Futbolla Zamana ve Hayata Atıf

 

“Futbol Mezhepleri ve Köle Taraftarlık”

Futbol… Bir oyun, bir eğlence, bir oyalanma… Oysa stadyumun dışında gerçek bir hayatımız var. Fakat bazen ortam öylesine geriliyor ki yeterli tedbirler alınamazsa taraftar hareketleri nedeniyle çok vahim olaylarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Peki, bu kadar önemli mi bu futbol! Ya da bizim için futbolu bu kadar önemli hale getiren başka etkenler mi var! Alt tarafı top! Üst tarafı ve arkası nedir acaba!

6-En’am 32 Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise, fenalıklardan sakınanlar için daha hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız?

 

Allah bu ayette dünya hayatımızın bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey olmadığını ikaz ediyor bize. Rüya içinde rüya misali; şu futbol sevdamız ve futbol maçı esnasındaki gereksiz bağlanmalarımızı düşünerek ayette dünya hayatı yerine futbolu, ahiret hayatı yerine de stadyumun dışındaki hayatımızı koyalım. Bakın ayet ne hale geliyor: “Futbol bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Stadyumdan çıktıktan sonraki gerçek hayatınız daha önemlidir, hala akıllanmayacak mısınız?”

Ne kadar da doğru değil mi? Futbolu ve onu seyretmeyi sadece bir oyun, bir eğlence olmaktan çıkarıp sanki hayat futboldan ve bölünüp, hizipleşip oradaki takımlara taraftar olmaktan ibaretmiş gibi görmeye başladığımız an kavga etmeye, küfretmeye, birbirimizin boğazını sıkmaya başlıyoruz. İçimizde bunun sadece bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunun farkına varanları ise “burası sinema, tiyatro değil, küfretmeyen taraftar bizimle değil” diye rahatsız ediyoruz. Oysa onlar aklını çalıştıranlar değil mi? Maç bittikten sonra gerçek hayata döneceklerini ve otobüse binip burada sövdükleri diğer takım taraftarlarıyla aynı semte gideceklerini unutmuyorlar. Burada geçici bir süre kalacaklarını biliyorlar. Ama birileri çıkıp stadyumun dışında bir hayat olmadığını ve futbol dışındaki hayatın hiçbir önemi olmadığını ve hatta şu maç dışında bir hayat olmadığını iddia ederse ne kadar da saçmalamış olurlar değil mi?

29-Ankebut 64 Düşünseler şunu da anlarlardı ki: bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi!

 

İşte o saçmalayanlar “düşünselerdi anlarlardı ki bu stadyumdaki maç geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve asıl bizi bekleyen hayat dışarıdadır. Keşke bunu bir bilselerdi!” Ama bilmiyorlar işte! Zannediyorlar ki hakeme söverek, karşı tribüne küfrederek, ayağı burkulan karşı takım futbolcusunun bu halinden memnuniyet duyarak, oyunu kazanmak adına her şeyi mubah görerek, kalecinin gözüne lazer tutarak, yedek kulübesindekilerin başına bozuk para atarak ve ilahlaştırdıkları futbolcuları ve çaprazdan doksana attıkları golleri kutsayarak mutluluğa erecekler!

Oysa bu maçın sonucundan nemalanacak olanların, milyon dolarlarına kavuşacak olanların, reklam ve yayın gelirlerini artıracak olanların, stadyum gelirini cebine indirecek olanların hiçbiri bu tribünde bağırıp çağıranlar olmayacak! Taraftarlar sadece oyun ve eğlenceden ibaret bir dönemin canlı tanıkları olacaklar. Stadyumdan çıktıklarında gerçek kazananların kendileri olmadığını, sıkış tıkış bindikleri toplu taşıma vasıtalarında fark edecekler. Bu sırada ilahlaştırdıkları futbolcu ve kulüp yöneticileri özel otobüsleriyle önce kulüp binasına, oradan da son model arabalarıyla milyon dolarlık villalarına giderken yanlarından geçecekler. Aynı esnada taraftarlar hala sokaklarda maçın kritiğini yapıyor ya da hakem hatalarını eleştiriyor ve hatta birbirleriyle bu yüzden kavga ediyor olacaklar.

