Kibir musluğumuzdan akanlar

SOKRATES, kibirli insanlardan eski yırtık-pırtık giysilerle kürsüye çıkan bir konuşmacıya şöyle seslenir. ”Atinalı genç adam; kıyafetindeki her sökükten, sürekli kibir taşıyor dışarı! ”.

Sokrates gibi cesurca söylenmemiş olsa da gerek kendi nefsimizde gerek etrafımızda bulunanlarda gizli kibre şahit olmuşuzdur. Kibrin gizli oluşu aldatıcı ve hatta yakıcıdır. Tenteneli bir perde arkasındadır. Ta ki perdeyi aralayıp içeriye göz attığımızda fark ederiz gerçek halini. İnce keskin bir kılıç gibidir. Müspet bir hal sergiliyorken dahi sessizce kibir musluğu açılır. Kibir musluğu bir kere açılmaya görsün, çağlayan misali ne var ne yok kalbinizden dışarı akar. Kibirli olmamak adına yapılan her bir davranış veya söylemde, kibir musluğundan daha fazlası dışarı akar.

Kibirli insan, her zaman etrafında haklı olduğunu duyacağı kulaklara itibar eder ve nefsine zor gelebilecek eleştirilere de kulaklarını tıkar. Farkında değildir, sanki üstüne bir pislik bulaşmış veya kötü bir koku varmış gibi rahatsızlık verir, çevresindeki herkesi kendinden adım adım uzaklaştırır. Yalnızlığı sever kibir ve hızla yalnızlaştır insanı…

Kibir şeytani bir haldir. Ve şeytan’ın en önemli özelliklerinden biridir. Allah’ın huzurundan da kibri ve itaatsizliği yüzünden kovulmuştur. Bu gerçek Kuran`da şöyle bildirilmiştir.

“Yalnız İblis hariç, O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. Allah Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun.? ” (Sad, 74-75)

Beni ateşten, onu topraktan yarattın. ”( A’raf, 12) derken şeytan; kibrini ortaya koyduğu gibi insanoğlu da kibrini şeytani bir tavır olarak maddi ve manevi dünyalarında gösterir. Nitekim ilk insandan itibaren Kabilin Habili öldürmesi ile bugüne dek devam eden yakıcı bir duygudur.

Yüreğinde kibir–haset duyguları taşıyan narsist insan, kendi içindeki zehri başkalarına akıtır, ruhi ve kalbi yaralarını derinleştirir. Meyve içinde beslenen kurt gibi önce içinizi kemirir sonra dışınızı çürütür. Pahalı bir hasatlıktır öyle ki; ömür sermayesini heba ettiği gibi en büyük sermaye-i olan ahiret hayatını yakar.

Kibirli insan verilene razı olmadığı gibi şükürsüzlük içinde kıvranır durur. Bu hali kişiyi, Yaratıcıya isyana kadar götüren arizi bir durumdur.

“Yoksa onlar, Allah’ın fazl ve kereminden insanlara verdiği şeylere hased mi ediyorlar? ” (Nisa, 54) Ayeti kibir musluğundan akan haset duygusuna işaret eder. Kibrin en belirgin hali bir başkasını küçük görme ve kınama duygularıdır. Başkasını küçük görmenin altında esasen şiddetlice kıskanma duygusu yatar. Kıskançlık, bir başkasına nasıl davranacağımıza dair bir takım kurallar koyarak kendi gösterir. Kıskanç insan, enaniyeti ile belirlediği kurallara muhatabından mutlak anlamda itaat etmesini bekler. Böyle olmadığında var olan ilişkiler bir anda ters-düz olur ve maskeler düşer. Eş, kardeş, sosyal hayatta ve aile ilişkilerinde çokça görülen rekabet ile kendini ortaya çıkaran kıskançlık duygusu, öylesine güçlü bir duygudur ki, hakikatin güneş gibi parladığı hallerde dahi gözler kör, kulaklar sağırdır. Kor ateş misali barındığı kalbi yakıp kavurur.

Kıskanç insanların aklı kalbine inemediği gibi vicdan yolundan da geçemezler. Duyguların veriliş maksatlarını anlayamaz, bulundukları durumu da dua’ya vesile kılamazlar. Dolayısıyla imtihanı kaybeder ve sıkıntılarının altında ezilmekten kurtulamazlar. Hayatı kendine zorlaştıkları gibi aynı zorluğu başkalarına da yaşatırlar. Başkalarının mutluluk resimlerine tahammülleri de yoktur.

