BİR AYET, BİN TEFEKKÜR

NUR SURESİ 41. AYET


Salat, fıtrattır. Salat, destektir. Salat, duadır. Salat, tazarrudur. Salat, şekilsel salattır(namzdır). Salat, özün ortaya çıkışıdır. Salat, bağlılıktır. Salat, Allah’ın hükümleriyle hükmetmedir. Salat, bilinç arınmasıdır. Salat, fahşadan, münkerden uzaklaşmadır. Salat, yakarıştır. Salat; kamet, ruku, secdedir. Salat, tesbihtir(yüceltme). Salat, dik durmadır. Salat, bütün mevcudiyetin(canlı-cansız) dilidir. Salat, tefekkürdür. Salat, zikirdir. Salat, iletişimdir. Salat söylevdir. vs.

Salatı dar manasıyla anlamamak lazım. Türkçeye Farsçadan geçen namaz kelimesi, salatın ancak şekilsel olanı ifade edebilir. Kuran-ı kerim’de salat çok geniş manada kullanılmış. Eger “salat” kelimesini sadece namaz ve dua diye alırsanız, diğer anlamlarını gözardı ederseniz, salat’ın 3 vakit mi, 5 vakit mi olduğu önemli bir konu haline gelir. Oysaki salatın bu iki anlamı belki de salatın anlamları içinde 100 de 10′ luk bir paya sahiptir. Salatın dinin direği olması gerçeği de sanırım bu durumu ifade etmektedir. vesselam..

Salatın; yaratılış, fıtrat, doğal, tabii anlamlarına geldiğini şu ayette görmekteyiz:

Baksan â hakikat Allah, o Semavât-ü Arzdaki kimseler ve o kanad çırpıb süzülen dizilen kuşlar hep onun için tesbih ediyor, her biri cidden salâtını ve tesbihini bilmiş, Allah da, ne yapıyorlarsa hep biliyor. (Nur-41)

Hakikat o dur ki, Rabbi’miz idrak sahibi, düşünebilen varlıkların (insanların) kendisini yücelttiği gibi, yeryüzünde ve gökyüzünde ve bu ikisi arasındaki canlı cansız her şeyin kendisini yücelttiğini ve varlıkların tümünün salatını ikame ettiğini bildirmektedir. İnsanların salatlarını ikame etmesi anlaşılır bir durum iken, insan dışındaki diğer canlı ve cansızların salatlarını nasıl ikame ettiğini, tesbihlerini ne şekilde bildiklerini ise Kur’an’ın bütünlüğü içinde salat-tesbih-dua kavramlarının geçtiği bütün ayetler bir araya getirilip öyle değerlendirerek bir sonuca ulaşılabilir kanaatindeyim. Asıl konuya geçmeden önce yer, gök ve ikisi arasındaki her şeyden kastın ne olduğunu görelim. Ali AKSOY, “Kur’an’da Tesbih Kavramı-Tesbih Nedir?” adlı makalesinde şunları nakletmektedir: “Kur’an’ın indiği dönemin uzay ve kâinât bilgisi gereğince Kur’an ‘gökler’ demiştir. Fakat ‘gökyüzü’ dendiği zaman, nerde başlayıp nerde bittiği bilinmeyen, uçsuz bucaksız bir uzay akla gelmektedir. Bu uzay, yıldızları, gezegenleri ve galaksileri ve galaksi kümelerini içermektedir. Astronomi bilgisinin oldukça sınırlı olduğu miladi 7. yüzyıl insanları açısından ‘gökler ve yeryüzü’, üzerinde yaşadığımız bu dünya ile onun göğünü temsil etmektedir. Halbuki ‘gökler’, bütün uzay ve içindeki yıldızları ve gezegenleri, yani kâinâtı kapsayan bir terimdir. ‘Arz’ ise, üzerinde yaşadığımız dünyadır. Dikkat edilirse ‘gökler ve yeryüzü’ derken sanki ikisi birbiriyle benzer çapta iki alandan bahsediliyor intibaı uyanmaktadır. Oysa arz, yani dünya, uzaya kıyasla, dağa oranla bir nokta gibidir. Bu iki terimin bu şekilde kullanımı, Kur’an’ın indiği dönemdeki toplumun ‘dünya’, ‘uzay’, zaman ve mekan algısıyla yakından alakalıdır. Uzay hakkında derinlemesine bilgisi olmayan toplum için, sanki kâinât, üzerinde yaşadığı dünya, gökyüzü ve güneş, ay gibi bazı gezegenlerden ibarettir. İşin aslı, ‘semâvât’ terimi, diğer yıldızlar ve gezegenlerin yanı sıra zorunlu olarak ‘dünya’yı da içerir. ‘el-Ard’ (arz: elif harfi ile; ayın harfi ile arz başka kelime olur) terimi, ‘semâ’nın mukabili olarak kullanılır. Aslında Arapça’da bir şeyin en yüksek noktasına ‘semâ’, en alt tarafına da ‘arz’ denmektedir. Kur’an’da ‘arz’ kelimesi ile yeryüzü, yani dünya kastedilmektedir. ” (http: //www. aliaksoy. net/2007/09/16/kuranda-tesbih-kavrami-tesbih-nedir/#more-959)