Ardından taraftarların bu geçici eğlenceyi sevmelerinden faydalanan SarayBahçe yöneticileri stadyumlarını milyonları uyuttukları muhteşem bir TaştanBeşik haline getirecek, bu sayede kestikleri makbuzlarla insanları oyalamaya devam edecekler… Bu da yetmeyecek özel kıyafetler (formalar) ve takılar tasarlayarak onları sattıkları taraftarları aidiyet duygusuna hapsederek paralarını stadyum dışlarında da yemeye gayret edecekler… İleri derecede köleleştirdikleri taraftarlarını “tek doğru yolun!” kendi takımlarının taraftarı olduğuna ikna ederek her yanlışlarını da savunduracak milyonlarca bedava avukat haline getirecekler… Yine de doymayıp rekabeti ayakta tutacak söylemlerle sürekli gaza getirdikleri taraftarların haksız yolla paralarını yemeye devam edecekler… Buna rağmen köleleşmiş taraftarlar doğru yolda olduklarına inanmayı ve seve seve bu ilizyonu seyretmeyi sürdürecek, normal hayatlarını bile maçlara ve galibiyetlere göre ayarlamaya çalışacaklardır. Aynen din tüccarlarının saf dindarlara yaptığı gibi!

9-Tevbe 34 Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu halkın mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar…

 

Futbol dünyasının dinde hizipleşme dünyasına ne kadar benzediğini anlatmaya çalıştığım bu benzetmelerden sonra şunu da hatırlatmak istiyorum ki futbol çoğu zaman toplum mühendisliğinin bir aleti olarak kullanıldı. Paralı ya da hatır yollu şikeler yapıldı. Savaş silahı olarak kullanıldı. Neredeyse bir dine dönüştürüldü. Endüstriyel bir canavar haline getirildi. Mezhepsel ya da milliyetçi çatışmaları körüklemek için kullanıldı. Bir uyuşturucu olarak insanların damarlarına enjekte edildi. İdeolojik ayrışmaları derinleştirmek için bir araç oldu. Çünkü futbol kesinlikle sadece futbol olarak kalmadı! Meşin yuvarlak, top yuvarlak denip her tarafa doğru yuvarlandı!

Taraftarlık zaman zaman öyle noktalara getirildi ki en salim selim adamlar bile taraflı düşünmenin zirvesine çıkıp normal şartlar altında beyaz dediklerine siyah, çirkin dediklerine güzel dediler. Top kafalı insanlar annesi babası vefat ettiği gün maça gidebildiler. En uysal bildiğimiz insanlar diğer takım taraftarlarının din, anne, eş, soy gibi en kutsal değerlerine söverken, ertesi gün o diğer takımın taraftarı olan arkadaşıyla, öz kardeşiyle, aile bireyiyle ya da akrabasıyla yüz yüze geleceğini düşünemeyecek kadar cahil bir bilinçötesini devreye soktular. Bu sosyal hipnoza insanlar öyle bir kendilerini kaptırdılar ki futbol yüzünden katliamlar, isyanlar, kavgalar ve savaşlar çıktı.

Mısır’ın El Masri ve El Ehli takımları arasında çıkan kavgada 80 kişi ölürken 1000 civarında yaralı vardı. Olayın arka planında El Ehli taraftarlarının askeri rejim ve Mubarek karşıtı olması ve ordunun saldırıya müdahale etmediği iddiaları yer alıyor. Çeşitli ülkelerdeki dini, etnik, sosyal kamplaşmalar futbol takımlarına ve taraftarlarına izafe edilerek görünmez eller siyasi kavgalarını yürütüyor ve taraftarlar farkına varmadan bazı emellere hizmet ediyorlar. Protestan Glasgow Rangers ile Katolik Celtic takımının rekabeti, İspanyol Kraliyetini temsil eden Real Madrid ile Katalan Barcelona mücadelesi, Mussolini Lazio’su ile karşıt Roma rekabeti, burjuva River Plate ve taraftar cinayetlerini bir taraftarının ekranlarda gol skoru saydığı ayak takımı kulübü olarak gösterilen Boca Juniors kavgası bunlardan sadece birkaçı.

