KURAN’DAKİ İSLAM

Son günlerde tarafıma gelen maillerde sıkça sorulan bir soru; ‘’neden sürekli dini yazılar yazıyorsunuz? ’’.

Evet, bu soruyu çok fazlaca işitiyorum.

Neden Mİ dini yazılar yazıyorum?

YAZIYORUM; ÇÜNKÜ Anlayamadığım temel husus, ‘’Dialektik Materyalizm’’ ile ilintili bir yazı astığımda, bu yazının neden ‘’dini’’ olarak görülmeyişi. Halbuki, bu felsefi yaklaşım; din ile BÖYLESİ çelişmez BİR bütünlük sergiliyor iken…

Şaşırtıcı geldi sanırım J

Bu iddialı başlığın altını, 40-50 senedir Türkiye’de sürüp giden, bazı odakların ‘’reformistlik ve mealcilik’’( ıslahat ve mealcilik ) ile suçladığı perspektiften (bakış açısından )beslenerek doldurmayacağım.

Hali hazırda, o bakış açısını yetersiz gördüğümü belirtmek isterim.

Özellikle, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün ‘’Kuran İslamı’’ çalışmasını reformistlik(ıslahatçılık ) ile itham edenlerin; hedef edindiği teferruatları önemsemiyorum. Kaldı ki, Kurandaki İslam, namaz vakitleri, çıplak namaz, mezhepsizlik ile özdeşleştirilmemelidir.

Özetle, Kurandaki İslam; bireyciliğin karşısındaki ‘’Devrimci-toplumcu’’ duruşun ta kendisidir…

Sömürü karşısında, adaletin merkezidir. Saltanat ve mülkperestlik karşısında ‘’ezilenlerin’’ safında yer alan bir araçtır.

Kurandaki İslam diyoruz, başka İslamlar da mı var?

Evet! Çok sayıda İslamdan bahsedebiliriz.

Ancak, bu İslamların tümünden; ‘’İslam görünümlü şirk dincikleri’’ olarak bahsetmek daha doğru olacaktır.

GAYYA adlı kitabımın basım sürecini baltalayan yayınevimizin bu tutumu nedeni ile, bazı meselelere kısaca değinemeyeceğim, sanıyorum makale bu nedenle biraz uzun olacak, ama sabırla okuyacağınıza inanıyorum.

Kuran, kelime manası itibari ile ‘’okunan’’ demektir. Kuran’ın ilk ayeti olan ‘’İkra Bismi Rabbikelleziy halak’’ (Oku, İsmi ile Yaradan Rabbinin) ayetindeki ‘’İkra’’ ile aynın kökten türeyen bu isim, ‘’karae’’ kökünün anlamlarını yansıtmaktadır.

Nedir bu anlamlar?

Karae kökü, arap toplumunda farklı periyodlarda farklı manalarda kullanılmıştır. Bunlardan başlıcaları; ‘’hayızlı kadının rahminde kanın TOPLANMASI’’, ‘’bu kanın DIŞARI ÇIKIŞI’’, ve ‘’dağıtmak’’ anlamlarıdır…

İşte bu 3 anlamın bütünsel tavrına bağlı kalmak sureti ile okumak anlamı taşıyan bu mucizevi kelime, bugün ‘’kitap okumak’’ olarak bilinmektedir…

Halbuki, topla-dışavur ve dağıt gibi bir denklemi farz kılan bu ifadenin türemişi olan ‘’Kuran’’ kelimesi;

Veri toplayıp analiz edilmesi gereken, elde edilen/oluşan anlamların dışa vurumu ve tanıtımı için oluşmuş kitap anlamı taşımaktadır!

Bugün yaşanan din, bu gerçek üzere bina edilmiş bir din değildir. Aksine, ‘’üfürük kitabı yapılıp, kırk bohçaya sarılmış bir kitabın mensubu olduğunu iddia edip, hocaefendilerin tükürüklerinden medet umanların ortak dini olan bu din, hüküm ve saltanatta Allah’a ortak koşma/şirk dinidir’’.

