Şefaat çeşitli anlamlara getirilerek suistimal edilebilmektedir. Peki, Kur’an’daki tanımı nedir? Müslümanlar Kur’an’ın nüzul sırası dikkate alınırsa ilk defa Müddesir süresinde bu ifadeye rastlıyorlar: “Aracıların şefaati onlara bir yarar sağlamaz. ” (Müddesir: 48).
Kimdir bu şefaatçiler? Allah’tan başka her kim olursa olsun sığındığınız ya da sığındıklarınız… Kimdir bu yararlanamayanlar? Yardımcı olmayanlar, yoksula yedirmeyenler, boş şeylere dalanlarla birlikte dalanlar, yargı gününü yalanlayanlar. Biz nasıl bir yargı gününe inanıyoruz? Kur’an’ın tasvir ettiği gibi mi yoksa birtakım sır hırdavatçılarının kurguladığı gibi mi? Sizin inandığınız yargı gününün kaç sahibi var? O gün Allah’tan başka kurtarıcılarınız ya da yarar sağlayıcılarınız var mı? Torpil bağladıklarınız var da mı haberimiz yok? Yoksa siz garantilediniz mi işinizi ve bu yüzden içiniz gerçekten rahat mı? ..
Şefaat konusunda kafanızı boşaltın ve ayetlerin iniş sırasını bir kez olsun dikkate alın bakalım önyargı olmayınca neyle yüzleşeceksiniz?
Mekke müşrikleri, soyut bir putperestlik anlayışına sahiptiler. İbrahim peygamber döneminde yaygın olan heykellere tapma biçimindeki putperestlik onun mücadelesi sonucunda biçim değiştirmek zorunda kaldı. Hz. İbrahim`in yolunu izlediklerini sanan Mekke müşrikleri, Allah’a yakın sandıkları meleklerin ve ölmüş evliyanın isimlerini şefaat amacıyla anıyorlar (39: 3) ve kendilerini tektanrıcı sanıyorlardı (6: 23; 16: 35). Son Peygamberden sonra, peygamberle birlikte birçok arkadaşını ve evliyayı putlaştıran ve şefaatleri için onların isimlerini anan müşrikler, kendileriyle Mekke müşrikleri arasındaki benzerliği kaldırmak için onların heykellere taptıklarını uydurdular. Fakat hayali heykellerin biçimi konusunda ihtilafa düştüler. Kuran`a göre Mekke müşrikleri İbrahim`in kurduğu Mescid`de namaz kılıyor, hac ediyor, oruç tutuyorlardı (8. 35; 9. 19, 45, 54; 2. 199). Fakat Allah, Necm suresinde şöyle buyurdu: “Onlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar için hiç bir delil indirmemiştir. Onlar yalnızca zanna ve benliklerinin tutkusuna uymaktadırlar. Oysa onlara, hiç kuşkusuz ki Rablerinden bir yol gösterme gelmiştir. ” (Necm: 23)
Devamında şefaat kelimesi şöyle bir ikaz için geçiyor: “Göklerdeki meleklerin bile şefaati bir yarar sağlamaz. Ancak Allah`ın dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermesinden sonrası başkadır. ” (Necm: 26).
Dilediğine ve hoşnut olduğuna izin verip “bağışlandın, gir cennetime” diyebilir. “Şefaatini dilemesi”yle “şefaatçiliğini dilemesi”ni karıştırmaktan doğan hatalar yapmamak için çelişmemeye dikkat etmeliyiz. Müslümanlar henüz bu konuda çok malumatlı değillerken Abese süresiyle irkiliyorlar: “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. ” (Abese: 33–37).
Kuran, oruç ve zekât gibi namazın da İbrahim Peygamberden itibaren başladığını ve ondan sonraki tüm peygamberlerin ve tilmizlerinin namaz kıldığını bildirir. Mekkeli inkârcılar hiç bir vakit müşrik olduklarını itiraf etmediler. Aksine Hz. İbrahim`in yolunu izlediklerini ileri sürüyorlardı. Evliyanın kendilerine şefaat edeceğine inandıkları ve Allah’ın ismini tek başına anmaktan hoşlanmadıkları için Kur’an tarafından müşrik olarak mahkûm edildiler. Peygamberimizi ve din adamlarını putlaştıranlar, Mekke müşrikleriyle aralarında fark oluşturmak için onların da namaz kıldığını bildiren bu ayetin anlamını saptırmışlardır.