1969 yılında El Salvador ile Honduras ülkeleri arasında yaşanan öyle bir olay var ki akıllara zarar. Savaş çıkmıştır! Yanlış duymadınız, futbol maçında tetiklenen düşmanlık hisleri nedeniyle diktatörlerce yönetilen iki ülke arasında savaş çıkmış ve dört bin kişi ölürken, on iki bin kişi yaralanmış, elli bin kişi de evinden ve topraklarından sürülmüştür.

Buna benzer kamplaştırma çabaları Türkiye’de de gündeme getirilmeye çok defa çalışıldı. Bunlardan etnik temelde provoke edilen Bursaspor Diyarbakırspor çatışması, mezhepsel temelde kışkırtılarak önü açılan Kayserispor Sivasspor faciası acı örneklerdir. İşte bu ikincisi, ülkemizdeki en kanlı futbol savaşıdır. Kayseri ve Sivas arasında o dönem sadece mezhepsel değil gelişmişlik seviyesine ve yatırımlara yönelik de bir sürtüşme mevcuttur. 1967 yılında Kayseri’de oynanan Kayserispor-Sivasspor ikinci lig karşılaşmasında tribünlerde tetiklenen çatışma sonucu çoğunluğu Sivaslı olmak üzere 41 kişi ölmüş ve 600 kişi yaralanmıştır. Maç öncesi Sivasspor taraftarları kışkırtılıp şehirde yağma ve yediklerinin paralarını ödememeye teşvik ediliyorken stadta iş tezahüratla başlıyor, küfürleşmeyle devam ediyor, taşlar bıçaklar uçuşuyor, yangın çıkarılıyor ve tribünlere sonunda 41 tane cansız beden seriliyor. Bu mu spor, bu mu kardeşlik!

İş orada bitmiyor, ardından Sivas sokaklarında Kayserili avı başlıyor. Nedeni ise Sivas’ta çıkartılan dedikodular. Öyle ki beş bin Sivaslının öldürüldüğü ve Kayserililerin Sivaslıların kafasıyla top oynadığı bile söylenerek herkes provoke ediliyor. Sivas’ta dükkânlara saldırılıyor, Kayserili olduğu tahmin edilen insanların evleri basılıyor. Sivaslıların tepkisinden çekinen polis bile olaya müdahale etmekte zorlanıyor. En sonunda askerler devreye girerek olay sona erdiriliyor. Bu olaylardan sonra Sivas’taki Kayserililerin büyük kısmı Sivas’ı terk ediyor. Bu olayın bir benzeri 1969 yılında Kırıkkale-Tarsus İdman Yurdu maçında yaşanıyor ve dört ölü ve yüz civarında yaralı ile ancak atlatılabiliyor.

1996 ve 1997 yılları stadyumlardaki provokasyonlar sonucu en çok olay çıkan dönem olarak Türk futbol tarihimize geçiyor. 2000 yılındaki Galatasaray – Leeds United maçı öncesi İstanbul’da iki İngiliz holigan öldürülüyor ve büyük bir gazetemiz “İlk şamarı Holiganlar Yedi” gibi yakışıksız ve kışkırtıcı bir manşet atıyor. Televizyonlarda ise anüsüne Türk Lirası banknotunu sokan bir İngiliz holigan sözde sansürlenerek defalarca gösteriliyor ve böylece Galatasaray taraftarıyla birlikte Türkiye insanın tamamı da kışkırtılıyordu.

