Peygamberi Anmak mı Anlamak mı?

Bizim için çok şey ifade etmesi gereken peygamber efendimizi(as) maalesef küçük bir haftaya sığdırma gayretindeyiz, Peygamberin değeri bu kadar küçük olmamalı. Çünkü Peygamber değerini vahiyden, yani onun sahibinden alır. Vahiy tüm hayatı inşa etsin diye var edildi. Bu yüzden peygamber de tüm hayata vahyi taşımak için bütün hayatımızda asli bir rol oynamalı ki onu inşa eden vahiy bizi de inşa edebilsin. Çünkü biz ancak ondan öğrendik vahiyle inşa olmayı ve vahiysizlikten yanan yüreklere vahiy pınarını taşımayı. Ve biz vahiyden öğrendik onun vahyi taşıyan ve tanıtan “en güzel örnek” (33:21) olduğunu.

Peygamber efendimizin küçük bir haftaya sığdırılmaya çalışılması yetmezmiş gibi, bir de insanlar resulü sadece anmak için buluşuyorlar Kutlu Doğum Haftalarında. Nebi maalesef anlaşılmaya, hayata taşınmaya çalışılmıyor, hem de gönderiliş amacı bu iken. Oysa “Anmak” değeri tarihe hapsetmektir, “Anlamak” ise değeri bugüne ve buraya taşımaktır.(1)

Anmak resulü dil ile desteklemektir, anlamak ise resulün yüküne sırtını vermektir. Anmak resulün yüzüne hayran olmaktır, oysa anlamaksadece yüreğine hayran olmaktır. Anmak yüzüne gülmektir, ama anlamakyüreğine gülmektir tüm içtenliğinle. Anmak yüzüne değebilmek için çırpınmaktır nebinin, fakat anlamak ilelebet koşmaktır onun arkasında,sadece yüreğine değebilmek için…

Resulü anlamak;misyonunu omuzlarda taşıyabilmek için en ön saflarda beklemektir onu; hüzünlü gözlerle, titreyen ellerle ve dua dua bekleyen yüreklerle. Ve anlamak almaktır sırtından yükünü resulün, çünkü yorgundur artık nebi, yükünü emin ellere bırakmak ister. Ve bir el uzanır resulün sırtına, nebinin yükünü paylaşmak isteyen küçücük bir yüreğindir bu eller. Sırtından yükünü alan yiğide bakar nebi, gülümsertitreyen gözlerle ve tutar yiğidin yüreğinin eteğindennasır tutmuş yumuşacık elleriyle,sonra bırakır yükünü. İşte o andaki sevinçtir resulü anlamak, gözyaşlarının peygamberin sevinç gözyaşlarına karıştığı andır o, onu anladığın andır…

“Ben resulü seviyorum!” demek büyük bir iddiadır. “Anam babam sana feda olsun ya resulullah!” demek kolay. Fakat anneyi, babayı, sevgiliyi ve tabiki kendini feda edebilmek için söz yetmiyor, yürek gerekiyor, kendini tüm benliğiyle kurban edebilecek bir yürek…

 

“De ki: Benim tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’a armağan olsun!”
(6:162)

 

İşte bu olmalı söz, daha doğrusu Allah’a olan and. Kendini tüm benliğinle Allah’a adamak olsa gerek hayatın anlamı, tıpkı Meryem’ini kayıtsız şartsız Allah’a adayan Hanne, İsmailini Allah’a gönülden kurban eden İbrahim gibi. Eğer kişi kendini Rahman’a adamak için and içerse; resulü anlamak, onun misyonunu yüklenebilmek için hazırdır artık, çünkü kendini Rabbine adamak ancak nebinin yükünü azaltmakla veona yol arkadaşı olmakla mümkündür. Onun terkisinde, onun eteğine sımsıkı sarılmakla, ve onu asla bırakmamakla mümkündür.

