Zühruf: Gösterişli Bir Mücevher

Zühruf Suresinden İzdüşümleri | 7.Bölüm

Zühruf suresinin başından itibaren anlatılan birçok eski peygamber kıssasında meydana gelen olayların ve Allah’ın elçilerine karşı çıkıp vahiylerle alay edip, ayetlerden yüz çeviren insanların birbirine ne kadar benzediğini hatırlıyorsunuz. Bu olayların surenin devamında genişçe anlatılan Musa ve İsa dönemine atfen de değişmediğini gördük. Bu kapsamda günümüzün yaygın dinlerine inandığını ve inanmadığını söyleyen insanların tavır benzerliğindeki izdüşümlerini de Allah bize detaylıca gösteriyor. Sözün kısası seksen dokuz ayetlik bu sure “dinler tarihi” hüviyetinde bir özettir. Üstelik özetin ağırlığı bugün dünyada yaşanan üç çoğunluk din üzerinedir. Bu kadar çok olayın hak söz çerçevesinde öyle pek de uzun olmayan bir sureye yerleştirilmiş bu biçimi, tarihçilerin ve edebiyatçıların da örnek alması gereken bir yapıdadır. Tevhidin en güzel anlatımlarından biri olan “Zühruf” suresi, tüm bu çerçeveler de dâhil olmak üzere adı gibi “gösterişli” bir zümrüt gibidir ama zihne işlemek gerek ki yine adı gibi “mücevher” olsun.

Surenin başından beri anlatılan örneklerde görüyoruz ki insanların çoğu gaflet içindedir. Aynen peygamberlerimiz gibi didinebilsek keşke. Yine de onlar gibi biz de bugün ne söylersek söyleyelim böyle derin uykularda olanları uyandıramıyoruz. İbadetlerini bir takım beden eğitimi hareketleri olarak gören, ilahilerle ve melodik kitap okumalarıyla sevap kazanma peşine düşen, saati ve diriliş gününü gerçek olsa da çok uzak bir hayal ZANneden, buna rağmen obsesifçe (takıntılı) hareketler peşinde dünyadan da kendini bir anlamda soyutlayan ancak işine geldiğinde malı, parası, çokluğu ve makam mevkisi ile böbürlenerek dalıp giden akılsızlardan olmamak gerek.

43-Zühruf 83 Bırak onları, kendilerine vaat edilen günlerine kavuşuncaya değin dalıp gitsinler; oynayıp oyalansınlar!

 

Birçok insan aynen böyle… Oynayıp oyalanıyorlar… Oysaki bu kadar takıntılı olmaya, dini anlamsız ve içi boşaltılmış ritüellerden ibaret görmeye nasıl mahkûm olurlar! Yürü git işte, aklını çalıştır, ufku göreceksin… Obsesifler gibi çizgilere basmaktan neden men ediyorsun kendini, mesele ileri gidebilmen değil midir? Yere değil ileri baksan olmaz mı?

Günaha girmekten, yanlış yapmaktan o kadar korkuyor ki insan evladı; bu yolda düşünmekten bile irkiyor. Oysaki tevhid kelimesi “Laİlaheİllallah” ifadesinde bile önce “ilah yoktur” denilip ardından “Sadece Allah” denir. Her şeyden vazgeçtim seni sevdim demektir. Bütün bildiklerimden sıyrıldım sana geldim demektir. Önce bilmezdim şimdi bildim demektir. Başta inkâr ettim de anladım da döndüm demektir. Pis idim de şimdi arındım demektir. Yoksa biz, bizden öncekilerin başına gelenlerin bir benzeri başımıza gelmeden iman edeceğimizi mi ZANnediyoruz!!! Ne kadar şanslıyız da doğuştan iman ettik!!! Ne kadar akıllıyız da sıfır yaşında Müslüman olabildik!!! Ne kadar ballıyız da İslam coğrafyasında doğmuşuz da İslam’a girmişiz!!!  Ne kadar ultraviyoleyi veya kızılötesini görebilen bir gözümüz ve derinleri kavrayabilen bir telepati gücümüz var da Kuran’ı kendi dilimizde okumadığımız halde onda ne varsa en doğrusunu anladık ve en doğrusunu uyguladığımızı düşünüyoruz!!! Ne kadar ahlaklı ve becerikliyiz de hiç zahmet çekmeden cennete gidebiliyoruz!!!

43-Zühruf 84 Gökteki İlâh da, yerdeki İlâh da O’dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.

 

Her şeyi bilen Allah elbette bizim de, bugünkü Hıristiyan camiasının da durumunu biliyor. Ne göklerin efendisi ayrı bir ilahtır, ne yerde başka bir ilah söz konusudur, ne de aradaki vesileler ilahtır. Ne açıkça bir peygamberin Allah’ın çocuğu olduğunu söylemek akıllıcadır, ne de böyle görmediği halde Allah’ın sıfatlarını bir peygambere yakıştırmak akıllıcadır.