Futbol tarihi yukarıdaki olaylar gibi büyük ya da küçük birçok olayla dolu. Her seferinde kaşınacak bir yara bulunup onun üzerinden kışkırtılan taraftarlar birbirlerine saldırmasalar bile sadece futbol takımının değil bir ideolojinin, milletin, dinin, mezhebin, toplumsal sınıfın ve bunlara benzer birçok ayrışmanın taraftarı olmaya zorlanmışlardır. Bunların arka planında bazen siyasi, bazen etnik, bazen de ekonomik sebeplerin yattığına inanmamak safdillik olsa gerek. Bunlardan hiçbiri bulunamazsa da yapay nedenler üretilip taraftarın önüne sürülebiliyor. Köpeğine hiç düşünmeden “Arap” ya da “Kunta Kinte” ismi koyanlar bir bakıyorsunuz sırf kendi futbolcularına maç psikolojisiyle hakaret edildi diye en büyük ırkçılık karşıtı oluveriyor. Dikkat ediniz, kullanılanlar bu ülkenin belki de en milliyetçi, en vatanperver görülen insanları!

Kitleler öyle bir coşturuluyor ki stadyumda kulağımıza “sen de küfret” diye üfleyen iblislere o heyecan içinde karşı durmanın imkânı epeyce düşük yüzdelerde kalıyor. İnsan kitleleri on binlerce kişilik korolar halinde (hiç utanç bile duymadan) açık seçik ve sanatsal biçimde sövüyor! Erkeklere ceza verip sadece kadınları tribünlere alıyorlar. Onlar âlâsını ediyor! Azıcık durup düşündüğünde insanın utançtan alt dudağını ısırası geliyor.

İnsanların içi boş şeylerle uğraşması, zamanını boşa geçirmesi hangi pencereden bakarsanız bakın büyük yanlış. Ben de arada bir futbol seyrediyorum, ben de küçüklükten gelen bir alışkanlıkla bir takımı öyle ya da böyle tutuyorum. Ama durup düşündüğümde!… Hakikaten ne kadar boş! Belki hoş, belki bir miktar, belki ucundan köşesinden… Ama kesinlikle verdiğimiz değerde değil. Birileri oyun oynuyor, biz seyrediyor ve farkına varmadan ortamdan kazanma peşindeki kurtların bizi inlerine çekmelerine mani olamayan koyunlar gibi hareket ediyoruz. Birbirimize sinirlenip köpürdükçe kaç para olursa olsun daha çok maça gidiyor, televizyon kanalını, ürünlerini satın alıyor, daha çok bağırıyor, daha çok forma, içecek ve çekirdek tüketiyoruz. Birbirimizle kavga ederken hep veren taraftayız! Hatta bizi daha iyi yönetebilmek adına taraftar dernekleri bile kurmuşlar! Bizse özgür irademizle tezahürat yaptığımızı, protesto ettiğimizi sanıyoruz. Biz birbirimizin boğazını sıkarken birileri fırsattan istifade hepimizin boğazını sıkıyor.

Saçma sapan işler yapıyoruz. Sevdiğimiz bir kadına bile söylemekten imtina ettiğimiz sevgi sözcüklerini takımlarımız ve sahadaki futboldan geçinen bacak kasları gelişmiş adamlar için söylüyoruz. Hayatında eşine bir kere bile “seni seviyorum” dememiş bıyıklı ve göbekli adam yerinde zıplarken “I love you Hagi, I love you Webo” diye çığlık çığlığa bağırıyor. Biliyorum gülüyorsunuz ama bunlar gerçek, hem gülünecek hem de ağlanacak haldeyiz.

Stadyumların taraftarlar için tapınak (mabed) haline getirildiği, insanların içinde bulunduğu sosyal açlığın ve boşluğun futbolla da değil futbol adına fanatizmle doldurulduğu, saçma sapan sloganların hiç düşünülmeden savrulduğu, maç öncesi “totem yapıyoruz abi!” diye batıl inanışlara girenlerin olduğu ve “Yeter ki filanca takım kazanmasın kardeş!” diye başka takımlardan hatır mağlubiyetleri almayı hak gören herhangi bir kulübün olduğu bir ortamda şike meselelerine girsek ne olur girmesek ne olur! Hepsi aynı turşunun suyu! Biri kırmızı ışıkta geçerken yakalandığı halde cezalandırılmamış işte!