İnsan vakasının açıkça anlatıldığı başka bir hadiste “Kalbin saflığını ve temizliğini gideren bir pislik olan haset, ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini giderir, yok eder. ” (Ebu Davud)

Hz. Mevlana’nın veciz ifadesiyle; “ Kibir kendinden habersizliktir! Tıpkı güneşten buzun haberi olmayışı gibi”.

Kendinden habersiz oluşu, yapılan hayra ayna tutmadığı gibi umumun faydasına da zarar verir. Aynalar parlatıldığı oranda aksettirir nuru. Netice olarak Kendinden habersiz olan insanın aynasına hakikatin nuru düşemez. Çünkü; kalpleri hakikate kapalı ve mühürlüdür.

Allah, mütekebbir ve kaba kuvvet temsilcisi cebbarların kalbini işte böyle mühürler. ” (Mü’min 35)

Kibirli insan kendine bir kuvvet-güç atfeder. Kibrini nefrete ve öfkeye dönüştürür. Etrafındakileri devamlı suçlar ve her fırsatı kendi aleyhine kullanır. Kalbin beklide en tehlikeli hastalıklarından biridir. Bu ruh hali insanın bütün davranışlarına yansır.. Hatta bulundukları ortamda hep en güzeli, en doğrusu, en iyisi olduklarına inanır ve bunu her fırsatta dışa vururlar. Kibirli insanın kalbi her daim karanlıktadır. Karanlık ve nursuz bir kalpte sevgi ve aşk’ın yeşerip filizlenebilmesi mümkün değildir. Sevgi; ancak kötü duygulardan arındırılmış aydınlık bir kalbin ürünü olabilir.

Birçok seven kalp, gereksiz kibri ve gururu yüzünden ayrı düşmemişlerdir.? Yarım kalmış sevdaların veya başlayamamış aşkların da adresi değil midir kibir? Bu durumuyla aşk’ın üstünü örten bir haldir.

Kibirli insan başkalarının günahıyla ilgilenirken, kendi günahını kartopu gibi büyüttüğünün farkında olamaz. Bir süre sonra büyüyen kartopu, etrafındaki her şeyi ezip yutmaya başlar. Ve sorumluluğunu unutur, yaptığı zulümlere yol bulur kendince. Oysa insan, sorumluluğunun neticesi günah dahi olsa bunu kabul edebiliyorsa Hz. Adem soyundan gelmiştir. Bu sorumluluğu yani günahını kabul edememiş ise şeytanın soyundan gelmiştir. * Böylece insan Adem’den veya şeytan olmak anlamında safını belirlemiş olur. Ya Rahmet’e yüzünü çevirir yada Rahmet’e sırtını döner. İnsana düşen sonsuz tövbe silgisini kullanabilmek, haf ve reca arasında olabilmektir. Aksi takdirde, bu durum dua etmemizi engeller, Ubudiyetimizi zedeler.

Bu halin ilacı; insanı hasaretten ve zelil olmaktan kurtaran alçakgönüllülük ve tevazu elbisesinin giyilmesidir.

Hz. Ali (r. a. ), kürsüde vaaz ederken kendisine bir soru yönelten ve sorusuna cevap alamayınca:

“Bilmiyorsan o kürsüye niye çıktın? “ diyerek tepki gösteren bir şahsa:
“Beni bildiklerim buraya çıkardı. Bilmediklerim ayağımın altına konulsa başım göğe değerdi ” diyerek alçak gönüllülüğün ve tevazünün en güzel örneklerini göstermiştir bizlere. Yalnız bu bilinç insanın gerçeğini ve hududunu çizebilir.

Kalbi inkılap yapabilmek yani değişebilmek gerekir. Niyet edip tevazu elbisesini giymekle başlamalı yola sonrasında niyet ile çıkılan yolda, yoldaş olur Mevla..

Ve şairin dediği gibi oluklar çift; birinden kir, birinde nur akar.. Nur akan musluklardan beslenmek duasıyla..

Dipnot:

1- Yazı öncelikle kendi nefsime ve ikili ilişkilerdeki müşahedelerime dayanarak yazılmıştır.

2-* Bu cümle bir ders esnasında sevgili Mona arkadaşımın tespitidir. Zihni dünyamda çok geniş açılımlara vesile olan bir cümleydi.. Teşekkür ediyorum.

Yazar : sinay

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website