43-Zühruf 85 Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü kendisine ait olan Allah ne yücedir! Saati bilmek de O’na mahsustur. Siz O’na döndürüleceksiniz.

 

Kıyamete kapı açacak olan saatin (dünyanın yıkılışı) bilgisinin sadece kendisine ait olduğunu bildiren Allah’ı yalanlarcasına kafasına göre kıyamet alametleri adı altında türlü rivayetlere yüz veren insan nasıl olur da şu yukarıdaki ayeti görmezden gelir! “Ölüm” adında “ölümcül bir hastalığımızın” olduğu açıkken ve tüm ilah edinilen veya ilahlaştırılanlar dâhil bu hastalığın pençesindeyken, sonunda döndürüleceğimiz Allah’ın dışında birilerinin Allah adına iddia ettiklerine nasıl güvenir insan!

43-Zühruf 86 Onların O’nun dışında çağırdıkları şefaat edemezler. Ancak bilerek gerçeğe tanıklık edenler hariç.

 

Şu ayeti alıp da toplum içinde kabul edilen manasıyla “bak işte şefaat var” diyenler buradaki anlamın “yardım” manasına geldiğini ve Allah’a çağırışların bu dünya yaşamına atfen olduğunu göremiyorlar mı! Sadece Allah şefaat eder… Eğer affetmeyse konu sadece Allah affeder… Eğer bu dünyada vesile edecekse birilerini Allah vesile eder… Ve ettikleri de bilerek hakka (yani Kuran’daki gerçek vahye) tanıklık edenlerdir. Buhari’ye, Müslim’e veya Işıkçıbaşlarına tanıklık edenler değil! Allah gerçeği bu kadar açıkça ifade ederken nasıl da dönüp dolaşıp hem Kuran’a aykırı şeyler söyleyen hem de birbiriyle çelişen din adamlarının Allah adına peşine düşer insan!!!

43-Zühruf 87 Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette “Allah” derler. O halde nasıl (Allah’a kulluktan) çeviriliyorlar?

 

Bakın ne kadar manidar ki “bunlar Benim varlığımı kabul etmeyenlerdir” demiyor Allah. Aksine söylüyor ki “sorarsan Allah’tır derler” her şeyi yaratan. Ve “çevriliyorlar” denmesi de manidar burada. Çeviren kim? Şeytan… Peki nerede? Nas suresinde…

114-Nas 6 Cinlerden de olur, insanlardan da.

 

O halde Allah adına, din adına, peygamber adına, kitap adına “insan” diye güvenilenlerden bir kısmı şeytanın ta kendisi olmasın!!! Birazdan şeytanın bize de neler diyebileceğine bir örnekle tekrar bakacağım. Önce surenin son ayetlerini okuyalım.

43-Zühruf 88, 89 Ve onun ”Ey Rabbim” deyişine yemin olsun ki, bunlar iman etmez bir topluluktur. Artık sen onlara aldırma, “Selam!” deyiver. Yakında bilecekler.

 

Şuradaki, Zühruf suresinin şu son iki ayetindeki seslenişteki derinliği anlatabilmenin imkânı yok. Bu ayet hakkındaki mealler arasında birçok farklılık olması da bunu açıklıyor. Birçok mealde (çeviride) bakarsanız ayetlerin birbirine bağlamının iyi anlaşılamadığını veya anlaşılmış olsa bile iyi ifade edilemediğini görüyoruz. 88. ayetin buraya aldığım çevirisinin de aslını tam karşıladığını düşünmüyorum. Yine de çevirmene lafım yok. Çünkü ayet o kadar muhteşem bir derinlik ifade ediyor ki sadece kalple o derinlik anlaşılabiliyor.

Burada ve Kuran’ın hemen her yerinde Allah’ın peygamberimize seslenişin, aynı zamanda anlama ve sevdiklerini uyarma hevesiyle Kuran’a yönelen her insana da olduğunu unutmamak gerek. Demem aslında şu ki; şu ayetlerdeki ifadelerinde eğer Allah’ın kulunu nasıl sevdiğini göremiyorsak kendimizi gözden geçirmemiz gerek. 88. ayetteki “Ve” kelimesi 87. ayetteki yeminin devamı olarak, “Ey Rabbim bunlar böyle böyle” deyişine yemin olsun ki…” anlamına geliyor ve ekliyor “artık sen onlara aldırma”… “Selam” de ve devam et… Nasıl olsa yakında bilecekler!

