Geçen yaz tatilinde memleketim Kahramanmaraş’a gitmiştim. Annem emekli öğretmen. Ara sıra öğretmen arkadaşları ile buluşup, hoş sohbetler ederler. Ben de fırsat buldukça hiç kaçırmamaya gayret ederim. Her birinin gözlerinde çocukluğumu, kırışıklıklarında hayatın ta kendisini bulurum.
Böyle bir gün yine. Fatma Teyzenin bir tanıdığının kızı -ben de katılabilir miyim? – demiş, O da, buyur etmiş.
Önce bildik, tatlı sohbetler başladı. Sonra yaşı daha 20’lerdeymiş gibi görünen hatun kişi Ayşe;
—Size mevlit okuyayım, dedi.
—Olur, tabi, buyur dediler.
“Ol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu….. ” dan başlayıp diğerleriyle devam ederken çoğumuz zaman zaman duygulandık.
Duygu yoğunluğunu fark eden hatun kişi de, sanki daha bir içten okumaya başladı ilahileri ve mevlidi.
Derken, birkaç kişi başladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Biri kocasının ölümünü hatırladı, biri annesinin, biri evladının vs vs.
Ölüm ne kadar Tanrı’ya kavuşmak olsa da; yüzü soğuk geliyor işte. İnsan belki gidene belki de kendi haline ağlıyor; kim bilir?
Maneviyat diz boyu olmuşken, hatun kişi ilahiye ara verip; o hepimizi dehşete düşüren cümleyi kurdu:
—Var ya, aha burda Peygamber Efendimiz de oturup hıçkıra hıçkıra ağlarmış, O da çoook seviymiş bu ilahiyi, bunu özel yazdırmışmış zati, gece gündüz ohutturur ağlarmış höngür höngür……. dedi.
Annem dayanamayıp,
—Kızım senin tahsilin ne? diye sordu.
O da, İmam Hatip Lisesi’ni bitirdiğini ondan sonra da bilmem kim hocaların talebesi olduğunu büyük bir övünçle söyledi.
Annem iyice kızmaya başladı ve yüksek sesle;
—Utanmıyor musun Peygamberimize iftira etmeye? Bunları sana hiçbir okulda öğretmemişlerdir. Uyduruyorsunuz… diye söylendi.
—Aman bak hele nedi utanıcıymışsım? Deli mi ne? Hocalarımdan duydum ben bunu, hem yalan diyal, sen dinsizsin zahar; derken, nasıl sert bir kayayla karşılaşacağının hiç farkında değildi tabi.
Annem başladı ders anlatır gibi anlatmaya,
—Bak kızım, mevlit Süleyman Çelebi tarafından Peygamberimizin ölümünden yüzyıllar sonra yazıldı. Bizler öğretmeniz, bu cahilce konuşmaların bizi sadece sinirlendirir ve sana bir de seni dinleyip gerçek sananlara acırız. Ha, mevlidi bizler de okutur, bizler de dinleriz ama biliriz ki, bunun dinle minle alakası yok. Bu sadece maneviyatımızı anma vesilesidir. Üstelik mevlit, Peygamber’e methiyedir.
Sen nasıl olur da İslam Peygamberi’ni “kendine methiyeler ısmarlayıp okutturan, buna da ağlayan” konumuna düşürürsün? Günahtır, yazıktır…..
Hayriye Teyze,
—Yıldız herhalde senin yanlışın var, aynı ilahide aynı şeyi ben daha önce de duymuştum demek ki doğru, dedi.
Dehşet üssü dehşet yaşadık. Mevlithan(!) Ayşe, Hayriye Teyze’den de aldığı güçle ve kimbilir kaç zamandır artık ezberine aldığı cümlelerle dur durak bilmeden, cahil cühela konuşmaya devam ediyordu ki biz kalktık.
Annem çok üzüldü. Bir hışımla yürürken başladı konuşmaya;
—Görüyor musun cahilliği? Görüyor musun utanmazlığı? Görüyor musun aymazlığı? Ben Cumhuriyet Öğretmeniyim, görüyor musun olanları? Nasıl olur da ben bunları okulda öğrendim derler? Hangi okulmuş bu? Yalancı bunlar. Hocalara gitmişmiş, hangi hocalarmış onlar, gidip ders vereyim……
Mevlithanlık başka, vaizlik başka; hanım kız bunu bile öğrenememiş. Önüne gelen mevlithan da olamaz vaiz de.
Hadi o kız neyse, ya Hayriye’ye ne demeli? Nasıl bilmez de sadece duyduklarına inanır? İnanamıyorum, insan nasıl bilmez Süleyman Çelebi’yi? Nasıl olur da Allah’ın Peygamberine böyle hakaret edilmesine ortak olur? ……
Biliyor musun Ecehan, aslında biz birçoğumuz; cenazelerimizde, doğumlarımızda, düğünlerimizde vs. mevlidi sadece el âlem bizi kınamasın, ayıplamasın diye okutur olduk. Dinin önüne geçmesin diye sadece Kuran okutalım diye düşündüğümüzde mesela, – yazıklar olsun, anasının ardından bir mevlidi bile çok gördü- diyecekler diye okuttuk durduk, çünkü dediler de. Olacağı buydu, kulaklar öyle alıştı ki bu nağmelere, göz görmez, gönül bilmez oldu artık bu iş… Bu yanlış artık doğrulaşmalı. İnsan Peygamberini mevlit ile hatırlayabiliyor ise isterse sabahtan akşama okutsun mevlidi. Ama bunu geçer ve yeter şart yapmasınlar ya Hu! Ayıptır bu. Allah’ım sen akıl fikir ver bunlara.
Bir sürü öğretmen mezun olup işsiz gezerken; bu cahil cühela takımı Peygamber üstünden, Allah adıyla işi duygusala bağlayıp çuvalla para kazanmasın ülkemde. Peygamber’e ve Allah’a hakareti ticaret haline getirdi bu takım. Olmaz böyle olmazzz, oldurmayın, olmasın. İslam bu değil. İslam bunu hak etmiyor…
…
Eve gelip derhal müftülüğü aramıştı ve ev ev gezen bu hatun kişilerin varlığından bahsetmişti. Sonuç ne oldu derseniz, gözlemlediğimiz kadarıyla sayılarında çığ gibi artış oldu.
O günün akşamı, Ayşe’nin giderken ev sahibinden “gönlünüzden ne koparsa” babından para istediğini de duyduk. Fatma Teyze kendisine şaşkın şaşkın bakarken, emek verdiğini ve elbette karşılığını isteyeceğini bildirmiş bir de.
Özetle, annem Hayriye’ye hala kızgın ama daha dün TV kanalının birinde, ölünün ardından okutulacak mevlidin 40. gece mi yoksa 52. gece mi olursa daha sevap olacağı tartışılıyordu. Hoca(!), 40 gelenek olmuş ama ölünün burnu 52’sinde düştüğü için o gün helva kavurup mevlit okutmak daha hayırlıdır; buyurdu(!).
Korkumdan anneme telefon açıp da, kanal adını söyleyemedim.
Yazar : DİLEK GÜRALP