Bakalım Müslümanlar sırada şefaatle ilgili olarak ne mesaj alacaklar. Nihayet A’raf suresinde de şefaat sözcüğü önümüze çıkıyor: “Onun haberlerinin gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Haberleri gerçekleştiği gün, onu daha önce önemsemeyenler, ‘Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişlerdi. Bizim için aracılık edecek bir şefaatçi var mı? Yahut öncekinden farklı davranmak için geri gönderilsek’ derler. Kişiliklerini yitirmişlerdir ve uydurdukları şeyler de onları terk etmiştir. ” (A’râf: 53).
Müşrikler ahirette bile dünyada yaptıkları gibi şefaatçi arama alışkanlıklarını gösteriyorlar. Müslümanlar ise çok geçmeden şöyle bir vahiyle haberdar oluyorlar: “O`nun dışında ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman bana zarar vermek dilese, ne onların şefaati bana bir yarar sağlayabilir ne de beni kurtarabilirler. ” (Yasin: 23).
Belli ki Allah ceza dilerse başka kimse bir şey dileyemiyor. Yoksa Allah din gününün yegâne sahibi mi? Belli ki öyle. Hesap günü tek bir İrade var.
Peki ya Peygamberimizin şefaati yok mu? Nüzul sırasına dikkat edecek olursanız hala öyle bir mesaj yok. Hatta İsa Peygamber bile ahirette Allah’a “Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin (dedim. ) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şahitsin” (5: 117) diyerek sorumluluğu üzerinden atacak. Fakat siz önyargı nedeniyle belki de ahirette Peygamberimizden şefaat bekleyeceksiniz… Bunu bekleyenler nüzul sırasını dikkate alırlarsa Yasin suresinden hemen sonra gelen Furkan suresinde bir balyozla karşılaşıyorlar: Bir şikâyet!
“Elçi de, ‘Rabbim, halkım Kur’an`ı terk etti’ der. ” (Furkan: 30).
Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra, Kuran`ı yeterli görmeyenler, uydurdukları haramları, yalanları ve hikâyeleri Allah’a ve elçisine, hadis ve sünnet adı altında yakıştırmaya başladılar. Peygamberin halkı bu öğretileri izleyerek ve mezhepler halinde kurumlaştırarak Kuran`ı terk ettiler. Doğru ile yanlışın karıştırıldığı bu öğretileri izleyenler, Peygamberin şefaatinin kendilerini kurtarmasını beklerken, 78: 38 ve 19: 87 ayetlerinin tecellisi olan 25: 30 ayetindeki şikâyet ile karşılaşacaklardır. Peygamberler ve erdemli insanlar cezayı hak eden hiç kimseyi kurtaramaz (9: 80; 74: 48). Muhammed peygamberin biricik şefaati, kendisinden medet umanların beklediklerinin tersine olumsuz olacaktır (25: 30). (Bak. 2: 48).
Çok geçmeden şefaatle ilgili şu ayet iner: “Rahman`ın yanında söz almış olanlardan başkası şefaat (aracılık) edemez. ” (Meryem: 87). Lakin buraya kadar ‘söz alma’ diye bir şey söz konusu edilmiş değildir. Durum böyle olunca yani hala tek şefaatçi olarak Allah söz konusu olunca anlıyoruz ki denilmek istenen şudur: Allah’tan aracılık yetkisi alınmadığı ortadadır. Yetki alandan başkası da aracı olamayacağına göre aracı söz konusu değildir.
Nihayet bilinçsizlerin çeliştikleri o meşhur ayet iner: “O gün, Rahman (olan Allah)`daki şefaat kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına bir yarar sağlamaz. ” (Tâ-Hâ: 109).