Bu acı gerçek her ne kadar insanlığın işine gelmese de, bu böyledir.

Kuranda tarif edilen İslam; yaşama doğrudan müdahale eden, aklı ve mantığı öneren; toplumcu bir dindir.

İlk olarak Allah’ı sorgulatan bu kitabın özünde var olan gerçeklerin hiçbiri, bugün toplumlar tarafından bilinmeyip, hiçbir surette incelenmemektedir.

Nedenlerine diğer makalelerde değinmiştik. Ancak yinelemekte fayda olabilir.

Yeryüzünde ‘’aşamalı’’ olarak başlayan yaratım sürecinin son noktası olan adem formunun, yani aklını işleten ilk insanların ortak yaşamdaki pratik sorunu, yukarıda bahsettiğimiz ‘’ikra’’ eyleminin farkındalığına erişmiş bireylerin ortaya koyduğu ‘’evrensel yasalar’’ ile ciddi tepkiye maruz kalmıştı. (Yaratım süreci için bkz. Nuh 14. , Bakara 30)

Tabiatın bünyesinde var olan insan, yeryüzündeki yaratılış süreci içerisinde ‘’belli güdüler ile birlikte yaratılmıştır’’. Bu güdülerin iki kutbundan birisi ‘’Ego’’, ötekisi ise, ‘’Evrensel benliktir’’.

Kuran, evrensel benliği; ‘’Adem’e/ilk düşünebilen insanlara öğretilen isimlerin bütünü olarak tanımlamaktadır. (bkz. Bakara 31) Aynı zamanda bu isimler, Allah’ın isimleri olarak ifade edilir…

Dolayısı ile, egemenlik; Allah isminin bünyesinde toplanan isimlerin, yani evrensel benliğin himayesine atfedilmiş, bu isimleri bünyesinde açığa vuran toplumların ‘’yeryüzünün halifesi/yöneticisi olduğu ifade edilmiştir’’…

Bu noktada temel sorun, evrensel benliğin öğelerini, kendi bünyesine atfeden ‘’bireyci-bencil’’ benliktir.

İşte bu iki kutup, Kuran’da anlatılan İslam’ın bütün kurgusunu kavramamızı kolay kılacak gerçekliğin ta kendisidir!

Bu, metafizik zırvaların anlatımlarında geçen ‘’Kozmik Benlik’’ hikayesi ile alakasızdır. Bu olgu, yeryüzünün varoluş serüveninin bütününde aktif rol oynamış iki benliğin konum ve koşullarına ithaf edilmiş bir ayrılıktır.

Bu benliklerin yeryüzündeki temel savaşı ise, ‘’PAYLAŞIM’’ hususunda cereyan etmiş, ve etmektedir. Evrensel Benlik, paylaşımın adil olması noktasında ilkeler sunarken, bireyci benlik ise; paylaşımdaki aslan payını kendisine ait kılma adına mücadele eder.

İlkel çağlardaki komünal yaşamın özündeki sorunların bütünü, günümüze kadar ulaşan süreçteki bütün savaşlar, günümüzdeki olayların tamamı; bu iki kutbun çatışmasının ürünüdür.

Vahiy, Kuran`da çok ilginç biçimde tanıtılır;

(NAHL suresi 68. ayet) Rabbin, balarısına şöyle vahyetti: “Dağlardan evler edin, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da… ”

Ayette hedef “bal arısı“ gibi görünürken, evha kelimesi ile “aslında vahiy mekanizmasının“ tanıtıldığını görürsünüz. Bal arılarındaki “genetik dışavurum“ ile vahiy arasında kurulan ilişki, vahyin bir dışavurum olduğunu bizlere gösterir…

Aslında çatışma sanılan ‘’tiyatronun ta kendisidir’’. Bu senaryo, olgun ruhların kendilerine vahyolan bilgiyi dışavurmaları neticesinde ortaya çıkmış, ilahi müdahalenin ve iradenin ürünü olan ‘’Evrensel Benliği anlama kılavuzlarında/İlahi hitaplarda net biçimde anlatılmıştır.