İnce bir dikkatle bakıldığında, insanın idrakinin alamayacağı sonsuz uzayda yer alan bütün galaksiler, gezegenler, yıldızlar ve daha bilmediğimiz birçok canlı-cansız Allah’ın büyüklüğünün, yüceliğinin birer ayeti ve güçlü birer delilidir. Allah nazarında canlı kavramı sadece insanlar, bitkiler ve hayvanlar için kullanılmamakta; aksine yaratılan bütün nesneleri içine alacak şekilde geniş anlamıyla kullanmaktadır. (2/74, 41/11)

Asıl konuya gelirsek salatın ve tesbihin; yaratılış, fıtrat, doğal, tabii anlamları da içerdiğini görebiliriz. Yaratılan canlı cansız bütün varlıkların salatı ve tesbihi kendilerine yüklenen programa göre hareket etmeleri olarak anlaşılabilir. Doğayı gözlemlediğimizde bu fıtratın nasıl işlendiğine tanık olmaktayız. Her canlı cansız varlık kendisine yüklenen programa uygun olarak hayatını devam ettirmekte ve düzenin işleyişinde kendisine yüklenen görevi eksiksiz olarak yerine getirmektedir. Canlı yaşamın devamı için hayati öneme sahip olan bu düzen ve işleyiş, dış müdahaleler olmadığı sürece her zaman devam etmektedir. Kainattaki canlı-cansız bütün varlıklar kendi programlarına göre hareket etmemiş olsaydı, kainatta büyük bir kaos meydana gelirdi ve dolayısıyla canlı yaşamı, kainattaki bu müthiş düzen ve estetik kaybolup giderdi. Oysa insana ve kainatta baktığımızda mucizevi bir el, kainatta var olan bütün nesnelere öyle bir program yüklemiş ki, her biri kendi programına göre hareket etmekte bu müthiş ve estetik düzenin işleyişini yerine getirmektedir. Şimdi kainatta var olan canlı cansız varlıkların fıtratları gereği nasıl hareket ettiklerini ve bu düzenin işleyişindeki rolünü görelim: Hakkı YILMAZ, “iŞTE KUR’AN” adlı eserinde şunları nakletmektedir:

ARILAR

Bunlar, birinci planda bal üreterek insanlığa katkıda bulunurlar. Ama bal üretmekten daha önemli bir görevleri vardır: Bitkilerin döllenmesi. Dünyadaki bitkilerin döllenmesinin % 90′ ı arılar tarafından gerçekleştirilir. Arılar olmasa yeryüzünde meyve, sebze, tahıl vs. hiçbir şey yetişmez.

KUŞLAR

Kuşlar besin zincirinin önemli bir halkasını oluştururlar. Ayrıca eko-sistemin sağlık ve devamlılığı için inanılmaz ölçüde destek sağlarlar.

KARGALAR

Ormanda yaşayan türleri, meşe tohumlarını alarak sonra yemek için ağaç kovuklarına saklar ya da toprağa gömer, sonra da nereye gömdüklerini unuturlar. Bu tohumlar zamanla çimlenir, fidan olur, ağaç olur. Cevizle beslenen türleri de, cevizleri kırıp içini yemek için aşağıya atarlar, kırılmayanları ise zaman içinde yeşerip ağaç olur; böylece ceviz ağaçlarının çoğalmasını sağlarlar. Ayrıca diğer tohumları ağızlarıyla ya da dışkılarıyla taşıyarak ormanlaşmada ve ormanların yenilenmesinde önemli rol oynarlar.

Güvercinler, haberleşmede, doğan ve şahin avcılıkta insanlara destek olurlar. Yırtıcı kuşlar; kemirgenler, sürüngenler, kurbağalar ve küçük kuşlar gibi canlıları avlayarak, onların doğadaki sayılarını kontrol altında tutarlar. Böcek yiyen kuş türleri birçok tarım zararlısını yiyerek ekonomik yarar sağlamalarının dışında sivrisinekleri de yiyerek sıtma gibi hastalık vakalarını azaltmaktadırlar. Leş yiyiciler olan akbabalar, potansiyel birçok hastalık tehlikesini bertaraf ederler.

Doğadaki fosfor döngüsü de balıkçıl kuşlar vasıtasıyla gerçekleşir. Fosforun denizlerden karalara dönüşü, balıkçılık ve balık yiyen deniz kuşlarının dışkıları yoluyla olur.