Bu ayeti, “o gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez” şeklinde çevirenler şefaatle ilgili diğer mesajlar konusunda çelişki yaşarlar. Bu durumda ayet “o gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasına şefaati fayda vermez” şeklinde anlaşılırsa Kur`an`ın genel mesajına daha uygun olur. Burada “… dan başkasının şefaati” değil, “…dan başkasına şefaati” söz konusudur. (“Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman`ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar, konuşmazlar…” (78: 38) ayeti de aynıdır. “İzin verdiklerinin dışında olanlar…” diyebilir misiniz? Apaçık bir cümle düşüklüğü yaşanır. Konuşmasına izin veren Allah’tır. Konuşana şefaat edecek olan ya da etmeyecek olan da Allah’tır. Yani kula şefaat yetkisi vermek demek, etmeme yetkisi de vermek demek olur ki belki, bunu anlarsak meseleyi daha iyi idrak edebiliriz. )
Çok geçmeden Şuara suresinde bu sözcük yine yürekleri deler: “Şimdi bizim ne şefaatçimiz var; ne de yakın bir dostumuz. ” (Şuara: 100, 101).
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra tüm otoriteyi kuran Rabbiniz (sahibiniz) Allah`tır. Her işi yönetir. İzni olmadan hiç kimse aracılık (şefaat) edemez. Rabbiniz Allah budur, O`na kulluk edin. Öğüt almaz mısınız? ” (Yûnus: 3).
Onun izni olmadan hiç kimsenin şefaat edememesi demek, ‘izni olursa edebilir’ demek değildir; ‘izni olmaz’ anlamındadır. Zaten söz konusu olan cansız putlardır. Putlara mı izni olacak? .. `İzni olmadığına göre` şeklinde düşünmek lazımdır. Zaten aynı sürede devamında daha sonra ne olduğu belli oluyor değil mi?
“Allah`ı bırakıp, kendilerine ne zarar ne de yarar veremeyenlere tapıyorlar ve `Bunlar, Allah yanında bize şefaat edecekler, ` diyorlar. De ki: `Allah`ın göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi O`na bildiriyorsunuz? O çok yücedir, ortak koştuklarınızdan uzaktır`. ” (Yûnus: 18).
Şefaatin bugünkü bu sapkın hali şeytanın bize uygun bulduğu bir kılıftır. Her dönem kendi şartlarıyla iyiye ya da kötüye hizmet eder. Şeytan önceki dönemlerdeki taktiğinin aynısını uygularsa aldanmayacağımızı biliyor. Sadece taktik değiştiriyor. Bundan da öncelikli olarak bilmemiz gerekir ki, ne Hz. İbrahim babasına, ne Hz. Nuh ailesine, ne de Hz. Muhammed amcalarına yardım edememişti (2: 48, 123, 254; 6: 70, 94; 7: 53; 9: 80; 10: 3; 39: 44; 43: 86; 74: 48; 82: 17–19). Bir peygamber olduğu halde bile şefaat edemeyeceğini Nuh Peygamber daha dünyada öğrenmişti ve Kur’an bize bunu biz daha dünyada iken bildiriyor: “Dedi ki: Ey Nuh, o senin ehlin olamaz. Bilmediğin bir konuda benden istekte bulunman erdemli bir tavır değildir. Cahillerden olmamanı sana öğütlerim. ” (Hûd: 46).
Hz. Yusuf’un kardeşlerinin işledikleri suç babalarını çok üzdüğü için babalarının kendilerini affetmesi ve onlar için Allah’tan bağışlama dilemeleri normaldir. Yoksa bir peygamber günahları “şefaat” yoluyla bağışlatma gibi bir otoriteye sahip değildir. Bu, dünyadaki bir temenni ve duadır. Ahirette müdahale edebileceği anlamına gelmiyor: “Dedi ki: `Sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim; O, Bağışlayandır, Rahimdir`. ” (Yusuf: 98). Kabul olur ya da olmaz; o Allah’ın bileceği bir iştir…
Daha sonraları inen şu ayetlere bakınız şefaat konusunda ne kadar da açıktırlar: “Rab`lerinin huzuruna çıkacaklarının heyecanıyla dolanları onunla (Kur’an’la) uyar: O’ndan başka bir sahipleri ve şefaatçıları (aracıları) yok. Belki korunurlar. ” (En’âm: 51).
Son derece net ve kesindir. Şefaatin sadece Allah’a ait olduğu ayan beyandır. Tek Sahibimiz ve şefaatçimiz Allah’tır. Eğer bunu kabul etmezsek ve başkalarını da katarsak bu ayet çelişkili zannedilir. Bu gibi yanlış anlamalar Kur’an’a muhalif olanların işine gelmektedir. Bir Müslüman olarak çelişip inançsızların haklı olduklarını zannetmelerine neden olmayınız. Bunun vebali büyük olur… Ne haddine bir inançsızın, “Hani şu ayet göre Allah’tan başka şefaat edici yoktu, bu ayete göre ise diledikleri edebilir” demek? Ve ne haddine senin, başka şefaat ediciler olduğuna inanmak ve bu şirki yaymak? ..
