İnanmak Meselesi

“İnandık Ama Nasıl? İkna Olduk mu? Görev Tamamlandı mı?”

İnanmak… O kadar rahatlatıcı ki! Huzur verici! Her şeyi halletmiş, görevini tamamlamış gibi! Bonuslarıyla beraber bir platform oyununu bitirmiş gibi! Bütün level’ları can vermeden geçmiş gibi! Maratonu daha başlamamışken birinci bitirmiş gibi! Kim milyoner olmak ister yarışmasında bütün soruları doğru cevaplamış gibi! Bütün yaptığımız iyi işler yanında henüz yapmadıklarımızın bile yapılmış da hiçbir önemi kalmamış gibi! 8000 feet’den paraşütle atlamışız da en tehlikesiz noktaya en yumuşak inişle inmişiz gibi! İnandık ya… Her şey bitmiş gibi!… Öyle mi gerçekten? İnanınca her şey başarıyla bitiyor mu gerçekten!!! İnanmak başarının yarısı… Ya inanmamak!!! İkna olmadan inanmak!!! Hangi yarıları!!!

Açın bilgisayarınızı. En kolay bir platform oyununu yükleyin. Start’a basın ve bu oyunu kazanacağınıza inandığınızı söyleyin. Sonra koltuğunuzdan kalkıp gidin başka işlerle ilgilenin, oyunu kazanıp kaybedeceğinizi hiç düşünmeden, hiç endişelenmeden başka işlere verin kendinizi. Yemek yiyin, sokaklarda keyfinizce gezin, arkadaşlarınızla buluşup eğlenin, spor yapın… Yorulun dünyanızla ve eve döndüğünüzde yatın uyuyun… Elbet uyanacaksınız! İşte uyandığınızda gidin ve tekrar bilgisayarınızın başına dönün. Bakın bakalım oyunu kazanmış mısınız, yoksa ekranda kocaman bir “Game Over” yazısı mı var!!!

Sporcu lisansınızı alın. Bir maratona katılmak için başvurun. Kayıtlarınızı tamamlayın. Göğüs numaranızı iğneleyin formanıza. Başlangıç çizgisine geçin. Start verildiğinde sadece ve sadece kazanacağınıza inanın. Telaş etmeyin. Siz inandınız ya! Biraz yürüyün tabi! Eğer bir ağaca denk gelirseniz gölgesinde yatın uyuyun! Elbet uyanacaksınız! İşte uyandığınızda bakın bakalım yarış ne alemde! Kazanmış mısınız yoksa yarışı bitirenler çoktan evlerine gitmiş de yapayalnız mı kalmışsınız!!!

Kim milyoner olmak ister yarışmasına katılın. Başaracağınıza inanın. On beş soru vardı değil mi? Siz inandınız ya!  Sorulara nasıl olsa cevap verebileceğinizi düşünüyorsunuz ya! O yüksek koltuğa kıvrılın uyuyun! Elbet uyanacaksınız! İşte uyandığınızda bakın bakalım kaçıncı soruya gelmişsiniz! On beş soruyu da cevaplayıp milyoner mi olmuşsunuz, yoksa birinci soruya siz cevap bile vermeden süreniz dolmuş da sahne arkasına mı alınmışsınız!!!

Uçak sizi 8000 feet’e çıkarsın. Sırtınıza paraşütünüzü takının. Başarıyla yere ineceğinizi düşünün! İnanın! Kapıdan sizi tekmeyle bile atsalar nasıl olsa yere ineceksiniz! Siz inandınız ya! Havada düşerken uyuyun ne ola ki! Elbet uyanacaksınız! İşte uyandığınızda bakın bakın bakalım güzel bir noktaya mı inmişsiniz yoksa kemiklerinizin bir kısmı kırılmış da o yüzden mi uyanmışsınız!!!

Şimdi biz Allah’a inandık ya… Meleklerine… Elçilerine… İndirdiği kitaplara ve ahiret gününe… Hele hele ne olduğu hakkında akıl yürütememiş bile olsak kadere… Uyuyalım!!! Uyuyabiliriz artık!!! Nasıl olsa inandık ya! Elbet sonunda uyanacağız! Bakalım bakalım ne halde olacağız! Emin miyiz başaracağımıza! Emin miyiz dosdoğru işleri yaptığımıza! Emin miyiz inandıklarımıza inanmış da başarmış olduğumuza!

