Cehennem Olmasaydı?

Cehennem Olmasaydı…


İnanan insanlar olarak hepimizin ortak kabulüdür Cehennem’in varlığı. Dünya sonrası hayatta, Yaratıcımızın tekliğine ve varlığına inanmayanların konağı; inanmayanların acı çekeceği yerdir Cehennem. Yüceliği sonsuz İlahımız bir ceza yeri olarak anlatıyor bizlere. İnananlar olarak imân ediyor, Cehennem’e gidenlerden değil Cennet’le şereflenenlerden olmayı arzuluyoruz; ibadet ediyoruz. İşte bu noktada kendimize sormamız gereken bir soru çıkıyor karşımıza: Yaratıcımıza bağlılığımızın kökeni gerçekten sevgi mi?

Cehennemin varlığı, Allah’a olan sevgi bağımızı sorgulamak için de bir kapı açıyor bize. Günlük hayatta “Yapma çocuğum Allah yakar” diyen büyüklerimizden tutun, “Cehennem olmasa inanmazsınız, çıkarınız için inanıyorsunuz” diyen tanrı tanımazlara varıncaya kadar her yaştan, çevreden, inanan veya inanmayan her türlü insan bize Allah’ımızın sevgi dinini bir korku dini; ceza yaptırımlı zorunlu bir inanış olarak aşılamaya çalışıyor. Bu sayfaları okurken hepimizin içinden “Ben Allah’ı seviyorum, Rabb’imi sevdiğim için ibadet ediyorum” düşünceleri geçse de, bu yoğun çevre etkisinin kalbimizde bırakmış olabileceği yanlış inanç parçalarıyla yüzleşmeli, Allah’a olan bağımızın kökenini cesurca sorgulamalıyız.

Allah’ı sevmek, Allah’tan korkmamak değildir. İnananlar olarak yaratıcımızın mutlak gücünü kabul eder ve onun sözünü ettiği azaptan korkar, şiddetini bizim üzerimize kullanmasından elbette çekiniriz. Kesinlikle Allah korkusunu yermiyor veya Allah sevgisiyle tezat olduğunu söylemeye çalışmıyorum; ancak şu inkâr edilemez ki kuvvetli ilişki ve inançların temelinde korku değil, sevgi yatar.

Hayatımızın ilk aşamalarından itibaren karşılaşmaya başlarız korku otoritesi ve onun yanlış etkileriyle. Çocukları hata yaptığında onun doğruyu bilecek yaşta olup olmadığını gözetmeden şiddetle “çözüm” üreten aileler, aklımız ermediği yaşlarda neden ödev yapmamız gerektiğini izah etmek yerine sadece işi buyurup, yapılmadığında cetvelle elimize vuran öğretmenler ve daha niceleri… Herkes hemfikirdir ki sevgi ile, izah ile kurulan bağlar, korku otoritelerinden her zaman daha kalıcı olur. Cetvel korkusuyla yapılan ödeve, öğretmen arkasına döndüğünde lânet okunur; ancak sevdiğimiz bir öğretmeni üzmemek için yaptığımız ödev, sevgimizin büyüklüğü oranında kusursuz; yapılışı ise heyecanlı ve zevkli olur. Gerçek kişilik kazanımları korku ile değil, sevgi ile olur.

Bizi yoktan var eden, öğrenme yetisini bahşeden Allah’ımızın verdiği ödevleri yaparken; inananlar olarak cezadan mı korkuyoruz? Yoksa Allah’ın emanetini yanlış kullanmaktan, sevdiğimiz Yaratıcımızın isteğini geri çevirip mahcup olmaktan mı? Sevgimizin gereğini mi yapıyoruz; yoksa korkumuzun esaretini mi yaşıyoruz?

