ŞİRK,ALLAH’I YETERLİ GÖRMEYENLERİN DİNİDİR.

ŞİRK,ALLAH’I YETERLİ GÖRMEYENLERİN DİNİDİR.

Şirk; düşüncede, inançta, ibadette, duada, yalvarmada, tevhid düşüncesinde (Hayır!Allah’tan başka ilah/Tanrı yoktur.) -,tevbede, rızıkta Allah ile beraber veya ayrı olarak Allah dışındaki bir varlığı, Allah’a ortak koşmaktır. Tanrılaştırma, putlaştırma, ilahlaştırma.. Gerçekte ilah olmayan nesneleri, objeleri ya da makamları ”ilah” kabul etme. Kendisi üzerinde söz sahibi görme yani kendini alçaltma davranışının düşünsel yansıması. Yine fayda ve zarar noktasında da Allah dışında etken bir varlığı kabul etmek. Melekler ve cinler gibi soyut varlıklara yönelmek sureti ile de ortaya çıkan bir sapmadır. Peki Şirk denilen kavram sadece inanmayanların ya da sizden! olmayanların üzerinde bulunduğu bir yol mudur? Kuran’a baktığımızda insanlığın durumu ”Onların çoğu, şirk/ortak koşmadan Allah’a inanmazlar.’(Yusuf 106) şeklinde ifade edilmiştir. Yine Kuran’a baktığımızda şirk’in bizzat Allah’ı reddedenlerin değil, Allah’a iman ettiğini söyleyenlerin bir sapması olduğunu açıkça görmekteyiz. Şirke düşenler, Allah’ı gerçekten en yüce bir ilah kabul ederler ancak Allah’ın sevdiği dostu, evliyası(dini lider) olduğunu! zannettiği kişilerin şefaatçi olabileceğine inanırlar. Yine bu kişilere tapınarak! bağlılık, sevgi ve itaat içerisinde olurlarsa Allah’a daha yakın olacaklarını zannederler. Ayrıca bu kişilerin kendilerini, yeniden diriltileceğimiz gün olan o günde Allah’ın elinden kendilerini kurtaracaklarına(şefaat,torpil..) inanırlar. Dirisinden medet ummanın yanı sıra ölmüşünden de medet umarak, dirileri yöneten ölüler dünyası adlı sapmayı da farklı bir boyuta taşırlar. Şirkin çeşitli sebeplerini saymak mümkün. Örneğin; Uzak Tanrı inancı, korkular, düşünme eksikliği, atalar dini-ritüelleri, yanlış din algısı, kısa yoldan kurtuluş, din adına her söylenene inanma doğrusunu araştırmama vs. Gökyüzünün değil yeryüzünün kadim bir sorunu olan bu sapma Kuran’da çeşitli ayetler ile insanlara hatırlatmakta, insandan düşünmesini ve zihinsel olarak başlayıp bedensel olarak devam eden şirk köleliğini/psikoljisini yıkmasını, sonuç olarak ÖZGÜRLEŞMESİ kendisinden istenmektedir. Kuran, ”kula kulluğu yıkan” bir dini insanlara sunmakta ve insanları köle yapacak psikolojik etkiden de kurtarmaktadır.

Şirk, Allah’ı yeterli görmeyenlerin dinidir. Hatta Allah’ı yeterli görmeyen kişinin(müşrik) psikolojisini Zümer 45.ayet şu şekilde açıklamaktadır. ‘‘Ve ne zaman Allah tek başına anılsa, ahirete inanmayanların kalpleri tiksinti duyar; ne zaman da O’nun dışında başka varlıklar anılsa, bu kez aynı kimseler sevinçten uçar.” Kuran da şirk dininden bahsedilmesi insanlık tarihinde olduğu gibi vahyin indiği dönemde de yerleşik olarak mevcut olmasındandır. Bu duruma, Necm Suresi 19-20.ayetlerde Lat ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü? sorusu ve cevabı içinde barındırıcak şekilde açıklanmakta ve muhattapların dikkati çekilmektedir.(Lat;Otorite, Uzza:Güç, Menat:Para). Yine Necm 23.ayette ”Onlar ” deniyor, gerçekte”Sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir.” Yine ”onlar” deniyor ”Zanna ve nefislerinin arzularına tabi oluyorlar” denilerek durum açıklanmaktadır.

