Şirk

Şirk

Merhaba. Dini konular arasında çok önemli olan şirk konusunda daha önceden yazdığım bir yazıyı Caner Taslaman’ın Instagram sayfasında yaptığı duyuruya istinaden gönderiyorum.
Selamlar,
Can.

Şirk

Bazı kavramları iyi açıklayabilmek için onların ne olduklarından ziyade, ne olmadıklarını bilmek gerekir. Çünkü ortada onlar ile ilgili “doğru bilinen yanlışlar” vardır. Şirk konusu da tam bu kategoride. Şirk, çoğu zaman düşünüldüğü gibi, Allah’ın varlığını inkâr etmek değil. O kimselerin sıfatı münkir. Şirk, Allah’a inanmama da değil. Bu eylemin adı da küfür (tabi küfür deyince aklımıza ana avrat sövme gelmesin, hani “dinime küfreden Müslüman olsa” diye bir söz var ya, o; reddetme yani) bu düşüncede olanın İslami tanımı da kâfir.

Peki, o zaman şirk ne? Şirk, Allah ile yetinmeyip, onunla birlikte başka tanrılar edinmek. O seviyede anonim şirket kurmak gibi bir şey yani.

Bu arada şunu söylemem gerek, bir önceki yazı gibi bu yazının muhatabı da kendini Müslüman diye tabir eden kişiler. İnanmayanlar da elbette okuyup yorum yapabilir ama tüm referanslarım Kur’an’dan olacağı için, Kur’an’a inanmayanlar için yazının bir anlamı olmayacaktır.

Tarih boyunca gelen tüm peygamberlerin ilk görevi, bozulmuş Tevhid (Allah’ın birliği) inancını tekrar tahsis etmek, bu mesajı yaymak olmuştur. Bu nedenle Kur’an’ın birinci derecede muhatabı da müşriklerdir. Bu müşrik diye tabir edilen güruhun Allah ile bir sorunu olmadığını birçok ayetten anlıyoruz. Mesela Ankebut, 61’de Allah şöyle diyor: “Onlara “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim boyun eğdirdi?” diye sorarsan, mutlaka şöyle diyecekler: “Allah!”
Veya Zümer, 38: “Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, yemin olsun “Allah!” diyecekler.”

Veya yine Ankebut, 63: “Onlara, “Gökten suyu kim indirdi de onunla toprağı ölümünden sonra canlandırdı?” diye sorsan, mutlaka “Allah!” derler.”

Tüm bu ayetlerde onlar diye tabir edilenler müşrikler olduğuna göre mesele bugün camilerde, televizyonlarda veya dini okullarda anlatıldığı gibi Allah’a inanmamak değil (nitekim tarihte Allah’ı inkâr eden bir toplum hiç olmamış) Allah birlikte başka tanrıcıklar edinmek.
Müşriklerin (aslında kendilerini Allah’a yaklaştırmak için) kâh Allah ile aralarına, kâh Allah’ın yanına veya önüne başka tanrı/ilah/rab vs koymaları Kur’an’da sadece günah değil “asla bağışlanmayacak bir günah” olarak tanımlanıyor. Burada Nisa, 48’e kulak verelim: “Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah’a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir.”

Veya Nisa 116: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Diğer günahları ise dilediği kişi için affeder. Zaten her kim Allah’a şirk koşacak olursa artık o, haktan çok uzak bir sapkınlığa düşmüştür.”

Bu ayetlerden çıkan sonuç çok net: şirk Allah’ın bırakın yapmayı, yanına dahi yaklaşmayın dediği bir günah. Bu arada bir parantez hakkımı kullanayım. Toplumda “Allah kul hakkını bağışlamaz” gibi nereden kaynaklandığı bilinmeyen bir inanış var ki bu doğru değil. Elbette kul hakkı çok büyük bir günah ama Allah, şirk hariç tüm günahları bir vesile ile bağışlayabileceğini söylerken onun bu gücünü sınırlandırıp “ama kul hakkını sadece hak sahibi bağışlar” gibi bir yanlışa düşmemek gerek. Eğer illa bağışlanmayacak bir günah arıyorsak onun şirk olduğu açıkça söyleniyor zaten.

Müşriklik, putperestlik olarak da tanımlanabilir. Mesela Mekke müşriklerinin putları vardı. Fakat bu putlar Cem Yılmaz’ın dediği gibi “kültürel olarak sana saygım var ama sana tapamam totem” misali kendi başına ilah olmuş devasa nesneler değil, her biri bir evliyaya veya özel ve iyi kimselere adanmış sembollerdi. Mesela Kur’an’da geçen Lat Putu. Lat’ın kelime anlamı karıştıran kişi. Nitekim zamanında, tereyağı ve hurmanın en güzel yerini karıştırarak hacılara nefis yemekler yapan Lat adında iyilik sahibi bir adam varmış. Bu fani ölünce aklı evvel kimseler demiş ki, “bu çok iyi bir adamdı biz bunun için bir put yapalım ki o bizi Allah’a ulaştırsın.” Olmuş sana Lat Putu. Diğer putlar da, öyle düşünüldüğü gibi sanat eseri değil, bu şekilde hikâyesi olan semboller.

