Neden Ben?

Neden Ben?

Hoştur bana senden gelen…

İster ağlat, ister güldür,

İster yaşat, ister öldür,

Âşık Yunus sana kuldur,

Kahrın da hoş, lütfun da hoş…

Yunus Emre

İnsanların büyük çoğunluğu başına bir kötülük ya da üzücü bir olay geldiğinde hemen Allah’a “Neden ben?” ya da “Ben bunu hak edecek ne yaptım?” diye sorar. “Neden ben?” diye sorma kendine. Neden sensin, sen! İnsanların başlarına gelen şeyler kendi ellerinin kazandıkları sebebiyleydi hiç kuşkusuz.

Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah birçoklarını da affediyor.

42 Şura Suresi Ayet 30

Ancak her defasında da hak etmesi gerekmiyordu insanın. İmtihan gerçeği vardı çünkü. Allah kullarını çeşitli şekillerde imtihan edeceğini ve sabredenlerin müjdelenmesini söylüyordu.

Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Daima Üstün Olandır, Bağışlayandır O.

67 Mülk Suresi Ayet 2

Ama sahip olduğu sayısız nimet ve imkânı düşünerek “Allah’ım neden ben? Ben hiçbir şey yapmamışken tüm bu nimetleri neden verdin bana?” diye sormuyordu insan. Hatta çoğu zaman iyilik ve nimetleri verenin Allah olduğunun farkında bile değildi. Çünkü iyilikleri insan kendi becerisi sayesinde ediniyordu. Kötülükler ise hep Allah’tan gelmekteydi. Rahatı yerindeyken, dünyevi tüm işleri yolunda giderken, Allah’ı hatırlayıp şükretmesine gerek yoktu. Ama başı sıkışmaya görsün. Suçlu belliydi ve her zamanki kibirli duruşuyla insan, bunu hak edecek bir şey yapmadığını düşünmekteydi.

Efsane Wimbledon tenisçisi Arthur Ashe, AIDS’den ölmekteydi. Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu: “Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?” Arthur Ashe buna şu cevabı verdi: “Tüm dünyada… 50 milyon çocuk tenis oynamaya baslar, 5 milyon tenis oynamayı öğrenir, 500,000 profesyonel tenisi öğrenir, 50,000 yarışmalara girer, 5,000 büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4’ü yarı finale, 2’si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Ve bugün sancı çekerken, Tanrı’ya ‘Niye ben?’ mi demeliyim?” Mutluluk insanı tatlı yapar. Zorluklar güçlü yapar. Hüzün ise insan yapar. Yenilgi mütevazı yapar. Başarı insanı ışıldatır, ama yalnız Tanrı yolumuza devam etmemizi sağlar. Tanrı’ya asla “Niye ben?” diye sormayın… Ne olacaksa olacak… O’nun kendine has usulleri ve her işinde çeşitli hikmetleri vardır… Siz inancınızı koruyun.

Öte taraftan esasen illaki insanın sadece başına gelen iyilik ya da kötülüklerden hareketle “Neden ben?” diye sorması da gerekmiyordu. Örneğin sahip olduğu gözler, eller, ayaklar ya da kulakları için “Neden bunlara sahibim?” diye de sorabilirdi insan. Ama bu soru da aklına gelmiyordu doğal olarak. Nedeni ise zaten tüm bunların ve daha fazlasının insanların büyük çoğunluğunda bulunuyor olmasıydı. Sorulmaya değer olmayacak şekilde önemsizlerdi bu yüzden. Çoğu zaman da zorluk anında edilen duaların yerine gelmesine rağmen içinde bulunduğu zorluk durumundan kurtulan insan Rabbini unutmakta ve gaflet uykusuna dalmaktaydı. İsteği yerine gelmeyen kişi ise bunu hep hatırlayarak bu yüzden Allah’ı suçlamaktaydı. Oysa samimiyetsizdir çoğu insan. İsteğinin yerine gelmemesinde bile bir hayır olabileceği gerçeğini düşünmez. Kazanmak istediği bir sınavdan önce ya da amansız hasta olan bir yakını iyileşsin diye camilere koşar, dualar edip, adaklar adar. Sınavı kazandığında ya da yakını iyileştiğinde hemen ettiği duaları, yakarışları unutur. Bir sınavı ya da yakınını kaybettiğindeyse ettiği duaların boşa gittiğini düşünüp Allah’ı suçlar. Allah, meşhur hikâyelerdeki gibi bir dilek ağacı, sihirli lambadan çıkan cin ya da gökyüzünde kızağıyla gezinen Noel baba değildir, bunu bilmez. Allah’a her an muhtaç olduğunu unutarak yaşar. Kul olarak görevlerini yerine getirmez ama güç yetiremeyeceğini bildiği bir konuda hemen Allah’a ihtiyaç duyar ve işlerini görmesini bekler.

Bir öğrenci ilkokula başlamasıyla birlikte kendisine verilen bilgilerden imtihan edilmeye başlar. Belki de kendisinin farkına varmaya başladığı yıllarının tamamı hep imtihanlar ile geçer. Başarılı olması için derslerine çalışması gerektiğini bilir. İmtihanda başarısız olduğunda çeşitli sorunlar ile karşılaşacağını da. Üniversite sınavına hazırlanmak ise kâbustur adeta pek çok kişi için. Yıllar harcanır. Binlerce soru çözülür. Sonra üç saat içinde pek çok insan açısından adeta kaderi belirlenir. Üniversiteyi bitirir ama imtihanları bitmez. İşe girer mülakat, kamu personelliği için yeniden sınavlar, iş yerinde yükselmek için raporlar, araştırmalar. Bitmez bir türlü insanın hayatındaki sınavları. Hepsinde de başarılı olmak ve arzu ettiği yerlere gelmek ister haliyle. Tüm bu sınav telaşı ve koşuşturmaca içinde kendisini yaratan tarafından da imtihan edildiğini hatırlamaz bile. Ya da dünyadaki her imtihanı anlayıp hazırlık yapar da, Allah’ın neden insanları imtihan ettiğini bir türlü anlamaz. Zira çoğu insan için Allah’ın imtihanı öyle girilmesi ya da hazırlanılması gereken bir şey değildir. Üniversiteye girmesine ya da kamuda personel olmasına bir fayda sağlamaz örneğin. Durum böyle olunca da kariyerinde yükselmek en tepeye oynamak isteyen insan, Allah katında yüksek bir mevki edinip iman ve takvasında zirveye çıkmayı hedeflemez. Bunu kendine hedef edinen insanları da anlamaz.

Her canlı, ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.

21 Enbiya Suresi Ayet 35

Not: Bu yazı, Dr. Emre Dorman’ın “İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar” isimli kitabından alınmıştır.


About the Author
Author

Editor 2

Leave a reply

Name (required)

Website