TaHa’nın Düşünceleri

Her inananın Musa’dan alacağı birçok ibret vardır…

Taha, anlamak üzere okuduğu Kuran’la doğruyu fark etmiş, bilmeden Allah’a ortak koşuyor olmaktan tevbe etmiş bir mümindi. Zaten ortak koştuğunu bilen ortak koşmazdı ki! Ortak koşanlar, ortak koştuğunun farkında olmayanlar, kendilerini doğru yolda zannedenlerdi. O da öyleydi bir zamanlar. Din diye ne söylense inananlardandı. Bugüne kadar bildiklerinin, ona din diye anlatılanların birçoğunun doğru olmadığını, gerçek doğrularının Kuran’da Allah’ın kelimeleriyle ifade edilmiş olanlar olduğunu anlamıştı.

İçi içini kemiriyor, sevdiklerine de bir an önce bu gerçekleri anlatabilmek ve onları da uyandırmak istiyordu. Bu uyandırma işi esnasında karşılaştığı zorluklar, hakaretler ve hatta tekfir edilişler canını çok sıkıyor, göğsünü sıkıştırıp duruyordu. Kendine Müslüman diyen, ama neredeyse Kuran’da anlatılanları reddeder tavırlara girenler ve tam aksini din diye savunanlar onu üzüyordu. Hele hele bazılarının, Kuran’da henüz Taha’nın da tam olarak derinine inmediği ayetleri karşısına dikmeleri… kendi anlamamışlıklarını Taha’ya yönlendirmeleri… madem anlıyorsun şu ne demek bu ne demek diye en derin düşünülesi gereken ayetleri sormaları… ama anlama peşinde değil de anlamamanın geçerli olduğunu iddia etme peşinde olmaları çok canını sıkıyordu. Oysa herkes anlayabildiği kadar anlayacaktı. Mesele öğüdü alabilmekti. Bu düşünceler ve üzüntüler içinde kendi adının adı olan sureyi bir kez daha ağır ağır okumaya başladı. Ve her solukta düşündü…

Kuran güçlük çekmek için değil, onda olanları düşünüp, doğru bilgiye yönelerek ibret almak içindi. Onu indiren, yeryüzünü ve ucu bucağını bilmediğimiz gökleri yaratandı. Koskoca bir evrenin küçücük bir yerinde bizim gibi bilgiye aç mini mini yaratılmışlar için, düşünene ne büyük bir lütuftu. Göklerin, yeryüzünün ve onun nemli toprağının altında ne varsa hepsi O’nundu. Hepsi kutsaldı. Vahiyle ve Allah’ın kelimeleriyle birlikte aydınlanan kimi noktaları ise ikinci kez kutsanmış demekti. O vadi de öyle bir yerdi. Vadiye Tuva ismini belki de sonradan koyanlar insanlardı, ama orayı ikinci kez kutsayan Allah’tı. Bizler sözü söylesek de, içimizde tutsak da O, gizlimizi de gizlimizin gizlisini de bilendi.

Aynen o kutsal vadi gibi Allah’a bizim ne isim verdiğimiz değil, en güzel özelliklerin O’na ait oluşuydu önemli olan ve bizi bilgili kılan. Biz O’nu nasıl tanımlarsak tanımlayalım, O’na hangi tanrısal isimle seslenirsek seslenelim, en güzel vasıflar O’nundu. Yaratan O olduğuna göre, O neye iyi derse iyi olan, neye kötü derse kötü olan oydu. İnsanın iyi dediği değil, Allah’ın iyi dediğiydi iyi olan. İnsan denen yaratık, nasıl olur da O’nun “doğrusu budur” dediğine “hayır, iyi o değil bu” diyebilirdi! Allah’ı takdir edebilen, doğruya en iyi adımı atacak olandı. Allah kulunu şüphesiz seviyordu. Ya kulları O’nu! O kullarının ne dediğini, ne düşündüğünü, hatta daha kulları O’ndan istemeden evvel onların neye ihtiyacı olduğunu onlardan bile iyi bilendi. Musa’nın da biliyordu.