Rüzgârdan elde edilen enerji, bulutların yağmur taşımasındaki destekleri de herkesçe bilinen bir gerçektir. (Hakkı YILMAZ, İşte kuran adlı eserin internet sitesinden: http: //www. istekuran. com/index. php?page=salatvenamaz#SalatinAnlami)

Bilimsel verilerin ortaya koyduğu tabiattaki doğal denge bu örneklerle sınırlı değildir. Allah, hiçbir varlığı boşuna yaratmamıştır. Yaratılan bütün varlıklar, tabiattaki bu dengenin içinde bir yerde kendisine yüklenen programa göre hareket etmede ve bu dengenin/düzenin işleyişini sağlamakla doğal olarak görevlidir. Örneğin ağaçlar, fotosentez yaparak karbondioksiti alıp havayı temizler ve oksijen üretir, gölge yaparak serinlik sağlar, türlü türlü meyveleri insanların istifadesine sunar, ağaçların dallarından ve gövdelerinden yakacak odun elde edilir, ayrıca erozyon gibi vakaları önlemede de ağaçlar büyük bir rol oynar. Ağaçların bu yararları yanında birçok yararı daha bulunmaktadır. Ağaçlar bu görevleri yerine getirirken fıtratlarına yüklenen programa göre hareket eder.

“Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar. ”(Nahl suresi, 15-16)

“Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler. ”(Yasin suresi, 40)

“O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. ”(Furkan suresi, 48-49)

“Göğü, korunmuş bir tavan yaptık. Ama onlar göğün ayetlerinden hâlâ yüz çeviriyorlar. ”(enbiya suresi, 32)

Allah, tabiata belirli kurallar/nizamlar koymuştur, buna Sünnetullah denir. Sünnetullah çerçevesinde -ayetlerinde belirttiği gibi- her varlık kendi programına/fıtratına uygun olarak görevlerini yerine getirmekte ve düzenin işleyiş ve devamını sağlamaktadır. Özetlemek gerekirse yaratılan hiçbir varlık, sünettulaha aykırı hareket edemez. İnsanların kötü fiiller işlemesi, zorbalıkları, dünya üzerinde fitne/fesada neden olmaları sünnetullaha aykırı gibi gözükse de aslında sünetullaha uygundur. Çünkü Allah insanları bilinç/idrak sahibi olarak yaratmış, yaptığı fillere karşılık ceza olarak cehennemi, ödül olarak da cenneti var etmiştir. Eger insanların seçme hakkı olmasaydı, bu sünnetullaha ters olurdu. O zaman insanlar kendi idrakleri sonucu yapmadığı seçimlerden sorumlu tutulmuş olurdu ki, bu durum da İlahi adalete ters düşerdi.

“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene”

“Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki”

“Benliği temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur. ”(şems suresi, 7-9)

Allah, insanların fıtratlarına iyi ve kötüyü ilham ettiğini şems suresi 8. ayette açıkça belirtmekte ve devamında bunun bir imtihan olduğunu, nefsini arındırıp temizleyenlerin yani içlerindeki iyi/güzel davranışları geliştirenlerin kurtuluşa ereceğini bildiriyor. Yaratılan canlı-cansız bütün varlıkların salatı ve tesbihi kendilerine yüklenen programa göre hareket etmeleri olarak anlaşılabilir, dedik. İnsanların salatı da fıtratlarındaki iyiliği güzelliği ön plana çıkarıp salatlarını ona göre ikame etmeleridir.

“Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?”(Fussilet suresi, 53)

Varlık alanı, Yaratıcı’nın muhteşem sanatının gösterim alanıdır. Doğadaki türlü türlü renk ve kokudaki çiçekler, börtü böcekler, farklı lezzette meyve ve sebzeler, uzay boşluğunda asılı ve hareket halinde dev kütleler, yıldızlar, gezegenler, galaksiler… Bizim beş duyu organlarımızla algıladığımız/hissettiğimiz ve daha birçoğunun mahiyeti hakkında bilgi sahibi olamadığımız nice canlı ve cansız varlıklar, Yüce Allah’ı her an zikretmede ve yüceltmededir. Bu canlı ve cansız varlıklar aynı zamanda Allah’ın muhteşem yaratma sanatının birer delili ve tezahürüdür. Yaratılan bu varlık alemi, her daim bizlere Yüce bir gücün/kuvettin, eliyle her şeyi imar eden ve düzene sokan çok becerikli bir mimarın, çok ince kompleks(karışık) hesaplamalar yapan bir mühendisin varlığını haber vermektedir. Bu yaratma sanatının en muhteşem eserlerinden biri de insandır. Yüce Allah’ın bellirttiği üzre “ahseni takvîm. ” olarak yaratılmıştır. Bu minvalde düşünüldüğü zaman bütün mevcudat Allah’ı her an zikretmede(bizlere hatırlatmada), tesbihlerini bilmekte, salatlarını ikame etmektedir.

Rabb’im bizleri salatı ikame edenlerden eylesin…

Muhittin BOZKURT

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website