Zamanın İspanyol diktatörü Salazar’ın 3F olarak adlandırılan “fiesta, foda, futbol” ile insanları yönettiğini açıkça söylediği bilinmekte. Bu kapsamda stadyumları dev beşiklere ve dev uyku tulumlarına benzettiğine dair bilgiler var. Eminim ki bu, Salazar’a özel bir anlayış olarak kalmamış durumda. İnsanlar futbolun çekiciliği ve fanatizmi ile uyutulurken her zaman arka planda biraz daha rahatlamış ekonomi kurmayları, siyaset kurtları ya da diğer misyonerler vardır. İnsanlara futbolu hiçbir zaman futbol olarak bırakmamış karagöz ustalarının istedikleri senaryoyu yazabilmek için sonuç ya da maç skoru tayin edebilme becerilerinin olmadığını zannetmek de saflık olsa gerek. Ama bile bile dev makinenin birer dişlisi olmaya devam ediyoruz.

Bu kadar basit ve hayatla irtibatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibaret olan futbolun savaş haline, neredeyse bir din haline, hayat tarzına, içsel ve duygusal âleme getirildiği ortamda birbirimizi sevdiğimiz renklerden dolayı farklı zannetmeye başlıyoruz. Bu sayede gölge perdesinin arkasındaki kuklacıların ekmeğine yağ sürmekle kalmayıp ekmeklerini fırında zaten biz pişiriyor, altın tepside ikram ediyoruz.

Bir zamanlar, bir futbolcu eliyle gol atmış da hakem bunu görmemiş ya da görmezlikten gelmiş veya farklı yorumlamış diye koskoca bir şehir yürüyüş yapmıştı. Ki o dönem sık sık şehit haberlerinin alındığı bir yıldı. Size sormak istiyorum; böyle basit bir sebeple eylem yapmanın ya da karşı takıma düşman olarak abartılı tepkiler vermenin futbol yüzünden 1969 yılında El Salvador ve Honduras arasında çıkan savaştan ne farkı var? Bu kadar mı önemli?

İşte sadece bir oyun ve eğlenceden ibaret olan futbol hayatının, insanların sadece denenmek üzere bir oyun ve oyalanmadan ibaret olarak gönderildiği dünya hayatına ne kadar benzediği ortada! Kendisinin dünyada geçici bir oyundaymış gibi oyalanıp denendiğini unutarak Allah’ın dünyayı ve insanları yaratarak kendi kendine oyun oynadığını zanneden,

21-Enbiya 17 Eğlenmek isteseydik nezdimizde eğlenecek çok şey bulurduk! Faraza yapacak olsak, öyle yapardık!

 

veya mezhebini bir futbol takımını destekleyen fanatik bir taraftar gibi desteklemeye devam eden ve yahut dinini bir oyun ve eğlence aracı yapan aklını teslim etmiş tüm anlayışlara sahip insanların da kıyamet günü uyandığında iş işten çoktan geçmiş, hem dünyalarını hem de ahretlerini harap etmiş olacağı ortada değil mi!

7-Araf 51 O kâfirlere ki onlar dinlerini oyun ve eğlence konusu haline getirmişlerdi; dünya hayatı kendilerini aldatmıştı. İşte onlar, kendilerinin en önemli günü olan bu günkü karşılaşmayı unuttular ve âyetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları unutup kendi hallerine terk edeceğiz.

 

Din oyun ve eğlence aracı değildir. Allah bizi deniyor, bizimle oyun oynamıyor. Dünya ise oyalandığımız bir futbol sahası gibi bir oyun (müsabaka) alanı, bir denenme yeri ve gerçek yurt ise ahiret yurdudur. Neyin eğlence, neyin oyun, neyin oyalanma, neyin denenme ve neyin gerçek olduğunu bilenlerden olmamız temennisiyle…

kalemzade.net


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website