Nasıl olsa Allah’a inanmayanlar yerin dibine geçecek ya.. Nasıl olsa Allah yerine ya da Allah’la beraber taştan tahtadan putlara yalvaranlar alevlere girecek ya! Onlar Allah’a inanmadılar ya… Biz inandık ya!.. Nasıl olsa onlardan daha iyi Allah’ı nasıl tanıdıksa tanıdık ya! Tabii ki biz kazanacağız ya! Uyuyarak da inansak fark etmez uyumadan da inansak fark etmez ya! Ne sorulursa sorulsun, ne hesap verilecekse verilsin o saatten sonra biz doğru cevapları verebileceğiz, ama onlar veremeyecekler ya!.. Öyle mi acaba!!! Ne soru sorulsa da!!!

Mesela dediler ki “Hani sen Allah’a inanmıştın ya… Neden inandın?” Ne cevap vereceğiz? Hangi deliller neticesinde inandık!!! Allah’a inanmayan gafilce “ben görmediğime, mantığıma indirmediğime inanmam” dediği için yanıldı tamam da biz hangi delile istinaden inandık!!! Var mı cevabımız? Kendi kalbimizi bile mutmain edecek tek bir makul delil söyleyelim sinemize!!! Var mı?

Mesela dediler ki “Hani sen meleklere inanmıştın ya… Neden inandın?” Ne cevap vereceğiz? Dine inanmayanlar gafilce “ne meleği kardeşim, inanılır mı böyle şeye” dediği için yanıldı tamam da biz Allah’ın bu meleklerine, melekelerine ve yeteneklerine nasıl, nerede ve ne biçimde şahit olduk da inandık!!! Var mı bir cevabımız? Kendi kafamızı bile kurcalanmaktan kurtarabilecek tek bir kanıtımız var mı!!!

Mesela dediler ki “Hani sen peygamberlere, resullere inanmıştın ya… Neden inandın?” Ne cevap vereceğiz? Dine inanmayanlar gafilce “ne elçisi kardeşim, onlar şahsi menfaatleri için insanları din diye kandıran sahtekarlardı” dediği için yanıldı tamam da biz Allah’ın elçilerinin doğru sözlü kimseler olduğunu nasıl anladık!!! Var mı bir cevabımız? Kendi peygamberimiz hakkında bile atılan iftiralara cevap verebilecek kadar akıllı uslu bir bilgimiz yokken hangi fark ettiriciden faydalanarak ve hangi delille savunacağız inandığımız peygamberi!!!

Mesela dediler ki “Hani sen ahret gününe ve yeniden dirileceğine inanmıştın ya… Neden inandın?” Ne cevap vereceğiz? Dine inanmayanlar gafilce inanmamışlarken gerçekleşmiş olan o kıyam gününde o dine inanmayanlardan ne farkımız olacak? O zaman geldiğinde “İşte buradayız ya. Demek ki inandığımız doğruymuş” mu diyeceğiz? İnkârcılar da oradayken ne fark var ki aramızda? Üstelik bize inandığın doğru mu diye sormuyorlar da neden inandın diye soruyorlarken!!!

Mesela dediler ki “Hani sen Allah’ın indirdiği Kuran’a ve öncekilere iman ettin ya… Neden inandın bu kitaba? Ve öncekilere nasıl bir ölçüde?” Ne cevap vereceğiz? Dine inanmayanlar bile onu okumuş ve inanmamışlarken bizim ne farkımız olacak onlardan eğer okumamışsak? Bir farkımız olacak merak etmeyin!!! Onların bir kısmı en azından merak edip de okumuş ama anlayamamış durumda olacaklar! Bizse eğer okumamışsak hem okumayıp hem anlamamışlardan olacağız!!! Kim daha fazla zararda dersiniz!!!

Üstelik… Üstelik.. Akıllı bir insan… Tanımadığı birine, hiç düşünmeden, O’nu kalbine hiç tanıtmadan, ne gibi özellikleri olduğunu anlayamadan ona inanır, ona güvenir mi? Akıllı bir insan, gerçek manada ve reddedilemeyecek bir gerçeklikte ne dediğini hiç bilmeden bir başka insanı Allah’ın elçisi kabul edebilir mi? Akıllı bir insan rüzgârların nasıl estiğini, yağmurların nasıl yağdığını, dünyanın nasıl döndüğünü, koyunun yününün sıcaklığını, nefesini, yaşamı boyunca iç ve dış dünyadan gelebilecek tehlikelere karşı nasıl korunmuş olduğunu ve sair bilimle pamuk kılçık olmuş bilgilerin b’sini düşünmeden Allah’ın ne tür melekeleri olduğunu ve bunlardan biri ile elçinin kalbine inen ayetlerinin nasıl inmiş olabileceğini (Kuran’da anlatıldığı halde) düşünmeden melek denen varlıklara inanır mı? Akıllı bir insan bahar üzerine, kış üzerine, meyve üzerine, karınca üzerine, hastalık üzerine, şifa üzerine, ölüp giden babası ya da çocuğu üzerine düşünmeden kadere inandım, ahrete inanıyorum diyebilir mi hiç?

