Allah’a Ulaşan İnsanın “Özgürlüğe” Ulaşmasına Dair…

Allah’a Ulaşan İnsanın “Özgürlüğe” Ulaşmasına Dair…

Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla

Özgürlük, insanlık tarihi boyunca çeşitli şekillerde ifade edilmiş ve halen edilmektedir. Kişiye göre değişiklik gösterebilir. Bunun bir sonucu olarak tek bir tanımı yoktur. Her insan din, yaşadığı dönem, toplumsal (kültürel) yapı, kişisel sebepler gibi nedenlerden dolayı özgürlüğü farklı yorumlayabilir. En genel tanımlardan bir tanesi “Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu” dur. Daha kısa olarak “kendi hareketlerini kontrol edebilme niteliği” denilebilir.

İnsan olmanın gereğidir ki sosyal yaşarız. Sosyal yaşamak zorundayız. Doğru ve sağlıklı bir sosyal hayat için özgürlük ön koşuldur. Canlılığın en tepesinde olan insanoğlu için durum budur. Küçük ve hayatta kalmaya odaklı topluluklardan büyük şehirlerdeki “zeki” ve kalabalık topluluklara kadar geçen süreç sosyal olmakla ve özgürlükle sağlanmıştır. Tabi bugünlere gelebilmek hiç kolay olmadı. İki büyük dünya savaşı, sayısız daha küçük savaş, sayılamayacak kadar çok acı yaşandı. Denilebilir ki sosyal ve özgür olmanın bedeliydi tüm yaşanan acılar. Başarılı olduk mu? Bakış açımdan bunun cevabı hayır. Belki birlikte yaşayan büyük kalabalıklar anlamında evet, halihazırda kimi şehirlerde on milyonu geçen topluluklar bir arada ve özgür(!) yaşamakta ama bu durum sağlıklı ve gerçekten özgür bir sosyal hayat yaşadığımız anlamına gelmiyor neyazıkki. Bugün dünya, bilebildiğimiz tarih boyunca yaşananlardan daha az acı yaşamıyor, daha özgür değil. Hatta özgürlük adına yapılan kötülükler daha da çoğalıyor. Orada burada patlayan canlı bombalar, yanıbaşımızda müslüman olan toplulukların birbirini katletmesi, bir çok yerde süren savaşlar, katliamlar. Yaşadığımız Dünyada Allah’ın sayısız nimeti olmasına rağmen açlıktan ölen insanların artması, özgür ve yaşadığımız devletler tarafından korunduğunu düşündüğümüz kişisel haklarımızın yeri geldiğinde hiçe sayılması gibi sadece bir kaç örnek bile yeterli görünüyor bana acının arttığını söyleyebilmek için. Bütün bunlar ise özgürlüğü farklı farklı tanımlamamızla ile yakından alakalı.

11 Eylülden sonra Amerika’nın bir anlamda tüm dünyaya savaş açmasının nedeni kendi özgürlüğünün tehdit altında olmasından dolayı idi. Tabi bu görünen kısmı. Diğer sebepler başka yazının konusu. Amerika’nın özgürlük anlayışı savaş açtığı ya da karıştırdığı ülkelerden daha farklı ki böyle bir olaya kalkışıyor. X ülkesindeki Y topluluğu için özgürlük, içinde yaşadığı X ülkesinden farklı ki ayaklanıyor. Devletler ya da büyük-küçük topluluklar arasındaki savaşların çok büyük bir kısmıda özgürlük (özgürlüğün farklı yorumlanması) adına yapılan savaşlar. Tarihte ve günümüzde gözümüzün önünde çok rahatlıkla görebiliriz özgürlük adına yapılan savaşları. Savaşlar bitmiyor…

Tek savaş ülkeler veya topluluklar arasında olan savaş değil tabi. Bunun bir de çok daha küçük ve kişisel boyutlarda olanı var. Evlilikler, ortaklıklar, aile bu savaşların çatışmaların özgürlük adına yaşandığı diğer bir alan. Evlilikler ‘kişisel özgürlüğüm kısıtlanıyor’ gibi sebeplerle bitiriliyor. Daha acısı benim özgürlüğüm senin özgürlüğünü dövere kadar gelip şiddete dönüşebiliyor. En medeni ülkelerin en medeni insanaları arasında bile görülebiliyor. Bizler insanız. Sosyal ve özgür yaşamalıyız. Bu uğurda vahşileşebilir başka bir canı katledebiliriz bile. İnsanlık tarihi boyunca geldiğimiz(geldiğimiz derken bir yere geldiğimizde yok.) nokta budur. Özgürlüğüm(‘) adına vahşileşip öldürürsem haklı olurum(!). Tarihimizde bir kaç istisna var tabi ilerleme kaydedebildiğimiz…

Özgürlüğü kitlesel devletsel alanda geniş anlamda yaşayabilmek için önce özgürlük kavramının ne olduğuna odaklanmamız gerekiyor. Nedir özgürlük. Elbette bunu sorduğumuz her insan birbirine yakın olsada farklı cevaplar verip farklı tanımlamalar yapabilir. En başta söylediğim gibi kişiye göre farklılık gösterebilir. Çözümlenmesi gereken noktada aslında bu. bütün insanlar özgürlük tanımını yaparken temelde ‘kendi’ dünya algısına göre yapar. Daha doğrusu kendisini evrende konumlandırdığı yere göre tanımını yapar. sorun da burda başlar. Bizler bu tanımı yaparken Allahın varlığını ve bizi O’nun yarattığını düşünmeden yaparsak ne kadar iyi niyetle doğru tanımlamaya çalışırsak çalışalım geçerli bir tanım olmaz.

