“Gök Gürlüyor, Duymuyor musun?”
Normal geliyor sana değil mi? Bak gök gürlüyor ve şelale gibi akıyor yine bulutlar. Düşün bir an için… Olmasaydı bulut diye bir şey, olmasaydı yağmurlar ve olmasaydı gök gürültüsü veya gök gürültüsüz bir fizik kanunuyla yağsaydı yağmur! Öyle bir dünya düzeni olsaydı da bunlarsız yaşansaydı hayat! Ve bir gün aniden bulutlar kaplasaydı semayı ve elektriklenseydi gökyüzü. Bir ışık aniden aydınlatsaydı yüzümüzü ve ardından gök gürleseydi haykırır gibi kulağımıza! Ne korkardık değil mi? Ne büyük bir şaşkınlığa uğrardık! İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Olmasaydı yeryüzünde rengârenk bitkiler! Her yer sadece çimlere bezenseydi ve hep böyle görseydik çevremizi. Olmasaydı yüzbinlerce çiçek çeşidi ve belki de milyonlarca milyarlarca gül, menekşe, lale, hanımeli… Ve bir sabah baksaydık, çimlerin arasından o ana kadar tanımadığımız bir papatya bitivermiş! Yeşil, küçük ve zarif bir dalın tepesinde bembeyaz yapraklar ve ortasında parlak sarı tohumlar! Bu nasıl oldu da oldu diyerek, şaşkınlıklar içerisinde kalmaz mıydık? İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Bilmeseydik renklerini doğanın! Ne ağacın yeşilini, ne denizin mavisini, ne kar’ın beyazını! Açık koyu tek renk tonlarla algılıyor olsaydık her cismi, her maddeyi! Ve bir gün aniden gözlerimizi açtığımızda masmavi dalgaların sahilimize vurduğunu, yaprakların yemyeşil olduğunu, sokakta top oynayan küçük beyin eve döndüğünde yanaklarının kıpkırmızı kesildiğini ve kocaman kahverengi gözleriyle bize baktığını görseydik! Yerimizde kalakalır, tüylerimiz kabarır ve nereden çıktı bu renk cümbüşü demez miydik? İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Olmasaydı kulaklarımız! Normal saysaydık kulaksız doğmayı. Hiçbir ses duymasak, gözümüzle fark etmediğimiz hiçbir şeye bakma ihtiyacı hissetmeseydik! Ve bir gün bir kızımız doğsaydı, kafasının iki yanında iki garip nesne!!! Kızımız insanlardan utanmasın diye gizlemez miydik bu ucube yavrumuzun kulaklarını! Özürlü gibi büyüse ve bir gün alışkın olduğumuz işaret diliyle deseydi “ben bir şeyler duyuyorum anne”! Alıp hekime götürseydik ne oldu bu kıza diye! Bilim adamları üzerinde deneyler yapsaydı kızımızın! Ve anlasaydık ki yavrumuz bizim algılayamadığımız şeyler algılıyor. Gözünün bakmadığı yerde olan hareketleri fark ediyor. Şimdi bak, bir tek o özürlü doğmuş kızcağız değil hepimiz ucubeyiz ve sesler duyuyoruz da üstünde bile duymuyoruz! İşte apaçık deliller içinde yaşamıyor muyuz!!!
Olmasaydı düşünme diye bir becerimiz! Önümüze ne çıkarsa onu yapıyor olsaydık. Bir meyve ağacına denk geldiğimizde koparıp yesek, birkaç yünü kabarmış koyun gördüğümüzde yaslanıp uyusak, bir su birikintisine rastladığımızda avucumuza alıp içmeye çalışsak, hiçbir şeyi problem saymasak, geleni alsak da hiç seçmesek, hiç biriktirmesek, yılanı gördüğümüzde korksak ama kaçmayı bilemesek ve gökten bir kitap düştüğünde açıp okuyabilsek ve sadece dediğini yapsaydık! Bir an devran değişseydi ardından ve kafamıza düşen o kitabı açıp okuduğumuzda aniden düşünmeye başlasaydık! Nasıl bir karmaşa yaşardık ve nasıl bir düğüm çözülmesi olurdu beynimizde! Nasıl atardı kalbimiz küt küt! Dur bir dakika, ben düşünebiliyorum derken, ilahi özgürlüğü fark edip, çığlık çığlığa semaya şükürle haykırmaz mıydık!!! İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Her şey ne kadar da normal geliyor değil mi? Defalarca gök gürlerken, ha bire şimşekler çakarken, altındaki bilimsel tecrübemiz ve çözümlememizle basit bir doğa olayı deyip geçiyoruz. Milyonlarca çiçek her bahar biterken topraktan “ne güzel kokuyor”dan öte bir şey değilmiş gibi geliyor ve üzerine basıp geçiyoruz. Doğal hayatımızdaki renk cümbüşünü hiçe sayıp hd çözünürlükle görüntü veren televizyon ekranları üretenlere hayran kalıyoruz. Sesler duyuyor, dokunuyor, kokluyor, anlıyor, ayrıştırıyor ve seçiyoruz… Ve kitaplar… Ve Kur’an… Bırakın düşünmeyi, okumuyoruz bile, ne yazıyor içinde diye! Ortalık ayetten geçilmezken, bizim tepemize alışık olmadığımız bir mucize gelmesini bekliyoruz, inanmak ve anlamak için!!!
İşte biz bu kadar cahil, nankör ve zalimiz! Kimimiz bilimsel olarak açıklayabildiğimiz için Yaratan’ı reddediyor, kimimiz açıklayamadığımız şeyleri Allah’tandır diyerek kuru kuruya inanıyoruz. Allah’ım ne kadar cahiliz, ne kadar kendimize kötülük yapıyoruz, ne kadar düşünmeziz!!! Ayetsiz (kitaptan ayet almaksızın) bir tefekkür olsun diyerek başlıyoruz. Ayetlere boğuluyoruz! Tabiat kelime kelime olmuş, hayatlar cüz olmuş, kâinat kitap olmuş, okumuyoruz da anlayamıyoruz! Ve bir de bakıyorsun ki o yüz on dört surede bunlar zaten anlatılmış. Bir kez daha anlıyoruz ki, bu kitapta (Kuran’da) hiçbir şey eksik bırakılmamış…
kalemzade.net
twitter: @kalemzade