Sessizliğin Bedeli İnsan Izdırabıyla Ödenir

Sessizliğin Bedeli İnsan Izdırabıyla Ödenir

Allah’ın peygamberine emirlerinden biri her zaman ve mekanda, İslam’ı inkar edenler istemese de engel olsalar da mutlaka dini bildirme vazifesinin yerine getirilmesidir. Bundan dolayı, Peygamberimiz de sessiz kalmama ve Kuran’ı açıkça bildirmeyle emrolunmuştur. Bu durum, Kuran’da şöyle ifade edilmektedir:

“Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma.” (Hicr Suresi 94. Ayet)

Kuran, kıyamete kadar geçerliliğini devam ettirecek ilahi kitaptır. Ona inananlar her zaman ve mekanda onu insanlara anlatacak, onunla kitlelere hitap edilecek ve onunla insanlar İslam’a davet edileceklerdir. Çünkü Peygamberimiz de böyle yapmıştır.

Kuran’ın indiği dönemde de ortak koşanlar, ondan rahatsız olmuşlardı. Onu dinlememek, duymamak ve anlaşılmasına mani olmak için her türlü hileye başvurmuşlardı. Hatta onun anlaşılmasına engel olmak için gürültü yapılmasını dahi kendi aralarında kararlaştırmışlardır. Bu şekilde, Kuran’la insanların doğru yolu bulmalarının önüne geçmek istemişlerdi. Bu durum, Kuran’da şöyle geçer:

İnkar edenler “Başa çıkmanız için, bu Kuran’ı dinlemeyin, anlaşılmasını engelleyin” dediler. (Fussilet Suresi, 26. Ayet)

Oysa, Peygamberimiz, tüm bu müdahalelere ve imkansızlıklara rağmen Kuran’ı bildirmeye devam etti, sessiz kalmadı. Kısaca hatırlatmak gerekirse;

“Hz. Muhammed, Allah’ın elçiliği vazifesine sıfırdan başladı:

1-İlmi açıdan sıfırdan başladı.

2-Siyasi güç açısından sıfırdan başladı.

3-İnsan kaynağı açısından sıfırdan başladı.

4-Ekonomik güç açısından sıfırdan başladı.

Aşağıda bu dört hususu kısaca ele alacağım.

Hz. Muhammed’in yaşadığı bölge ve dönemde, Platon’un veya Aristoteles’inkine benzer bir felsefe okulu yoktu. Ayrıca Sümerlerdeki gibi bir gözlemevi ve sistematik gözlem faaliyetleriyle evreni anlama çabası da yoktu. Arap yarımadasının büyük kesimi okuryazar değildi. Mekke’de Kabe’nin varlığından dolayı farklı insanlarla ticaret ve etkileşim oluyordu ama hiçbir zaman Platon’un okulu veya Sümerlerin gözlemevine benzer, ciddi ilmi faaliyette bulunduğu söylenebilecek bir kurum meydana gelmedi. Hz. Muhammed, önceki kutsal metinlerin bilgisine bile sahip olmayan “ümmi” bir kavmin içinden çıktı (62-Cuma Suresi 2). Faydalanılabilecek ve hareket noktası olabilecek ilmi bir merkez mevcut değildi. İlmi açıdan tamamen kurak böylesi bir ortamda insanlar Kuran’la buluştu. Bu ortamın ne kadar kurak olduğunu görmek, Kuran’ı ortaya çıkaran marifetin o ortamda olmadığını, o ortamın birikimiyle Kuran’ın yazıldığının iddia edilmeyeceğini anlamamızı daha iyi sağlar.

