“İki çocuk rahatlıkla oturduğumuz kapının eşiğine,
Kendi başıma zor sığıyorum bugün.
Büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne?”
Sunay Akın
Her canlı için tohumun yaşamla buluşmasıyla başlayan süreçte olduğu gibi ben de büyüdüm.. Annemin gövdesinden ayrıldığım andan itibaren “ıngaa..”larla merhaba dediğim insanlarla aramıza mekânsal ayrılık girdiğinden, ailemden miras kalan kültürel nitelikleri, değerleri ve inançları sorgulamaya başladığımdan, arkadaşlarımla ortak paydalarda buluşacağımız zamanlar ve konular azaldığından beri yalnızım.. İşin aslını sorarsanız kapalı kutularda beklettiğim “Düşünme” eylemini özgür bırakıp hayatıma yakıştırmaya çalıştığımdan beri yalnızım..
Gelişimini okul – market –dershane – oyun sahaları arasında tamamlayan ben, bütün kavramları tek bir olguda toplamıştım “İş”. Ne bitmez tükenmez işlerimiz vardı öyle değil mi? Peki bu işlerden maddi olarak ne kadar kazanç sağlıyorduk? “Hiç.”Ama yine de düşünmeye zaman ayıramayacak kadar yoğun ve eve gelip ilk gördüğümüz yastık üzerinde uykuya dalacak kadar yorgunduk. Senelerin birbirini bu şekilde düzenli olarak takip ediyor olması ne kadar da monotondu… Ne kadar da rahat ve sakindi, öyle değil mi? Zaten bizler hep rahatlığı tercih etmedik mi? Hep rahat olmayı istemedik mi? En ufak bir sıkıntıya düştüğümüzde bile rahatlığı arzulamadık mı? Nasıl ve ne için yaşadığımızın önemi yoktu, annemizin ve babamızın ya da bulunduğumuz toplumun değerlerine ve inancına uymalı, yeterli çoğunluk(referans çoğunluğunuz) ne yapıyorsa, dışlanmamak için ne gerekiyorsa onu yapmalı, en büyük dışlanma sebebi olan “DÜŞÜNME” eylemini katiyen gerçekleştirmemeliydik. Belki de Nietzsche;”Rahat mı yaşamak istiyorsun? Öyleyse sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut! ” sözlerini bu yüzden söylemişti.. Belki de bütün sebeplerin yanı sıra biz kendimizle yüzleşmekten, “Yalnız” kelimesinin içine hapsolmaktan korkuyorduk. Düşünme kelimesiyle birleşecek olan yalnızlığı benimseyemiyor, kendimize yakıştıramıyorduk.. Biri bizim için yalnız demesin de ne olursa olsundu belki de..
“Beni var eden neydi?”, “Nasıl ve nereden gelmiştim?”, toplumsal olarak bana biçilen rollerin ve inancın içinde kalan “İnanmak neydi, beraberinde neleri gerektirirdi?” sorularıyla yalnız kalmak.. Hayatın ve kendimin anlamını keşfedecek olduğum bu sorularla yalnız kalmak.. Kendime ve yaradılışıma karşı mahcubiyetimden korkmak.. Ailenizin size verdiği cevaplarla yetinmeyip en baştan başlamak.. Bu soruları, düşünceleri bir araya toplamak, araştırmak sonra analiz etmeye çalışmak ne kadar yorucu.. Bu yorucu, külfetli “İŞ” diğerlerine hiç benzemiyor değil mi? Hele bir de soruları çözmeye çalışırken kördüğüm oluyorsanız, çıkmaz sokak bilinmez numaradaki zihin ofisinizde başınız ellerinizin arasında hiç bitmeyecek bir mesaiye kaldınız demektir.
Hayatımdaki “İŞ” kavramının tanımını değiştirdiğimden beri yalnızım. Kurulmuş bir çalar saatten, programlanmış bir makineden ne farkım olduğunu hissetmek istediğimden beri… Maddi yalnızlığı, manevi yalnızlıkla açıklayabildiğimden beri..
Yoksa siz de çürükçül bakterilerin ölmüş bedeninizi ayrıştırarak toprak ve atmosfere katkı sağlamasıyla yaşamın noktalanacağını düşünenlerden misiniz?
Selametle Sayın Okuyucu…
Miray Günaydın
www.kitapyukluesekler.com