Aynı sürede apaçık bir ayet daha geliyor: “Dinlerini oyun eğlenceye alanları ve dünya hayatına aldananları bırak. Sen bununla (Kuran`la) hatırlat ki, bir kişi kazandığının felaketli sonucunu çekmesin. Onun Allah`tan başka bir Sahibi ve Şefaatçisi yoktur. Her türlü fidyeyi verse bile kendisinden kabul edilmez…” (Enam: 70).
Kâbe’nin yanındaki Haceru’l Esved denilen siyah taşa tapan, şeytanı taşlamak için eline taş alıp kardeşini taşlayan, Peygamberin şeytan taşlayıp taşlamadığından haberi bile olmayan, türbeleri ibadethanelere çeviren, ölülerden şefaat ve medet uman hadisçi ya da sünnetçi din adamlarının Kur’an’daki ikazlarla ne kadar alakası vardır? Zaten ahirette Allah’tan başka şefaatçi umanlar şöyle sahneleniyorlar: “…Hakkınızda (verilecek kararda Allah ile) ortak davranacaklarını ileri sürdüğünüz şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bağlar kesilmiştir. İleri sürdükleriniz sizi terk etmiştir. ” (Enam: 94). Nerededir şefaat edeceği umulanlar? Bakacaklar ki yoklar. Ve o zaman gecikmiş idrakle Allah’a yönelecekler. Fakat bunun hesabını vermeleri istenilirse ne diyecekler? “Neden herkes yanılmıyorken sen yanılanlardan oluyorsun? ” diye sorulursa ne cevap verecekler? Mazeretin geçerli olmayacak çünkü senin yanılgın şefaat konusunda gelip geçici beşeri bir hata değil, bir ortak koşma. Peki, şirkin hükmü nedir biliyor musunuz? Bilmiyorsanız bari şunu bilin: Bilmemek mazeret değildir. Bakınız neler bildiriliyor:
“O gün, onların tümünü bir arada toplayacağız, sonra şirk katanlara: `Yerinizden ayrılmayınız; siz de, şirk koştuklarınız da` diyeceğiz. Artık onların arasını açmışızdır. Şirk koştukları derler ki: `Siz bize ibadet ediyor değildiniz`. ” (Yunus: 28),
“Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah`a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. ” (Nisa: 48). (Bak: Nisa: 116).
Bağışlanmayacağını öğrendiğimiz tek günahın şirk olduğunu öğreniyoruz. Şirk inanmayanın değil, yanlış inananın sorunudur. Şirk olmasının ilk şartı zaten, inanmaktır. İnanmadan ortak koşulamaz. O halde özellikle şirkle ahirete gidilmemeli: “O ne dilerse onun için yaparlardı: Mihraplar, heykeller, derin havuzlar ve ağır kazanlar… Ey Davut ailesi, şükür göstergesi olarak çalışın. Kullarımdan pek azı şükredicidir. ” (Sebe: 13).
“ve O`nun indinde şefaat ancak izin verdiği kimse için bir yarar sağlar…” (Sebe: 23). Benzer bir ayet daha önce inmişti. (Bakınız: Taha: 109). Yani buyruluyor ki, Allah’ın şefaati, kurtulmasına izin verdiği kimseye yarar sağlar. Şefaat sahibi olan Allah, “Oraya (cennete) esenlikle ve güvenlikle girin” (Hicr: 46), “…Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin” (Nahl: 32), “… kalıcı olarak ona (cennete) girin” buyurur. (Zümer: 73).
“Dediler ki, “Sen yücesin, velimiz (dostumuz) onlar değil, Sensin. Hayır, onlar cinlere kulluk ediyorlardı. Çokları onlara inanıyordu. ” (Sebe: 41). Mekke müşrikleri ile İslam dinini bir limited veya anonim şirketi dinine çeviren günümüz müşrikleri arasında pek bir fark yoktur. Peygamberin ya da evliyanın kendilerine şefaat edeceklerine inananlar, onları Allah’a eş koşmaktadırlar; itiraf etmeseler bile (6: 23).