Hz. Muhammed dine davet faaliyetine hiçbir siyasi gücü miras alarak başlamadı. “Hz. Muhammed, yaşadığı bölgenin önemli bir siyasi lideri olarak dine davet faaliyetine başladı; diğer gruplar yavaş yavaş onun gücüne boyun eğdiler ve İslam böylece büyük bir güç oldu” diye bir iddiada hiç kimse bulunamaz. Eğer böyle olsaydı da, Hz. Muhammed’in getirdiği mesaj etrafında kenetlenenlerin, bir asır içerisinde, Mezopotamya’ya Kuzey Afrika’ya ve Güney Avrupa’ya kadar yayılmış, dünyanın en büyük siyasi yapılarından biri olmaları gibi büyük bir başarı gölgelenemezdi. Fakat sıfır noktasından başlayarak bu durumun gerçekleştiğine tanıklık etmek, hiç şüphesiz bu başarıyı büyütmektedir. O, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktığı zaman, Hz. Muhammed’in yaşadığı bölgede “devlet” tanımlanmasına uygun siyasi bir yapı yoktu. Kabilelerin birlikleri, ileri gelenleri ve liderleri vardı. Hz. Muhammed, dünya ölçeğinde önemsiz sayılabilecek bir kabilenin siyasi lideri gibi bir konumda bile değildi. Bırakın siyasi bir lider olarak vazifesine başlamayı; Hz. Muhammed, içinden çıktığı toplumun ileri gelen bir kişisi bile değildi. Nitekim Hz. Muhammed’in düşmanları, onun peygamberlik iddiasını duyduklarında “Bu Kuran, iki şehrin ileri gelenlerinden birine indirilseydi ya” (43-Zuhruf Suresi 31) demişlerdir. Hz. Muhammed, başlangıçta, bir yerin ileri geleni olmak sıfatıyla sözü dinlenen biri olmak gibi bir avantaja bile sahip olmayan sıfır noktasındaki bir yetim olarak vazifesine başladı. Adetlerine ve atalarının dinine çok bağlı, cahilliğin çok yaygın olduğu, ufak bir geleneklerini değiştirmeye karşı bile çok dirençli bir toplumu, radikal bir şekilde değiştirdi, birliklerini kurup kısa sürede dünyanın en etkili gücü olmalarını sağladı. Bunları başarırken, hiçbir aşamada, savunduğu dinin temel inanç görüşlerinden taviz verecek şekilde bir uzlaşmada bulunmadı ve bu uğurda her tehlikeyi göze aldı. O, insanları, sahip olduğu avantajlar ve siyasi bir liderlik sayesinde değil, ulaştırdığı mesajın gücü sayesinde ikna etti.

Hz. Muhammed 40 yaşları civarında dine davet faaliyetine başladığında etrafında toplanmış hazır bir insan grubu da yoktu. Örneğin herhangi bir dinin ileri geleni veya tarikat gibi bir yapının önderi değildi. Etrafında hazır olan insan gücünden yararlanıp, peygamberlik iddiasında bulunduğunda bu etrafındaki hazır insan gücünü yeni görüşüne adapte edip de sonraki başarılarını gerçekleştirmedi. İlk önce eşi Hz. Hatice’yi, sonra diğer insanları teker teker ikna etti. Dini tebliğ ettiği ilk üç yılda ona uyanlar 40-50 kişi civarındaydı. İnsan gücü açısından da sıfır noktasından başladı.

Hz. Muhammed peygamberlik vazifesine başladığında ciddi bir ekonomik güce sahip olarak da vazifesine başlamadı. Ne kendisinin sahip olduğu büyük bir serveti vardı ne de başlangıçta onu zengin bir bütçeyle destekleyen birisi mevcuttu. Eşi Hz. Hatice ile beraber gerçekleşen ticari faaliyetlerinden gelen bir birikim vardı ama bu birikim; ordular kurabilecek, insanları satın alabilecek bir büyüklükten çok uzaktı. Ayrıca peygamberlik vazifesine başladıktan kısa süre sonra başlayan Mekke’deki boykotta ekonomik açıdan oldukça zor bir dönem geçirdi. Zaten Arap yarımadasında (özellikle sahil kesiminin dışındaki yerlerde) ciddi bir zenginlik yoktu. Nitekim bu bölge ekonomik büyüklüğü açısından o kadar değersizdi ki, her yeri işgal eden Roma İmparatorluğu burayla ciddi şekilde ilgilenmemişti. Kısacası diğer hususlarda olduğu gibi ekonomik açıdan da çok düşük bir seviyeden başladı.

İlim, siyaset, insan kaynağı, ekonomik değerler açısından sıfıra yakın bir noktadan başlayan Hz. Muhammed’in, tarihin en etkili kişilerinden biri olduğunu hemen her tarihçi kabul edecektir. Örneğin tarihin en etkili yüz kişisini belirleyen Michael Hart, Hz. Muhammed’e birinci sırayı vermiştir.” (Caner Taslaman, Neden Müslümanım, s. 171-173)

Peygamberimiz, Kuran’ı tebliğ etmeyip sessiz kalsaydı cahiliye devri devam edecek ve insanlar ızdırap çekmeye devam edecekti. Oysa Allah’ın elçisi, kendisine emrolunduğu şekilde Kuran’ı açıkça bildirdi, inkar edenler yüzünden sessiz kalmayı tercih etmedi. Çünkü sessizliğin bedeli insan ızdırabıyla ödenir.


About the Author
Author

Editor 2

Leave a reply

Name (required)

Website