Şimdi burada şeytanın fısıltısına yönelik kritik ve ateistvari bir soru soralım. Peki bu kadar insan ne yaparsa yapsın Allah’ın gözünde bu kadar değersiz mi!!! Veya cehennemi hak edecek kadar niçin değersiz!!! Biz bile onlara acıyorken Allah merhamet edip acımıyor mu?.. Ve cevabım… O elbette merhamet ediyor ve onların başlarına gelenler de aslında bu merhametin işareti. Fakat kendine zulmeden, insanın kendisi. Ve kendine zulmettikten sonra dönmeyenin kıymeti kendisi için ne ise bizim için de odur. Allah verdiği sözden dönmez.

Şöyle açmaya çalışayım… Biz o insana neden acıyoruz?… Peki neden ağaçtan düşen kediye veya kolumuzu sokup ölen arıya bu kadar acımıyoruz?… Acıyorum diyenler çıkacaktır içimizde ki ben de onlardan biriyim… Bu acıma hissimizin nedeni onların canlı olması mı? O halde daha ileri gidelim… Neden elimizi sıvı sabunla ya da elbiselerimizi deterjanla yıkadığımızda ölen milyarlarca bakteriye acımıyoruz!!! Onlar da canlı!!! Peki kırılan bir ağaç dalına? O da canlı… Madem canlı olmaları bizim merhametimizi bu kadar tetikliyor, cansız olanın günahı ne!!! Üzerine basıp geçtiğimiz taşın kabahati nedir!!! Canlı olmaması mı? Taşlara neden merhamet etmiyoruz!!!

66-Tahrim 6 Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun YAKITI İNSANLAR VE TAŞLARDIR; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.

 

Bizim, Allah’a itaat eden ve hiçbir suçu olmayan taşlardan bu dünyada yanmakta olanlarına ve cehennemde yanacak olanlarına merhamet etmek aklımıza bile gelmezken, Allah’ın birliğini ve sözlerini hiçe sayanlara, sırf insan diye, sırf canlı diye Allah’ın merhamet etmesini bekliyoruz!!! Canı veren de Allah. Canlı olmak mı ayrıcalıklı olup merhamete nail olmaya sebep, yoksa aklını ve seçim şansını iyi kullanabilmek ve tek bir yaratıcının doğrultusunda gitmek mi? Yaratılış gayemiz nerede kaldı? Allah bize neyi emretmişse ona isyan edecek değiliz.

Tabi ki bu anlayış, düşmanlık edelim, merhametsiz olalım demek değildir. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanalım demektir. Eğer bir şeye biz üzülüyorsak Allah’ın o husustaki gamını tahayyül bile edebilir miyiz!!! O halde bizler çıkıp da cenneti veya cehennemi veya merhameti Allah’tan aldığımız mecazlarla, Allah’tan aldığımız düşünce gücüyle, üstelik Allah’tan aldığımız merhametle, Allah’tan daha iyi biliyormuş havasına nasıl gireriz!!! En doğrusunu O bilir. Bize akıl yürütüp, düşünüp anlamaya çalışmak ve edindiğimiz gerçekleri hayatımıza tatbik etmek düşer. Son ayete gelin bir kez daha bakalım…

43-Zühruf 89 Artık sen onlara aldırma, “Selam!” deyiver. Yakında bilecekler.

 

İşte Kuran’ın 43’üncü suresi olan Zühruf Suresinde genel olarak “az önce şeytanın fısıldadığı gibi” Allah’ın indirdiği vahye karşı insanların takındığı aleyhteki tutum anlatıldı ve bu tutuma karşı inananlara ne şekilde davranması gerektiği öğütlendi. Bu surenin insanların niçin ve ne şekilde vahiylere karşı çıkmakta olduğuna dair ipuçlarını vererek uyarılar içerdiğini gördük. Bu kapsamdaki izdüşümünde insanların bugün, vahyedilmişse karşı tutunduğu tutumu gözler önüne sermek ve bu minvalde Zühruf suresinin bana düşündürdüklerini paylaşmak istedim. Umuyor ve Allah’tan diliyorum ki vesveseden uzak ve doğru anlaşılmaya açık cümleler kurabilmiş ve kendime ve okuyanlara faydalı olabilmişimdir. Sürçmüşse dilimden dolayı Allah’ın affını ve okuyanların anlayışını umut ederim.  Asla beni ya da bizi değil, Kuran’ı anlayana ne mutlu… Nasıl olsa yakında hepimiz bileceğiz. Anlayanlarla birlikte anlamayanlara da, emrolunduğumuz gibi “Selam!” edelim ve bu seri yazıyı da böyle bir şükürle beraberce bitirelim.

kalemzade.net

twitter.com: @kalemzade


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Leave a reply

Name (required)

Website