Hadi tüm bunları bir tarafa bırakalım. Tüm bunları anlayabilmek bir insan için çok zor diyelim! Bir şeyleri fark edebilmek için bir fark ettirici lazım, bütün bunlar fıtratımızda varsa da hatırlamak için bir hatırlatıcı lazım ve tüm bunların eksiksiz ve apaçık sözlerle bir insana anlatılması lazım değil mi… Bir fark ettirici… Yani Furkan! Bir hatırlatıcı… Yani Zikir! Bizi bu bilgisizlik karanlığından çıkarıcı bir ışık… Yani Nur! Bir yönlendirici… Huda! Bir hayat kurtarıcı… Şifa! Bir açıklayıcı… Beyan! Gerçeğin ta kendisi ifadeler… Hak Kelam! En güzel sözler… Ahsenel hadis! Apaçık bir delil… Mübin ayet! Kalbe inen, inerek onu ikna eden.. İnzal… Tenzil… Eksiksiz… Kemale ermiş kâmil bir rehber lazım demek ki…

Var mı dersiniz!.. Var deriz değimli? İşte o rehber Kuran’dır. İşte Kuran! Ona inanıyoruz ya! Peki akıllı bir insan, içinde ne anlatıldığını okumadığı bir kitaba inanır mı hiç!!! İnsan okumadığı bir kitaba inanır mı hiç!!! Ya da anlamını bilmeden okuduğu kitaba nasıl inanır insan! İnsan okuyup da anlamadığı bir kitaba inanır mı hiç!!! Daha kaç türlü söylemek lazım!!!

Zikir hatırlatıcı demekse demek ki hatırlamamız gereken bir şeyler var. Nedir o şeyler? Kuran’da… Furkan fark ettirici ise madem demek ki fark etmemiz gereken şeyler var. Nedir o şeyler? Kuran’da… İnzal var ise, bir şeyler kalbe inecekse nerede bunlar? Kuran’da… Şifa oradaysa biz neredeyiz Allah aşkına!!!

Allah’a inandım deyip, tahkik edip incelemeden, ikna olmadan öylece bırakmakla, yeryüzünde tanımadığımız herhangi bir insana inanmak arasında ne fark vardır ki!!! Allah’a inanıyorum deyip ama O’nun ne dediğinden haberi olmamakla, her önüne gelene inanmak arasında ne fark olsun ki!!! İtiraf edemesek de bunun “Ya varsa!” korkusundan başka bir şey olmadığı açıktır. “Ya varsa” demek ise “var” demek değildir. Kalbe inmiş bir olgu değildir. Korkaklıktır. Korktuğu için inanmak demektir. Korktuğu için inanıp ikna olmadan itaat etmek demektir. Anlamamaktır. Zanna yenilmektir. Sorulduğunda makul ve mantıklı cevaplar veremeyecek olmaktır. Başarısızlıktır. Akla gerek yok demektir.  Gafilliktir. Su içerken ağzını yukarı çevirip çevirip indiren akılsız bir kuş kadar bile olamamaktır.

İnanmak böyle, peki ibadetlerimizi anladık mı? Neden yapıyoruz diye! Ramazan günü karşımızda su içen birisini gördüğümüzde neden cinlerimiz tepemize çıkıyor? Derdimiz ne bizim? O insanı kıskanmak mı? O insanı düzeltmek mi? Kendimizi zararda hissetmek mi? Hayır! Hiçbiri aslında… O halde Ramazan’da karşımızdaki binanın yağmur oluğundan sızan suyu içmekte olan serçeye neden hiddetlenmiyoruz da az önceki satırlardaki gibi şefkatle bakıyoruz!!! Bırak içen içsin bize ne! Biz kendi orucumuzu neden tuttuğumuzu anlayamadık mı hala! Elimizdeki nimetlerin farkına vardıramadı mı oruç bizi? Aç kalmak mıdır oruç tutmak!!! Eğer öyle düşünüyorsak yiyelim, neden aç kalıyoruz ki! Bir başka anlamda özeniyor muyuz yoksa soğuk suyu mideye indirene? O halde bırakalım orucu morucu!!! Biz de içelim madem bu kadar öfkeleniyorsak!!!