Bu putların Allah katında hiçbir önemi olmadığı, onların düşünüldüğü gibi insanlara yarar sağlamayacağı veya zarar veremeyeceği, onların herhangi bir işe yaramayacak aciz nesneler olduğu Kur’an’da defalarca belirtiliyor. Mesela Şuara, 92: “O gün (hesap günü) müşriklere denilecek ki, “Allah’tan başka da (size şefaat etmeleri için) taptıklarınız nerede? Onlar size yardım edebiliyorlar mı?”

Onların cevabı da aynı surenin devam ayetlerinde: “Vallahi biz hiç kuşkusuz apaçık bir sapkınlıktaymışız.” “İşte bizim için şefaatçiler yok.”

Bu noktada aklınıza “iyi de şimdi put mu vaar, müşrik mi?” sorusu geldiyse konu tam getirmek istediğim yere ulaştı demektir. Fakat önce şunu da söylememe izin verin; Kur’an, şirkin ne kadar büyük bir günah olduğunu açıklamak için Zümer 65’te şunu da belirtiyor: “Allah’a ortak koşacak olursan bütün yaptıkların boşa gider ve hüsrana düşenlerden olursun” Bu arada burada bir incelik daha var, çünkü bu hitap insanlara değil direkt peygambere! Demek ki şirk, peygamberin dahi tüm amellerini heba edebilecek kadar güçlü bir zehir; onun yanında Taipan yılanının esamesi dahi okunmaz.

O zaman müsaadenizle artık can alıcı noktaya geliyorum. Evet artık ortada Lat gibi, Uzza gibi veya Menat gibi putlar yok. Fakat Allah, putların tanımını bunlarla sınırlamak yerine onların özelliklerini söylüyor, bize akıl veriyor ve sürekli düşünmemizi emrediyor. O halde olay şu: bir insanın kendisini Allah’a yaklaştırdığına inandığı her şey puttur, ki bu bir nesne de olabilir, bir hayvan da, kanlı canlı bir insan evladı da. Nasıl ki çevre kirliliği deyince akla ilk pet şişeler gelir, Allah’a aracılık denince de akla ilk o koşa koşa gidilen türbeler, yatırlar, mezarlar geliyor. “E canım biz onlardan bir şey istemiyoruz ki, onların yüz suyu (bu da ne demekse) hürmetine Allah’tan istiyoruz” diyecek biri olursa lütfen başa dönüp yazıyı bir kez daha okusun.
İşin daha tehlikeli boyutu elbette bu putların insanlardan edinilmiş olanları. Geçen yazıda değindiğim tarikat ve tasavvuf talihsizliği burada bir kez daha kendini gösteriyor. Mürit, şeyhinin onu Allah’a ulaştırdığını veya yaklaştırdığını düşünmüyor mu? Düşünmez olur mu, olay o zaten. Daha o hocaların, şeyhlerin, kutupların dualara, zikirlere dâhil edilmelerinden, yeri geldiğinde Allah’tan bile fazla anılmalarından, Kur’an yerine onların uydurma kitaplarının okunmasından bahsetmiyorum bile. Bir de bunların bayıldığım bir elektrik örneği var. Neymiş efendim, nasıl ki barajdan gelen elektriği evlere iletmek için bir trafoya ihtiyaç var, Allah’a ulaşmak için de şeyhlere ihtiyaç varmış. Din değil Tesla’nın alternatif akımı mübarek. Yahu, inandığınızı söylediğiniz Allah size “bana dua edin, icabet edeyim” veya “ben size şah damarınızdan daha yakınım” veya “dost olarak da, yardımcı olarak da Allah yeter” derken siz daha neyin peşindesiniz?

Daha açık bir şey söyleyeyim mi? Peygamber efendimiz derken bile insan dikkatli olmalı. Zira efendinin karşısında köle vardır ve bir Müslümanın Allah’tan başka efendisi olamaz. (İngilizcedeki Lord/Slave ilişkisi ve Hristiyanlar Hazreti İsa’ya Lord der.)

Aynı noktadan hareketle, hep aynı camide namaz kılıp o camiye bir ibadethanenin ötesinde bir anlam yüklemek, hep aynı seccadeyi, aynı tesbihi, ne bileyim aynı takkeyi kullanıp onlara özel anlamlar atfetmek; Sakal-ı Şerif, Hırka-ı Şerif gibi obje obsesyonlarına girmek, Allah’a dua ederken, adeta işi garantiye almak için, araya bilmem kim hazretlerini sokuşturmak da şirk ailesinin önemli üyelerinden.

Tüm bunlardan sonra bu yazıyı önceki yazıya bağlayarak artık müsaadenizi isteyeyim. Ben burada şirki daha çok bireysel açıdan sorgulamaya çalıştım ama genel pencereden bakıldığında tarikat ve tasavvuf nedeniyle Müslüman (!) ülkelerdeki geleneksel İslam anlayışının topyekûn şirk batağında olduğunu görmek hiç de zor değil.

Can Nizamoğlu


About the Author
Author

ACN

Leave a reply

Name (required)

Website