İblisin Adem’e dolayısıyla Ademoğlu’na (insanoğluna) secde etmeyip Allaha karşı geldiği ayetlerde iblisin genel itibariyle kibrinden dolayı karşı geldiğini anlarız. İşte bu kibre kapılmasının sebebini anlamaya başladığımızda özgürlüğün tanımını daha doğru yapabiliriz. Bu tanımı yapabildiğimizde de zaten Allah’a ulaşmış oluruz ki asıl olan da budur. Yani Allah’ı, varlığını, kendi varlığımızı anlamlandırmaya başlarsak dünyanın en özgür insanı olup en doğru özgürlük tanımını da yapmış oluruz. İblisin kibre kapılmasının sebebi Allah’ın yeni bir varlık yaratması ve diğer yarattığı varlıkların da ona secde etmesini istemesiydi. Bu durum melekler için koşulsuz kabul edilecek bir durum. Yaratılış olarak ‘Özgür İradeye’ sahip değiller.Allah’ı koşulsuz olarak sevip yine koşulsuz olarak Allah’a itaat ederler. Koşulsuz olarak Allah’ı tesbih ederler, yüceltirler. Ancak iblis için durum farklı. O özgür iradesiyle Allah’ın kulu olmuştur. Belkide Allah’ın en sevdiği özgür iradeli kullarından idi(En doğrusunu Allah bilir).Adem’in yaratılmasını belki kendisine bir rakip olarak gördü. Bu durumda bir anlamda ‘özgürlüğünün’ kısıtlanmasıydı. Yüce Allah’ın kuluyken Adem’e secde etmesini kendi varlığının ikinci plana atılması olarak algıladı. Özgürlük tanımının yanlış yapılması burada başlıyor. İblis kendisine Yüce Allah tarafından bahşedilmiş olan özgür iradesini kullanırken, gerçek özgürlüğe sadece tek olan Allah’a kulluk etmekle ulaşabileceğini es geçmiş ve bu da onu kibre sürüklemiştir. Kısaca denilebilir ki özgürlüğe ulaşmanın tek ve en doğru yolu bildiğimiz evrende yaratılan tüm bilinçli, özgür iradeli varlıkları referans almak değil tek olan Allah’ı referans almaktır. Yani biz (özgür iradeli ve bilinçli) yaratılmış varlıklar olarak önce tek olan Yüce Allah’a bilerek anlayarak kul olmalıyız. Bunu başardığımızda yani yaratılmış hiçbir şeye kul olmadan tek olan Allah’a kul olduğumuzda yaratılmış hibirşeyden, yaratılışlarından dolayı üstün olmadığımızı  anlamamız kaçınılmaz olur. Herhangi bir şey yaratma gücümüz de olmadığına ve yaratıcıda tek olduğuna göre yarattığını dilediği şekilde ve dilediği özellikte yaratabilir. Bu da birbirimize üstün olabileceğimizi iddia etmemizi bile net bir şekilde sonlandırır. Bunun hükmünü verebilecek tek olan Allah’tır. Hüküm sadece Allah’ındır. Zaten bu bilince ulaşan insan üstünlüğü, evrende olan varlıkların özelliklerine değil Allah huzurunda diğer varlıklara karşı olan davranışlarında ve Allah’a olan sorumluluklarında arar. Sadece tek olan Allah’a kul olan insan diğer varlıklara karşı üstünlük gösteremeyeceği için onların yaşam hakkınıda gasp etmemiş olur. dolayısıyle bunu kavrayan her insan hem kendisini hem de birlikte yaşadığı insanların özgürlüğünü teminat altına almıştır.

En baştaki tanıma dönecek olursak yani “kendi hareketlerini kontrol edebilme niteliği” ne bu niteliği kazanabilmenin tek ve en doğru yolu doğuştan var olan bilincimizle (özgür irademizle) Allah’a ulaşmak ve hareketlerimizi bizden istediği şekilde kontrol etmektir. Bu niteliği kazandığımızda evredeki en özgür varlıklar olabiliriz. Bu yolu Yüce Allah bize Kuran’da en güzel şekilde açıklamıştır. Sosyal özgürlüğe kavuşmak bireysel özgürülükle başlar. Bireysel özgürlükte Allah’a ulaşmakla mümkündür. Çok şükür ki tek olan Yüce Allah biz kullarına bu yolu gönderdiği peygamberler ve kitaplarla bildirmiştir. Tek yapmamız gereken Allah’ı aramak. Bakabilen ve görebilen insan için ‘özgürlük’ Tek olan Allah’tadır. Allah ise heryerde.

En doğrusunu Allah bilir.Allahın rahmeti selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Gökhan BENLİ


About the Author
Author

gkhnbnl

Leave a reply

Name (required)

Website