Biz peygamberi anlamıyoruz. Gerçi peygamberi anlamaya çalışmıyoruz, bu yüzden nasıl anlayabiliriz ki onu?Peki ama peygamberi neden anlamaya çalışmıyoruz? Cevap mı? Cevap gayet basit ve o kadar da yürek yakıcı: okumuyoruz. Peki neyi? Bunu söylemek ise daha zor:Kur’an’ı, hem de Allah’ın “insanlar için hidayet rehberidir!” (2:185) diye tanıttığı Kur’an’ı. Fakat yine de okumuyoruz hem de kitabın ilk emri “Oku!” iken. Eğer biz peygamberi anlamaya çalışsaydık, Kur’an’ın sayfalarını çevirecektik ve peygamberin misyonuna atıf yapan şu ayeti görecektik hüzünlü gözlerle ve okuyacaktık hıçkıran yüreklerle:

“Doğrusu Allah Rasulü sizler için, Allah’a ve ahiret gününe umut besleyen ve Allah’ı sürekli hatırda tutan herkes için ‘güzel bir örnek’ teşkil eder.”
(33:21)

Bizim bu ve diğer ayetleri okumadığımızı ve asla okumayacağımızı yine alemlere rahmet olan nebi şöyle haykırıyor:

“Ya Rabbi! Benim kavmim bu Kur’an’a devri geçmiş, işlevi kalmamış bir kitap muamelesi yaptı!”
(25:30)

Ve yine biz Kur’an okusaydık nebinin bu çığlığına bizim nasıl cevap vereceğimizi okurduk gözyaşlarına boğulmuş bir nefesle ve sonrasında sinirden ısırırdık ellerimizi:

“İşte o gün haddi aşmış olan kişi, (aldanmanın pişmanlığıyla) elini ısırarak diyecek ki: “Ah n’olaydım! Keşke Rasul ile birlikte bir yol tutmuş olaydım!”
(25:27)

Ve biz eğer resulü örnek alma amacına sahip olsaydık: “Ne kadar salavat o kadar huri!” saçmalıklarına ve sapkınlıklarına düşmez ve bunları söyleyenlerin peşine düşmezdik. Eğer  kitabın sayfaları arasında birazcık dolaşsaydık  “Muhammedi nefesin bir kişiye daha ulaşması nebi için milyonlarca salavattan iyidir!” diye düşünürdük.

Fakat biz böyle düşünebilmek için Kur’an’a yeterince yakın değiliz, işte bu yüzden hasbi bir salat (destek) değil hesabi bir salavat mantığına sahip olanları takip ediyoruz. Maalesef bunun pişmanlığını şu şekilde dile getireceğiz:

“Vah n’olaydım falanca kimseyi kendime yol gösterici bir dost tutmayaydım!”
(25:28)

Fakat tüm bunların bize bu dünyada bir anlam ifade etmediğini görüyoruz, çünkü biz Kur’an okumuyoruz. Eğer peygamberi anlama çabasında olsaydık bize efendimizi en doğru anlatan hitabı anlamaya çalışırdık tüm benliğimizle. Belki de biz bu hitabın Allah’a ait olduğuna inanmıyoruz? Kim bilir…

Sözün özü: “Muhammed Allah’ın elçisidir.” (48:29, 33:40)Fakat biz buna gerçekten inanıyor muyuz? Eğer inanıyorsak peygamberi “sayılı günlerde anılan, tarihte kalan büyük bir insan ” olarak görmeyelim, onu vahyi hayatımıza taşıyacak bir önder, bir örnek ve bir sevgili olarak görelim. İşte o zaman “En sevgiliye selam olsun!” nidasında bulunabiliriz. İşte o zaman “onlar benim kardeşlerimdir, onlar beni görmedikleri halde bana iman ederler!” müjdesine ulaşabiliriz. İşte o zaman Rahman’ın:

“Ey, Rabbine itaat edip huzura eren nefis! Rabbine, O’ndan razı ve O’nu razı etmiş olarak dön! Gir kullarımın arasına! Gir cennetime!”
(89:27-30)

müjdesi bizleri de kuşatmış olur.

ariamoneva

(1) M. İslamoğlu

 


About the Author
Author

ariamoneva

Comments (5)
Leave a reply

Name (required)

Website