Musa ailesiyle gece yürüyüşündeyken bir ateş gördüğünde belirgin niyeti orada olması muhtemel kişilerden bir destek almak, belki de dünyevi bir yol bulmaktı. Ama Allah biliyordu ki gece gündüz Musa’nın yüreğindeki en derin istek, yeryüzünde bir yere giden değil, Yaratanına giden en doğru yolu bulmaktı. Bu yüzden, Musa’ya gerçek yol göstericinin, Yaratanı olduğunu orada hatırlattı. Önce ayağındaki nal’ları, nalın’ları çıkarttırdı. Öncelikle, ancak ayakların altına layık olan eski bildiklerini atmasını, unutmasını elzem kıldı. Yepyeni ve dosdoğru şeyler öğrenmesi için ilk yapacağı şey, o eskiden doğru bildiklerinden sıyrılmaktı. Ayağı yere basmalıydı Musa’nın. Allah, onu vahyini okuyup anlamaya layık bularak seçmişti. Bundan böyle vahyolunana tabi olmasını söyledi. Ona, tek ilahın Allah olduğunu unutmamasını ve O’na giden yolda çalışıp didinmesini emretti.

Musa’ya, dünyanın ve dünya hayatının sonunun gelmekte olduğu bilgisini neredeyse gizlemiş olabileceğini hatırlattı. Çünkü bir son olduğundan ve sondan da sonrası olduğundan habersiz, iyi ve kötüyü içinde barındıran çift kişilikli insan, içinden geçen her kötülüğü hiç çekinmeden yapabilirdi. Ya da tam tersi, herkes net bir biçimde sondan ve ötesinden haberdar olsaydı özgür irade ile hareket etmeyebilirdi. İnsanların özgür iradeleriyle yapıp ederek tam karşılığını alması için bu bilgi tam kararında bir oranla verildi. Böylece iyiler ve kötüler, ol’anlar ve ol’amayanlar ayırt edilecekti. Ekinler ambara alınırken, saman çöpleri fırına atılacaktı. İşte Allah, o saatin geleceğinden şüphe içinde olanlara kulak asmamasını istedi Musa’dan. Gözlerinin sondan ötesini de görmesini istedi. Çünkü o hak edenlerden ya da hak edeceklerden birisiydi. Aynen tüm salih müminler gibi.

Musa’ya elindekinin ne olduğunu şefkatle soran Allah, elbette biliyordu asanın ne olduğunu. Musa’nın görünenin ötesini görmesini istedi. Nasıl ki ayakta durmak için asasına yaslanıyorsa vahye yaslanmasını, nasıl ki asasıyla ağaçlardan yaprak dökerek hayvanlarına fayda sağlıyorsa vahye uzanarak ondan aldığını ona ulaşamayanlara ulaştırmasını, nasıl ki o asada başka başka faydalar varsa, o vahiyde de başka başka faydalar, şifalar olduğunu bilmesini istedi. Nasıl ki bıraktığı zaman asası dirilip koşar gibi olduysa, vahyin de diri olduğunu ve kuldan kula koşan bir asa gibi olduğunu ve ölü hükmündeki insanlara da bir anlamda can verdiğini bilmesini istedi. O asayı ilk durumuna çevireceğini belirten Allah elbette insanları da, dünyayı da ilk durumuna çevirecekti. Her şeyi başlangıçta ışık fotonları aşamasından geçiren Allah, Musa’nın koynundaki ilmiyle elini de bembeyaz bir ışığa çevirebilirdi.

Taha kendi halini düşündü. Vahyin farkına varan her mümin zaten Musa gibiydi. Allah’ın, göğsünü açmasını, işini kolaylaştırmasını, dilinin düğümünü çözmesini ve söyleyeceklerini diğer insanların da anlamasına yardımcı olmasını istiyordu. Kendisinin gerçeğin farkına varışı gibi diğerlerinin de farkına varmasını arzuluyordu. Bu kapsamda vahyin farkına varan her mümin, keşke benim gibi düşünen bir kişi daha olsa da, onunla arkam kuvvetlense, onunla paylaşsam, onunla konuşabilsem, onunla sorularımıza beraber cevaplar arasak, onunla beraber ortak güzel işler yapsak, onunla birlikte gülsek, onunla birlikte ağlasak, onunla birlikte Allah’ı daha iyi ansak ve anlasak diye düşünürdü. Her Musa’nın geçmişinde irili ufaklı kabahatleri vardı. Şüphesiz Allah da bunu biliyordu. Musa gibi olan her mümine, Harun gibi kardeşler, dostlar verirdi. Musa’yı annesine de, Harun’a da, kızkardeşine de kavuştururdu. Allah onları da seçmiş, onlara da vahyetmişti.

Birbirini anlamaya başlayan ve kalpleri ısınan tüm müminler, tüm Musa’lar, tüm Harun’lar ve onların annesi ve kızkardeşi gibi olan tüm anneler ve tüm kızkardeşler selam üzerinedir. Ama tüm bunlar olmasa bile Taha biliyordu ki; Allah, kuluna dost olarak yetendi.

www.kalemzade.net

twitter.com: @kalemzade


About the Author
Author

kalemzade

Leave a reply

Name (required)

Website