Atalardan(öncekiler,büyükler vs) devralınmış, mutlak doğru kabul edilmiş , atalarını da üzerinde tapınır buldukları bu sorgulanamaz nesne, bilgi ya da objeler zamanla kişiyi kendisi olamayan ama taklitçi olan itaatkar bir köle haline getirmiştir. İnsanların, heva ve heveslerinin peşinden gitmeleri ile de ortaya çıkan (zanlarına ve arzularına uyarak) şirk, nesne ya da objelere birtakım anlamlar yükleyerek yüceltilmesi şeklinde de anlamak mümkün. Buna paralel olarak çağına göre malzemesi değişen taştan, tahtadan, kağıttan, helvadan olan putlar, heva ve arzuların, zanların dışa vurum sembolleri olarak da görünür hale gelmiştir.

Şirk’in çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan biri: Tanrı insana o kadar uzaktır ki herkesin O’na seslenemeyeceği gibi Tanrı herkesi de muhattap almaz düşüncesi. Oysa Kuran bu düşünceyi/inancı:

‘Kullarım sana beni sorarlarsa,Ben onlara çok yakınım.’(Bakara: 186) yine ‘Biz ona şah damarından daha yakınız.’(Kaf:16) diyerek reddetmektedir. Tanrı Kulları ile arasına kimseyi(aracılar) kabul etmemektedir.

Başka bir neden ise uzak Tanrı tasavvuru sonucu ortaya çıkan Vesile-Aracı ihtiyacı. Şirk dinin mensubu olan müşrik zihnin (Allah’a inanmakla birlikte O’na ortakları ile inan) bu yönelişinin altında başka ilahlara tapma amacı olmadığı sadece O’na ulaşmak için vesilelerden faydalandığını zannettiği düşüncesi hakimdir. Kimi zaman içinde bulunduğu halin geçerliliğini! ispat etmek için Maide 35.ayetteki ”Allah’a yaklaşmak için vesileler arayın” ayetini delil getirmektedir fakat ayetin devamını gözardı ettiği için Nasıl vesileler? sorusunun cevabının devamındaki ayette olduğundan habersizdir‘. Maide 35.ayetin devamı şöyledir: (Bunun için) O’nun yolunda cihat edin.” (Cihad:Her kişinin Allah yolundaki tüm çabaları)

Bütün müşrikler şirklerinde samimi, iyi niyetli ve Allah’a daha iyi kul olma arzusu içerisindedirler. Bu durum Zümer 3.ayette şu şekilde açıklanmaktadır. ”Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz”. Yine müşrikler kendilerini şu şekilde savunurlar. ”Atalarımızın böyle yaptıklarını gördük.’‘ (Şuara 74) ya da ‘Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ (Lokman 21)

Dünyadaki bu tapınmanın elbette ahirette de bir getirisi olmalı. Müşrik zihinler, Allah’a doğrudan dua ederlerse kabul edilmeyeceğini, bunun için vasıtaların gerekli olduğuna inandıkları için bu aşamada da şefaat kavramını gündeme getirmektedirler. Kuran indiği toplumda mevcut bulduğu bu inancı ve beklentiyi kökten yıkmakta ve reddetmektedir. Şefaat; bizi, her şeyi yaratan, göktekilerin ve yerdekilerin ve ikisi arasında görünen-görünmeyen bütün varlıkların, mülkün tek hakimi olan, o din günün(herkesin yaptığının adil karşılığını göreceği,hesap günü) sahibinin elinden kurtarma!operasyonu olarak anlaşılmaktadır. Kimilerinin, kendi elleri ile yaptığı birtakım isimlendirmelerden (veli,evliya,aziz,mübarek zat!) ya da elçilerden kendilerine şefaatçi edinmeleridir. “Biz günahkârız, Allah bizim yüzümüze bakmaz. Allah’a yaklaşmak için yapılması gereken en uygun davranış (!) Allah’ın sevdiği, ermiş kulların eteğine yapışmaktır.” gibi gerekçelendirmeler ile kendilerini kandırmaktadırlar.Bu hallerini Kuran Yunus suresi 18.ayette şu şekilde bize bildirmektedir. ”İşte bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir.”(Yunus18)
Kuran’da şefaatten bahsedilmesi Kuran’ın şefaati onayladığı anlamına mı gelir? Hayır. Kuran, şefaati onaylamak için şefaatten bahsetmiyor aksine şefaat beklentisi içinde olanların(tarih boyunca) beklentilerini ortadan kaldırmak ve Allah’a güvenme(tevhid)’nin yeterliliğini insanın düşüncesine, inancına, davranışına yerleştirmek istemesinden dolayı bunu gündemine alıyor.