“Kesinlikle, din sadece Allah`a aittir. O`nun dışındakileri evliya olarak edinenler, `Onlar bizi Allah`a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara kulluk ediyoruz` (derler). Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında Allah hüküm verecektir. Allah kuşkusuz, yalancıları ve nankörleri doğru yola iletmez. ” (Zümer: 3). Din sadece Allah’a ait olduğundan yani din gününün yegane sahibi Allah olduğundan o gün ancak ve yegane O’dur şefaat edecek olan. Allah`a yaklaştırır gibi iyi bir niyet geçersiz bir mazerettir.
“Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı? ” (Zümer: 43).
“De ki, `Tüm şefaat Allah`a aittir. ` Göklerin ve yerin yönetimi O`na aittir. Sonra O`na döndürüleceksiniz. ” (Zümer: 44).
Ne kadar apaçık değil mi? Tüm şefaat Onun olduğuna göre…
“Onları yaklaşan gün hakkında uyar, o zaman yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunurlar. Zalimler için ne bir dost ne de sözü dinlenir bir şefaatçi vardır. ” (Mü’min: 18).
“Yoksa Allah`ın izni olmadığı halde onlar için dini kurallar ve yasalar ortaya koyan ortakları mı var? Daha önce belirlenmiş bir hüküm olmasaydı onların arasında yargı verilirdi. Zalimlere acı bir azap vardır. ” (Şura: 21).
O dönem Müslümanları bunu anlamakta güçlük çekmiyorlar. Uyarılanlar mü’minler değil, müşriklerdir. Çünkü buraya kadar önceden gelen ayetlerden haberli olan Müslüman hala habersizmiş gibi davranamaz.
Günümüz Müslümanlarının bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Hz. Muhammed`in bildirdiği İslam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, kara çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırka-i şerifler, kıl-ı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini kendi kafalarında yaşanması felaket getiren bir şirk dinine çevirmişlerdir. Bir bu kadar kötü olan şey de İslam’ın ecnebiler tarafından terör, masal ve taklit dini gibi yanlış bilinmesidir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik din adamları ve onları kullanan politikacılardır.
“Onların O`nun dışında çağırdıkları şefaat edemezler. Ancak bilerek gerçeğe tanıklık edenler bunun dışındadır. Çünkü onlar bilmektedirler. ” (Zuhruf: 86). Bunun dışındadırlar çünkü onlar Allah’tan başkasından şefaat talep etmezler. Bunun dışındadırlar, yani onların böyle sapık talepleri olmaz, yani sadece Allah’tan şefaat beklerler. Onlar şefaat edemeyecek olanlara teveccüh etmezler. Onlar ancak Allah’a sığınır ve kulluk ederler. Bu özellikleriyle bunun dışındadırlar. Yoksa Diyanetin zannettirdiği gibi, “Allah`ı bırakıp yalvardıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır” değil. Yani `onlar ederler` havası estiriliyor. Ayetler, “Kendileri için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın…”, “ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi…” gibi sadece Allah’ın şefaat edeceğini buyurduğu halde hala anlamayacak mıyız? .. Bunlar ya akledemiyorlar ya zeki değiller ya da kasteden hainlerdirler.
Daha sonraki süreçte şefaatle ilgili şu ayet geliyor: “O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilmektedir; onlar şefaat de etmezler; (kendisinden) hoşnut olunandan başka(sına şefaat yok). Ve onlar, O`nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır. ” (Enbiya: 28).
Daha sonraki süreçte şefaatle ilgili şu ayetler geliyor:
“…Sizin için O`ndan ayrı bir veli (sahip) ve şefaatçi (aracı) yoktur. Öğütten anlamaz mısınız? ” (Secde: 4).
“(Böyle bir günde) hiç bir yakın dost bir yakın dostu sormaz. (Böyle bir günde) hiç bir yakın dost bir yakın dostu sormaz. ” (Mearic: 8–9–10).
Daha sonraki süreçte şefaatle ilgili şu ayet geliyor: “Koştukları ortaklarından da kendilerine şefaat eden hiç bir kimse çıkmaz; ortaklarını inkâr ederler. ” (Rum: 13).
