Şehitlerle ilgili başlamış olduğumuz yazı dizisine yurt dışına çıkmış olmamız sebebiyle ara vermek zorunda kaldık. Geçen yazımızda bu uğurda canlarını feda etmiş olan şahsiyetlerin Yüce Allah katında çok özel bir yerleri olduğundan ve onların asla ölüler olmadığından bahsetmiştik. Bugün de yine bu bağlamda hayatlarını ortaya koyanların, mükafat bakımından kendilerini nelerin beklediği hususunda Kur’an eksenli bilgiler arz etmeye çalışacağız.
Hicret, iyiyi, güzeli, doğruyu ve hakkı yaymak için olduğundandır ki, Allah katında hicretin önemi büyüktür. Hicret, sadece bir mekandan diğerine göçmek değil, aynı zamanda iyilerle güzel ortamlarda bulunmayı da ifade etmektedir. Bu sebeple, din ve vatan uğruna yapılan çalışmalar sonucu hayatlarını feda eden insanlar da böyle bir hicreti gerçekleştirmiş olmaktadırlar. Bunlar, iyiliği emretmek ve kötülükten menetmeyi kendilerine şiar edindiklerinden İlahi adalet gereği Hakk’a yürüdüklerinde, onların bu yürüyüşleri kuşkusuz hicret yürüyüşü olmaktadır.
Kur’an’da Şöyle Buyurulmaktadır:
“…Hicret edenlere, memleketlerinden çıkarılanlara, yolumda ezaya uğratılanlara, savaşan ve öldürülenlere Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır”
(Ali-İmran 195 )
Ayeti kerime bu tip insanlarının dualarının kabulünü göstermektedir. Bunların duaları, İslami değerler uğruna çalışmak ve bu çalışmalar sonucu İlahi sevgiyi kazanabilmektir. Şüphesiz ki, insanlığın en büyük gayesi Allah’ın hoşnutluğunu elde edebilmektir. Böylesine değerler uğruna çalışan bu şahsiyetler de kuşkusuz bu amaç uğruna hayatlarını feda etmişlerdir.
Erkek olsun, kadın olsun bu dünya hayatında iyiyi, güzeli, doğruyu ve hakkı hayata geçirme uğrunda emek sarf edenlerin bu eylemleri, ahiret aleminde cenneti, yani kurtuluşu ve saadeti getirecek; bu dünyadaki zorluklar ve çekilen çileler, öteki alemde mutluluğa dönüşecek ve amelleri asla boşa çıkmayacaktır. Kur’an’ın ifadesiyle onların mükafatları Allah katındadır. Yani, hazırlanan ödül sıradan bir ödül olmayıp, özel olarak Allah-ü Teala tarafından verilecektir.
Selim akıl sahiplerinin, akıllarını kullanarak başlattıkları eylemlerin nihai noktası cennettir. Onlar, kendilerine emanet olarak verilen akıllarını kainat kitabına çevirmiş, onun üzerinde düşünüp yüce Allah’ın kudretini, hükümranlığını, şu koca alemin boşa yaratılmadığını düşünmüş ve acizliklerini anlamışlar, bu da onları Allah’ı zikretmeye ve O’nu hakkıyla tesbih etmeye sevketmiştir.
Akıllarını işleterek gerçekleştirdikleri bu eylemler, Allah uğrunda zorluk çekmelerine sebep olmuştur. Dünya hayatı onları çileler fırınında pişirip olgunlaştırmış ve neticede duaları kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak da cennetle mükafatlandırılmışlardır.
Demek ki, aklın yolu güzellik, iyilik, doğruluk yolu; ancak bunun yanında da çileli, ızdıraplı ve dikenli bir yoldur. Bu yol geçmişte böyle olduğu gibi, bugün de böyledir ve gelecekte de böyle olacaktır.
Aklın yolu, düşüncenin, alın terinin, imanın, sevginin yolu olduğundan düşmanı pek çoktur. Şeytanın, nefsin ve şeytani insanların düşman olduğu bu yol, ancak Allah’a sevdalı olanların yürüyebilecekleri bir yoldur. Ve bu yol, sonu mutlak saadet olan tek yoldur.
Bu hususta Mehmet Akif Ersoy şöyle buyurmaktadır:
Halik’ın na-mütenahi adı var, en başı: Hak.
Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!
Hani, Ashab-ı kiram, ayrılalım, derlerken,
Mutlakaa < < Sure-i ve’l-Asr> > ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknun o büyük surede esrar-ı felah;
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salah,
Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.
(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Elips Yay. , Ankara, 2007, 398)
Bu mısralarıyla Mehmet Akif, insanın diniyle olan münasebetine temas ederek, onun felah ve hüsran arasında ince bir çizgi üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Netice itibariyle, ister dini, ister sosyal ve isterse siyasi alanda olsun Hakk adına yapılan bütün ameller sahibini dünya ve ahirette saadete ulaştırır.
Vesselam…
Nurullah DAĞ / www.haberarz.com