılsın.”

Bugünün hakikat yolcusuna bir tavsiye: “Eğer aradığın yalnızca ve yalnızca hakikatse ve sen  tüm kalbinle onu arzuluyorsan kesinlikle ama kesinlikle onu bulacaksın. Çünkü hakikat bir ve tektir. Bir başka ifadeyle o kaynağını el Hak olan Allah’tan alan vahiydir, eğer senin bulduğun bir başka şey ise, o zaman elinde tuttuğun şey kesinlikle yanlış olandır…

…ariamoneva…

 

 

 

 

 


About the Author
Author

ariamoneva

Leave a reply

Name (required)

Website