İnfak`ın Kur`ani Tahlili

İnfak kelimesi; ne-fe-ka kökünden türemiştir. Sözlükte “artma, çoğaltma, arıtma, övgü ve bereket”[1] ve “işi iyi gitmek, felah, zenginleşmek, büyümek, artmak, çoğalmak, dürüstlük, namus, koruyucu”[2] gibi anlamlara gelir. Bu kavram, Kur’an’da ve hadislerde hep bu anlamda kullanılmıştır.


İslam hukukçuları zekatın terim anlamı ile ilgili çeşitli tanımlar yapmışlardır. Bu tanımları da dikkate alarak Allah yolunda harcamak demek olan zekatın terim anlamını şu şekilde ifade etmek mümkündür:

Zekat; “Allah’ın, Kur’an’da zikredilen sınıflara verilmek üzere farz kıldığı, dince zengin sayılan kişilerin mallarından alınan belirli paydır. Öte yandan, bu payın maldan çıkarılma işlemine zekat denir. ” Zekat, bir başka açıdan şöyle de ifade edilebilir: “Gerek akrabalardan gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yapılarak, onların geçimlerini sağlamak” demektir. Kur’an’da ve hadislerde “sadaka” kelimesi de zekat anlamında kullanılmıştır. Doğru söylemek, sözünü yerine getirmek gibi anlamlar taşıyan ve “sıdk” kökünden alınmış olan bu kelime, daha sonraki devirlerde gönüllü mali ödemeler için kullanılmaya başlanmıştır. [3]

Zekat kelimesini anlam yönüyle ifade ettikten sonra, bu kavramın Kur’an’da ki kullanımlarına bakıldığında birtakım sunumlarla karşılaşılmaktadır. Özellikle din eğitimi yönü ile değerlendirmelerde bulunacağımız bu sunumları şöyle ifade edebiliriz:

a. Kitap ve Hikmeti Öğretmek

Ruhun bir takım kirlerden temizlenebilmesi için öğretime ihtiyacı vardır. Eğitimin amacı, önce insan ruhunu temiz tutmak ve kirleneni temizlemektir. İşte bu temizleme faaliyeti okumak, kitap ve hikmeti öğrenmek suretiyle gerçekleşecektir. Bu faaliyet için bilginin önemi büyüktür. Bu da öğretim faaliyetini beraberinde getirir ki, Hz. İbrahim, bu işleve şöyle işaret etmektedir:

“Rabbimiz! Onların arasından, onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. ”[4]

Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in bu duası, bir taraftan peygamberlerin görev­lerine işaret etmekte, bir taraftan da eğitimin hedefini tayin etmektedir. Ayrı­ca, bu hedefe nasıl ulaşılacağına ışık tutmaktadır. Eğitimin ana gayesi, in­sanların zihin, gönül ve nefislerini temizlemektir. Bu hedefe, okumak ve öğ­retmekle ulaşılır. Okumanın ve öğretimin olmadığı yerde, eğitimin amacın­dan, hatta eğitim faaliyetinden bahsetmek mümkün değildir. Okumak ve öğ­renmek bir öğretim faaliyetidir. Bu öğretim faaliyetinin eğitim faaliyetine dönüşebilmesi için, öğretilen şeylerin insan beynine ve gönlüne yerleşmesi, oraları temizlemesi ve insan nefsinde gerekli olan değişimi meydana getir­mesi gerekir. Bu temizlenmenin olmadığı yerde eğitimden bahsetmek mümkün değildir. [5]

b. Temizlemek, Temize Çıkarmak

Bu temizlikten maksat, insan gönlünün kirlenmesinden önce, kirlenmeye sebep olan davranışlar üretecek fikirlerden arınmış olmasıdır. Bu bağlam da Şems suresinde “Nefsini temizleyen, felah bulacaktır”[6] buyurulmaktadır. Bu ayette, kirlenmeden önce nefsi temiz tutmak gerektiği nazara verilirken, A’la suresinde kirlendikten sonra temizlik şöyle ifade edilmektedir: “Arınan, mutlaka felah bulacaktır”[7]

c. Ruhtaki Temizliği Attırmak

Güçlü şahsiyetler maddeyi manaya çevirecek ölçüde bir potansiyele sahiptirler. İşte, bu dönüşümü ifade etmek için Allah, “tezekka” tabirini kullanmaktadır. Tezekka, gittikçe artan bir temizliği ifade etmektedir. Kur’an’da, bu gerçeğe şu şekilde işaret edilmektedir:

“Arınmak uğruna malını hayra harcayan takva sahipleri, o ateşten uzak tutulacaktır…”[8]

Söz konusu ayet, bu ifadesiyle malından karşılıksız veren insanların böyle bir arınmayı gerçekleştireceği nazara verilmektedir. Sadece Allah rızası niyetiyle yapılacak infak, insanın ruhunu temizleme adına kendisine dönecektir.

d. Sadaka

Zekat anlamına gelen sadaka, insan ruhunda meydana gelecek olan temizliğin önemli bir dinamiğini oluşturmaktadır. Temizlik, temizliğin muhafazası anlamına gelen sadakaya Kur’an şöyle işaret etmektedir:

“Onların mallarından sadaka al; bununla onları günahlardan temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin… ”[9]

Söz konusu bu kelime “arındırıp yüceltmek ve geliştirmek” manasına alınabilir. Kişi, zekatını verince nefsini kirlerden arındırmış olur. Arındırılan ruh da gelişmekte ve yücelmektedir. O zaman sadaka diye isimlendirilen zekatın terbiye edici yönü ortaya çıkmaktadır. Demek ki sadaka bu yönüyle bir eğitim müessesesi olmaktadır.