Peki bunun konumuzla ilgisi nedir?

Evet biraz ileri gidelim; Hz. Muhammed’in ana çıkışı; bireyci toplum ve sömürü sistemini yıkmak üzere, evrensel benliğin önkoşulu olan adil paylaşımı hayata geçirme üzeredir.

Bu çıkış, kendi tavrından ziyade, verilen yükümlülükten ibarettir. O, tamamen vahyin sonuçlarını yaşamış, Mekkeli Muhammed ile Allah Resulü Muhammed arasındaki dev farkı yaratacak eylemlerin içinde bulunmuştur. Bu net ve açık biçimde böyledir. Aksini iddia edenlerin sunacağı delilleri geçersiz kılacak çok sayıda delil sunmak mümkündür.

Kuran, bir manifestodur/bildiridir. Allah’ın insanlığa; özgürlük adına sunduğu bir aydınlanma ve yenilenme kitabı, bir yaşam kılavuzudur. Mevcut düzenin bütün duvarlarını yıkan, devrimci ve yenileyici bir unsurdur.

Mekke’de yaşanan olayların, ‘’taş ve tahta putları savunma savaşı’’ olduğunu söylemek, ‘’cehaletin en karanlığının esiri olmuşluğun alametidir’’. Bu mücadele, putları merkeze koyarak, halkı ‘’şirk-afyon’’ din ile uyutmak sureti ile, servet yığıp ‘’iktisadi temelde sömürüye dayalı bir sistem kurma ve bunu muhafaza etme savaşıdır’’…

Kuran ise, öncelikle bu sistemi reddederek, bunun ‘’tağut’’ yani haddini aşmış bir sistem olduğunu, bu sisteme tabi olunmayıp, değiştirilmesi noktasında adımlar atmak gerektiğini belirtmiştir.

Mekke zenginlerinin Resulullah’a kininin nedeni budur.

Hele ki bakın, Kuran bu sistemin ele başlarına nasıl hitap etmektedir;

“Kahrolsun Ebu Lehep iktidarı; kahrolsun!Zenginlik ve iktidar onu kurtaramayacak! O kıpkızıl bir ateşe atılacak! Çenesi düşük karısı da yanında olacak!Gerdanında fitillisinden bir de ip olacak!” (Leheb; 111; 1-5)

Mescid’i Haram’ın merkez ilan edilmesi, paylaşımda adil bir devlet anlayışını önerme noktasında kilit bir adımdır. Çünkü; Musa-Firavun, İbrahim-Nemrut örnekleri de tamamen bu ilişki etrafında işlenir. Dikkat edersek, Firavun’un sömürü saltanatı, putları koruma noktasında değil, saltanatı ve sömürü sistemini koruma noktasında tepkiler ortaya koyar.

Aynı örnek, İbrahim ve Nemrut hadisesinde de işlenir. Kuran’da bu misal, tevhid-şirk ayrımını yapabilmemiz adına çok önemli veriler sunar. Tevhid, ‘’ahad etrafında birleşme’’ yani, evrensel benliği egemen kılma mücadelesi iken, şirk ise, bölme-parçalama ve Evrensel benliğe ait özellikleri bireyci benliğe atfetme olarak addedilir.

Bunun başında da güç gelir! Güç ve saltanatta, Allah dışında kudret tanımayan Kuran, Allah’ın mülkünün adil paylaşımını kesin bir şart olarak ortaya koyar!

Mescid’i Haram’da, bu ilkelere mensup İbrahim Peygamber’in inşa ettiği bir tevhid akademisidir, yani ‘’model uygulama noktasıdır’’, Hacc eylemi de bu realiteyi kavrama ve yaşama geçirme eyleminden ibarettir…

Bunların bütününü geniş olarak ‘’GAYYA’’ adlı kitabımızda açtık.