Ya namaz! Kimimiz diyor ki dünyaya dalarsan vaktin gelip geçtiğini bile anlayamaz, namazını unutur, aksatırsın. Bu ifade de yanlış bana göre. Namazı bir görev olarak değil, bir amaç olarak değil, bir vasıta olarak görmek gerekmez mi? Namaz birçok faydası yanında bizi dünyaya gereğinden fazla meyletmekten alıkoyan şeyin kendisidir zaten. Dikkat edelim… Dünyaya meyletmeyip namaz borcunu ifa etmek değil, namaz kılarak dünyaya gereğinden fazla meyletmekten alıkonuluruz. İkisi aynı şey değildir. Namaz bize Allah’ı hatırlatır, kitabı hatırlatır, ne için yaşadığımızı hatırlatır. Namaz kılmak için yaşamıyoruz. Niçin yaşadığımız anlamak ve doğru işlere yönelebilmek için namaz kılıyoruz. Oruç da namaz da birer kolaylaştırıcıdır. Yani araçtır, amaç değil. Başkasının namazı, başkasının orucu bizim için ne fayda ne zarardır. Bizimkidir anlamayı kolaylaştıran, başkasınınki değil.

O kişi bizi namazımızdan ve orucumuzdan alıkoyacak bir iş yapmadıktan sonra biz neden onu içeceği bir bardak sudan alıkoyalım ki! Bizim namazımızdan, orucumuzdan ona ne değil mi? O halde onun su içmesinden, namaz kılmamasından bize ne! Biz örnek olduk mu ki ondan saygı bekliyoruz!!! Acaba o suyu içenin inanmadığı için su içtiğine emin miyiz? Belki başka mazeretleri vardır! Biz bilmiyoruz da Allah biliyordur! Allah’ın bir planı vardır o insanın yola gelmesi için belki. Ama biz bilmiyoruzdur! Belki ikna aşamasındadır da bizim tavrımızla iknaya sekte vuracağızdır! Nereden biliyoruz gerçekten saygısızlık yaptığını! Eğer onun su içişini saygısızlık olarak değil de, susamış da su içiyor şefkatiyle görebildikse, işte o zaman bizim orucumuz hedefine ulaşmıştır belki de… Ya da başkalarının namazının hesabı bize mi düştü! Namaz kılmadığı halde namaz kılanları destekliyorsa ve biz bunu bilmeden o kişiye namaz hesabı sormuşsak ne büyük bir yol kazası yaptırabileceğimizi düşünebiliyor muyuz!!! Öncelik ibadet mi yoksa iman mıdır? Bunu biz bile ibadet ettiğimiz halde bilmiyorsak kime neye neden kızıyoruz!!!

Birisine dinimizi anlatacaksak önce kendimiz anlamalı değil miyiz? Üstelik dinini bilmeyen birisi namaz kılarak ya da oruç tutarak mı bilmeye başlayacak! Önce ikna olup, peşinden bu ikna oluşla inanacak ki namaz ve oruçla inandıklarını pekiştirsin… Önce ikna olmaya ihtiyacı var madem, biz ne berbat bir müdahale yapıyoruz da ikna olacaksa da bir çuval inciri berbat ediyoruz! İkna etmekse zorlama yapmak değildir. Kaynak bellidir. Bu dinin kaynağı Kuran’dır. Bir şekilde ikna etmek istediğimiz kişiyi Kuran’ı okumaya yönlendirmek varken oruç tut, bana saygı duy demekle mi yönlendireceğiz! Hele hele biz ikna olup da mı inandık, yoksa inandım demekle mi inandık!!! Yani biz inandık mı gerçekten de, başkasının da inanmasını bekliyoruz!!!

İşte!… Biz inanıyoruz ve inandığımız işleri yapıyoruz ya! O neden yapmıyor ya! Madem inanıyoruz, başaracağız ya… Madem başaracağız, güveniyoruz ya… Okumasak da, inanıyoruz ya… Din adına ne söylense yapıyoruz ya… Uyusak da olur değil mi… Okumasak da olur değil mi? Kuran’a inanıyoruz ya anlamadan içindekileri tekrar edip dursak da olur değil mi!!! Hadi uyuyalım! Er geç uyanacağız nasıl olsa! İşte o an uyandığımızda bakalım bakalım… Platform (yeryüzü) oyununu kazanmış mıyız yoksa karşımızda “Mission Completed” yerine kocaman bir “Game Over” yazısı mı var!!!

kalemzade.net

twitter.com: @kalemzade


About the Author
Author

Kalemzade Kamil

Comments (3)
Leave a reply

Name (required)

Website