Hele daha sonra gelen şu ayet olayı en kesin ve keskin hale getiriyor: “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse hiç kimsenin yerine ne olursa olsun bir şey ödeyemez, aracılık (şefaat) kabul edilmez, kimseden bir fidye alınmaz ve onlara yardım da edilmez. ” (Bakara: 48). Arık iş kopmuştur… Kesindir… Apaçıktır…
Hala anlamamak için kastetmek ya da hidayetsiz olmak ya da deli olmak lazım… Çünkü “…hiç kimse hiç kimsenin…” deniliyor ve “…ne olursa olsun…”.
Şefaat mitolojisi dünyanın birçok dininde yaygın bir inançtır. Şeytan, Hz. Muhammed`in tüm ümmeti için şefaat edeceği yalanını Müslümanların inancına sokmuştur. Kuran bu şeytani inancı reddeder; Hz. Muhammed Ahirette hiç kimseyi kurtaramaz. O dünyada görevini ve kurtarıcılığını yapmış ve vefat etmiştir. Hz. Muhammed`in şefaat ederek kendilerini Allah`tan kurtaracaklarına inananlar, Hz. Muhammed`in ahiretteki biricik şikâyetine muhatap olacak ve umdukları şefaat tam tersine gerçekleşecek (25: 30). Kuran`a göre şefaat, gerçeğe tanıklık etmekten ibarettir (20: 109; 43: 86; 78: 38). Her gün namazlarında okudukları Açılış (Fatiha) suresiyle `sadece Allah`tan` yardım isteyeceğine söz veren sözde Müslümanların, namazdan hemen sonra, ilah olmadığı için kendilerini işitmeyen, kendisine bile yarar ve zarar vermekten aciz olan Hz. Muhammed`den (39: 30 ve 16: 20–21) yardım dilemeleri ne büyük bir çelişkidir! Açılış suresinde geçen “Maliki yevmid-din”; yani “Yargı gününün Sahibi” ifadesi, konuyu tek başına açıklamaya yeter. (82: 17–19). (Ayrıca 2: 123, 254; 3: 80; 5: 109; 6: 51; 6: 70, 82, 94; 7: 53; 9: 80; 10: 3, 18; 13: 14–16; 19: 87; 33: 64–68; 34: 23, 41; 39: 3, 44; 43: 86; 53: 19–23; 74: 48; 83: 11 ayetlerine bakınız. )
Hala akletmeyenleri aynı sure tekrar tekrar uyarmaya devam ediyor:
“İnananlar, ne alışverişin ne dostluğun ve ne de şefaatin (aracılığın) olmadığı gün gelmeden önce size verdiklerimizden dağıtın. İnkâr edenler zalimlerdir. ” (Bakara: 123).
“Kimsenin kimseden yana bir şey ödeyemediği, hiç kimseden fidye alınmadığı ve hiç kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamadığı ve yardımın kesildiği bir günden sakının. ” (Bakara: 254).
Hz. Muhammed`e “Allah`ın oğlu” demek şeklinde bir sapma yapamayanlar, yakıştırdıkları sıfatlarla onu putlaştırıp müşrik oldular. Örneğin, hiç böyle bir şey yokken kelime-i şehadette Allah`ın isminin yanına onun ismini koydular; namazda onun ismini ona yönelerek tahiyyatta zikrettiler (es selamu aleyke ey yuh en Nebiy’yu yani selam olsun sana ey Nebi), ezana onun ismini eklediler, peygamberlerin en üstünü olarak nitelediler, Allah’ın şefaatine onu ortak koştular, doğumundan ölümüne kadar hiç bir günah işlemeyen bir beşer ötesi varlık olduğunu ileri sürdüler, ona yakıştırılan yalanları dinlerinin ikinci kaynağı olarak izlediler, Kur`an kulluk için yaratıldığımızı apaçık buyurduğu halde kâinatın onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığını iddia ettiler. Allah`ın birçok ismini ona da verdiler. Kuran`a göre şirkin ta kendisi olan bu inanç ve davranışı sergileyenler müşrik olduklarını kabul etmezler (6: 23).
Esasen aklen de bir başkasının şefaati mümkün değil. Allah kalplerden geçeni yani niyetleri de bileceği için şefaat edebilir. Ama başkası Peygamber de olsa niyeti nedir ne değildir bilmeden nasıl şefaat edecek?