Bir diğer eylem olan ‘’SALAT’’ eylemi de, her ne kadar yozlaştırılıp ‘’Namaz’’a indirgense de, yaşam içinde ‘’Kıyam-Tevhidi ayağa kaldırma’’, ‘’Rüku-tevazu ile adalet için mücadele’’, ‘’Secde- ilahi hükme bağlılık’’, ‘’Destekleme’’, ‘’Sosyal Yardımlaşma’’ gibi eylemlerin bütünü olup, bunları ben ilahım olan ALLAH adına uyguluyorum gibi bir ilan adına yapılan eylem de NAMAZ’dır.

Dinin direği SALAT’tır. Namaz ise, salatın mescidlerde ALLAH adına uygulandığını ilan etme eylemidir.

Peki bu gerçekler neden ve nasıl çarpıtıldı?

Resulün mücadelesi başarıya ulaşınca, sistemini yitiren zorbalar, çaresizlik nedeni ile, sistemlerini ‘’yeni sistem içinde inşa etme yoluna giriştiler’’…

Peygamberin vefatı sonrası, bu davayı savunan sahabeler öldürüldü, torunları Kerbela’da katledildi, ve baskı-cebir yolu ile, eski sistem İSLAM maskesi giydirilerek yeniden hayata geçirildi.

Halk ise, alıştığı sistem ile yeniden yüzleştiğinden bunu sindirmekte zorlanmadı.

Özellikle, Kuran, yani evrensel manifestonun( bildirinin) okunmaması, anlaşılmaması adına tonlarca uydurma hadis üretildi. Din, Allah’ın elçisi adına söylenmiş yalan hadislerin egemenliğine itildi,

Önemli eylemler/ibadetler içi boş bir hale getirildi, dünyevi olan ve yaşamdan kopmayan din, cami içine hapsedildi ve ‘’saltanatın afyonu’’ haline dönüştü…

Günümüzdeki din, genel hatları ile budur…

Kurandaki İslam, tabiat kanunları ile çelişmeyen, aklın ve mantığın işlevselliğini öngören, aydınlanmacı bir dindir. Ve Allah indinde tek din olduğu ifade edilir.

Ancak Allah Kuran’da; Kuran’ı merkeze koymaksızın ‘’kendi adına yalan uydurarak bir takım inanışlar üretileceğini ve bunların doğru din gibi tanıtılacağını belirtir’’.

Bu kimselere ‘’müşrik’’ demektedir. Müşrik olmak için ise, Allah’a inanmak ve kabul etmek gerekir. Aksi halde ona hiçbirşeyi ortak koşamazsınız.

Sen Kuran’ı anlamazsın, bilemezsin gibi tahakkümler(zorla hükmetme ) üreten bu Emevici dinciliğin beslendiği kökler, Arap Müşriklerinin dini ile aynı köklerdir.

Dolayısı ile, vahyin dinini, saltanat ve servet uğruna yozlaştıran bu güruhun(topluluğun, cemaatin.. vs. ) dini, bugün ‘’Haçlı Emperyalizmi ile kol kola yürümektedir’’. Halkımız ise bu oyuna seyirci kalıp, cennet hayalleri kurmaktadır.

Şimdi Eren din hakkında yazmasın da ne yazsın?

Tarihsel sömürünün panzehiri yanıbaşındayken, o panzehirin adı ile aldatılan halkların gerçekleri görmesi, tarihin ve Allah’ın bizlere yüklediği bir yükümlülüktür.

Bu bağlamda, insanlığı ‘’Kuran’ı salt biçimde anlamaya, Resululah’ı tanımaya davet ediyorum’’.

Aksi halde mahşer de işitilecek şu söz büyük bir pişmanlık üretecektir;

(FURKÂN suresi 30. ayet) Resul de şöyle der: “Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur`an`ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular. ”

Not: Metnin düzenlenmesi hasebi ile “Burçak Bayrak“ dostuma özel teşekkürler…

Yazar : Eren Erdem

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website