Zekat, verenin manevi dünyasında bir arınma meydana getireceği gibi zekatı verilen malın da temizlenmiş mal olduğu anlamını burada düşünmeliyiz. Çünkü özellikle fakirlerin hakkının bulunduğu bir mal, o hak sahiplerine verilmeden kirli durumdadır.

Öte yandan, sadakanın işlevini toplumsal manada ele alırsak: Sadaka toplumdan çekemezlik, kıskançlık, haset ve düşmanlık duygusunu temizlemek­tedir. “Sadaka ile sen onları temizleyip arındırırsın” ifadesini bu manada almak mümkündür. O zaman sadakanın sosyal görevi gündeme gelmiş olmaktadır.

e. Merhamet, Şefkat ve Hayırseverlik

Bu anlamda zekat kelimesi, fedakarlığın psikolojik kaynağını oluşturmaktadır. Bu psikolojik duygular, insanı harekete geçirmekte, kişiyi infak yapma yolunda derinden etkilemektedir. Bu duygunun en güzel örneği Meryem suresinde görülmektedir:

“Allah, nerede olursam olayım beni mübarek kıldı ve yaşadığım sürece bana namazı ve zekatı tavsiye etti. ”[10]

Ayette, merhamet ve hayırseverliğin işaretleri verilmektedir. Fakir kimselerin elinden tutup kaldırmak için verilen zekatın ferdi ve toplumsal yapıdaki etkinliğinin bu geniş yelpazesi, onun ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermektedir.

Zekat, takva sahibi bir kişinin Kur’an’a göre üçüncü amelidir. Yüce Allah, bakara suresinin üçüncü ayetinde bu konuyu gündeme getirmiş ve kendisinin verdiği rızıktan, hayır için harcanması gerektiğini bildirmiştir. Öte yandan ayette, fakirin elinden tutmayı ibadet olarak üçüncü sıraya yerleştirmiş ve insanlar arası yardımlaşmayı önemsediğini beyan etmiştir.

“Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. ”[11]

Ayette, rızkın kaynağı olarak Yüce Allah kendisini göstermektedir. Bu sebeple dünya hayatında servet sahibi olanların adeta şirk kokan “ben kazandım” ifadesini asla kullanamayacağının mesajını vermektedir. Rızkın tek kaynaktan geldiğine dikkat çeken bu ayet, aynı zamanda insan iradesi ile ilahi ihsanın alanını belirlemiştir. Allah’ın rezzak sıfatını harekete geçirecek olan, insanın kendi çalışmasıdır. Ancak, kişinin elde ettiği kazancın kaynağında mutlak manada ilahi iradenin olduğu bilinmelidir. Bu bağlamda Mevlana şöyle söylemektedir:

İlahi iradeden çıkan her şey iyidir. İnsan iradesi onu kötüleştirir. Gayeye ulaşma sebeplerini veren Allah’tır. Bu sebepler insana gelince adileşir. İnsan eli ona değince pisleşir fikrini öne süren Mevlana, bu görüşüne güzel bir delil getirmektedir. Bu delilin merkezini, aşk ya da sevgi teşkil etmektedir. Ona göre aşk veya sevginin kaynağında insan iradesi olamaz. Onların yatağı olan gönüllere sadece Allah müdahale edebilir. Her yüce değerin kaynağı O’ndadır. [12]

Mevlana’nın da ifade ettiği gibi bütün değerlerde olduğu gibi rızık da ve kazanç noktasında da kaynak olarak ilahi iradeyi görmek mü’minin önemli vasıflarındandır.

Yüce Allah, İlahi iradenin tecellisi sonucu bol rızık verdiği insanları fedakarlığa çağırmakta ve ne yapılacağını onlara öğretmektedir. İnfakın, kurtuluşla bağının ne denli irtibatlı olduğunu göstermesi açısından şu ayet büyük önem arz etmektedir:

“O halde sen, akrabaya, yoksullara, yolda kalmışlara hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. ”[13]

Kurtuluşu elde etmenin yolları vardır. Bu yolların en önemlileri yukarıdaki ayette geçen insan gruplarına, yani akrabaya, yoksula ve yolda kalmışlara haklarını ekonomik bakımdan vermek gelmektedir. Ayetin ifadesine göre, bu kişilere hakkını veren kimseler kurtuluşa ermektedirler. Böyle bir kurtuluşun sebebi, infak müessesesini ayakta tutan bu insanların, toplumun en büyük problemi olan fakirlikle savaşmalarıdır. Paylaşarak ve fedakarlık yaparak fakirlikle mücadele veren insanlar hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşa ve zafere ulaşmış demektir.

NURULLAH DAĞ
İSTANBUL/Çamlıca
02. 12. 2010

[1] Ragıb el- İsfehani, Müfredatu Elfazi’l Kur’an, çev: Yusuf Türker, Pınar yay. İstanbul, 2007, “zkv” md.

[2] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yay. , İstanbul. 2007, I, 579.

[3] İbrahim Kafi Dönmez, İslam’da İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, “zekat” md.

[4] Bakara, 2/129.

[5] Bayraklı, a. g. e. , II, 234.

[6] Şems, 91/9.

[7] A’la, 87/14.

[8] Leyl, 92/17-18.

[9] Tevbe, 9/103.

[10] Meryem, 19/31.

[11] Bakara, 2/3.

[12] Mustafa Usta, Divan-ı Kebir’de Mevlana’nın Eğitim Görüşü, İfav Yay. , İstanbul, 1995, 76.

[13] Rum, 30/38.

Yazar : NURULLAH DAĞ

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website