Zümer 44.ayette dediği gibi ”Şefaatin tamamı Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”

Yine ”hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği ve kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği’‘ aşağıdaki Bakara Suresi 48.ayette dile getirilmektedir.

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.”

Zümer 19.ayette de elçiye “Hakkında azap sözü kesinleşmiş kimseye ne demeli! Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?” denilerek kimsenin kimseye kurtarmada söz sahibi olmadığı açıklanmıştır. Elçi dahil azap sözü kesinleşmiş bir kimseyi Allah’ın elinden kimse kurtaramaz. (şefaat edemez). Allah, Kuran’da birçok ayetinde Şefaat denilen müşrik inancını reddetmesine rağmen Allah’ı yeterli görmeyenlerin ve Allah’a inanmayanların(güvenmeyenlerin) çarpıttığı önemli bir ayette Bakara 255.ayettir.

Kuran’ı bütüncül okumama ile doğruluğu araştırılmamış dini bilgileri Kuran’da arama gayretleri sonucu ortaya çıkan ”İzni olmadıkça, dilemedikçe” gibi istisna ayetleri ortaya atılarak ”Allah birtakım kişilere şefaat yetkisi vermiştir” denilmektedir.

Bakara 255.ayet: ”Kimmiş onun katında O’nun izni olmadan şefaat edecek olan?”

İddia edildiği gibi bu ayet şefaatin olduğunu değil böyle bir iddiaya adeta meydan okumadır. Bizim ‘Kimmiş o, ya da ‘kim buna cüret edebilir’ anlamındaki ya da ‘Ben de o göz var mı?’ anlamındaki kullanımımız gibi.

İzin vermek cümlesi de çarpıtılmaktadır.Oysa burada izin vermek ‘hadi git bu izinle istediğini yap’ demek değil, ”sen bu izinle bulunduğun durumdan kurtuldun ” demektir. İzin verenin yardımı ile kurtuldun demektir. Her durumda Allah’ın izni geçerlidir. Her durumda Allah’ın koyduğu yasalar geçerli demektir. Hak etmeden, bedavaya kurtulma değil kurtulmaya layık hale gelmiş olmak demektir.

Meryem Suresi 87.ayette de şöyle bir ifade yer almaktadır. ”(bu Günde, hayattayken) O sınırsız rahmet Sahibi’yle bir bağ, bir bağlantı içine girmiş olmadıkça kimse şefaatten pay alamayacaktır.” Kişinin iman ile yaptığı iyi davranışlar kişinin Allah’la olan sözleşmesidir/bağıdır. Allah’ın şefaatinden(yardım) pay alacak olanlarda yaptıkları bu sözleşmelere dünyada sadık kalanlar olacaktır. Ve yardım edecek olan yine Rahman olacaktır.

Kuran’ın dininde:

Şefaatçi olarak Allah yeter.

Vekil olarak Allah yeter.

Kurtarıcı olarak Allah yeter.

İnanlar,sadece Allah’a güvenirler.

İnanlar,sadece Allah’ı dost edinirler.

‘’Kullarım sana beni sorarlarsa,Ben onlara çok yakınım,dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da BANA KARŞILIK VERSİNLER ve BANA İNANSINLAR ki(güvensinler) doğru yolu bulabilsinler.’’(Bakara 186)

Feden Çetiner
https://fedenbilmede.blogspot.com/


About the Author
Author

FEDEN Diğer Yazılar: fedenbilmede.blogspot.com

Leave a reply

Name (required)

Website