Yine Allah şefaat edecekse Peygamber etmese ne olur? Bu çelişki yaşanabilir mi? Ya da Allah şefaat etmediğine Peygamber hangi cüretle kalkıp edecek? Peygamber buna yeltenir mi? Bu size saçma gelmiyor mu? Allah’ın sonsuz ve sınırsız bilgisi neden kâfi gelmiyor da Peygamberin de şefaati gerekiyor?
Şimdi siz günah ya da sevap işleseniz Peygamber buna tanık olmadığı halde size nasıl şefaat ve şahit olabilsin? “İster onlar için bağışlanma dile, ister bağışlanma dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen bile Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü onlar Allah ve elçisini yalanladılar. Allah yoldan iyice çıkmış toplumları doğruya iletmez. ” (Tövbe: 80). Dinin tamamlanmasına yakın zamanlarda inen bu ayetten Peygamberin ahiretteki sınırları hakkında hala bir mesaj alamıyor musunuz?
Hz. Muhammed, kendi amcaları ve yakın akrabaları için bile şefaatte bulunamazken, hiç şahit bile olmadığı, tanımadığı ve kalbini de bilmediği insanlara nasıl şefaat edebilir? Kimin dilediği değil, kime dilenildiği önemli olduğuna göre ve şu ayet mevcut olduğuna göre gerisini siz düşünün: “Hani Rabbi, İbrahim`i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim`e): ‘ Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım’ dedi. (İbrahim) ‘Ya soyumdan olanlar? ’ deyince (Allah: ) ‘Zalimler benim ahdime erişemez’ dedi. ” (Bakara: 124). Yani “soyundan da olsa zalime bir faydan olamaz” diyor bir Peygambere. Hz. Muhammed için geçerli olanın Hz. İbrahim ve diğerleri için de geçerli olduğu ortadadır. Peygamberlerin durumu böyle olursa gerisini siz düşünün…
“Allah’tan başka şefaatçilerin olduğuna inanırsanız şirke girersiniz” ile “Allah’tan başka şefaatçilerin olduğuna inanmazsanız günaha bile girmezsiniz” in arasındasınız. Birini seçmekte muhayyersiniz. Allah’ın verdiği akla araştırma ve tefekkürü de katarak ve de önyargınızı çıkararak düşünün. Ya korunmamış Buhari’ler ya da korunmuş Kur’an…
Sizler ey reformistlerin geleneklerinin muhafazakârları! “Hiç kimsenin hiç kimseye şefaat edemeyeceği” buyruğuna rağmen “Allah’ın dilediklerinin şefaati”nden bahsederseniz bu çelişkiyi bırakın bize izah etmeyi, ateistlere bile izah edemez ve onların maskarası haline gelirsiniz… Onlar da sizin yüzünüzden kendilerini isabetli sanırlar ve hakikate gözlerini açamazlar. Onların batıllıklarının ortağı olmayın…
Apaçık şefaat ayetleri bir yana ahiret günü Allah’tan başka kurtarıcının olmadığına dair akıllı olana şu ayetler yeter de artar bile: “O gün, sonunda varılıp karar kılınacak yer yalnızca Rabbi`nin indidir. ” (Kıyamet: 12), “…Oysa bütün işler Allah`a döner. ” (Bakara: 210), “…Bütün işlerin sonu Allah`a varır. ” (Lokman: 22), “Sonra gerçek mevlaları olan Allah`a döndürülürler. Haberiniz olsun; hüküm yalnızca O`nundur. Ve O, hesap görenlerin en süratli olanıdır. ” (En’am: 62), “Göklerin ve yerin gaybı Allah`ındır, bütün işler O`na döndürülür; öyleyse O`na kulluk edin ve O`na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. ” (Hud: 123).
Ahrette de dünyada olduğu gibi kalplerde olan niyetleri bilmek sadece Allah’a mahsustur. Peygamberler de kalplerde olanı bilemezler. Şefaat edebilmek için bunu bilmek gerekir ki yanılgıyla biri yanlış yere gönderilmesin. Allah’ın bilmesi ve şefaati başkasını gereksiz kıldıktan sonra başka bir şefaatçinin varlığı niçin gereksin? Bunu önyargısız özgür bir akıl halledebilir. Peygamberin ahirette şefaat edemiyor olması onun değerinden bir şey eksitmez…
Yazar : ersin yılmaz