Eşimiz/kız veya erkek arkadaşımız, sevdiğimiz dostlarımız gün içerisinde defalarca gelir hatrımıza. Onları hatırlamadığımızda bizi cezalandırmazlar, ancak içimizdeki sevginin bir gereğidir hatırlamak. Düşünmekten mutluluk duyarız yârimizi, dostlarımızı. Boş zaman yakalayıp daha çok düşünmek, sevdiklerimizin hayaliyle daha fazla gülümsemek için can atarız. Onlar bizden bir şey istediğinde ceza ile korkutmalarına gerek olmaz, “şart değil” deseler bile büyük hevesle yaparız her istediklerini. Peki hayatımızdan geçen “eli cetvelli” öğretmenleri, sevgi değil korku isteyen patronları getirelim şimdi aklımıza. Onlar bizden bir şey istediklerinde yapmak zorluk gibi gelir, ucunda zarar göreceğimizi bildiğimiz için; zorunlu olduğumuz için yaparız. Arkalarını döndükleri an ise bir daha ne aklımıza gelirler, ne de onların sevgisini kazanmak için herhangi bir şey yapmak isteriz. Peki Allah’ımızı ve onun ödevlerini yaparken, bu durumlardan hangisine daha yakın oluyoruz?

Allah’ımız bize onu hatırlamanın en büyük ibadet olduğunu (29/45) söylediği için onu hatırlarız. Allah’ı hatırlayacağımız zamana; sevgilinin huzuruna çıkıyormuş telaşıyla, hevesle hazırlanabilenlere ne mutlu ki, Rabbimiz’i yâr olarak görüp onun isteklerini birer yük olarak görmüyorlar. İşte onların yaşadığı his, sevgi inancıdır ve elbette kalıcı olan budur. Bir diğer durum var üzerine konuşulması gereken. Kendimizle baş başayken bu cümleleri dikkatli okuyup soralım kendimize; bu tür hisler yaşıyor muyuz? Müslümanlar olarak (çoğunlukla namaz anlarında) Allah’ı anma görevimizi yaparken, ne kadarımız bunu Sevgili’nin bir isteği olarak görüp; yük değil hevesle yaşanması/yapılması gereken bir güzellik olarak bakıyoruz? Sevdiklerimizle yan yana gelmeye hazırlanırken geçen zaman su gibi akarken, kusursuz olmaya çalışırken, Allah’ımızı anmadan önce temizlememiz gereken uzuvlarımızı bu hassasiyetle yıkıyor muyuz? Abdesti sevgiliye, dosta bir hazırlık olarak mı, yoksa ibadet öncesi bir uğraş olarak mı görüyoruz? Sevdiklerimizin ricalarını hevesle yerine getirirken, Allah’ımızın şartlarını aynı hevesle yaşayabiliyor muyuz? Yoksa namazı, orucu, diğer ibadetleri Sevgili’yi hatırlamanın tatlı vesileleri olarak değil de, Cehennem’e gitmemenin şartları olarak mı tanıyoruz?

İnsan sevdiğini o bilsin veya bilmesin, istesin veya istemesin günün hemen her anı düşünürken büyük mutluluk duyuyor. Biz Allah’ımızı onun düşünmemizi şart koştuğu zamanlar dışında hatrımıza getirip bundan mutluluk duyuyor muyuz? Sevgili’yi hayal ediyor edasıyla Allah’ın kudretini düşünüp gülümseyebiliyor muyuz?

Allah’ı hayatımızda bir yâr, sevgili olarak mı, yoksa eli cetvelli bir öğretmen olarak mı gördüğümüzü anlamamız, inancımız açısından çok önemli bir konu. Sadece namaz anlarında, cehennem korkusuyla, abdest “yük”ünü sırtlanarak Allah’ı hatırlayanlardansak; orucu tutarken Sevgili’nin isteğini yerine getirmenin lezzeti yerine cehennem korkusunun dehşetiyle motive oluyorsak, şu soruyu soralım kendimize: Ya Cehennem Olmasaydı? Hayatımızın yüceliği sonsuz yaratıcısına “eli cetvelli öğretmen” rolünü yükleyenlerdensek, düşünelim; o cetvel olmasaydı, Allah Cehennem’i anlatmasaydı, O’na yine böyle ibadet eder miydik?

Korkutarak uygulatan öğretmen, arkasını dönüp gittiği zaman bir daha hatıra gelmez. Onun isteklerini yapmanın zorunlu olmadığı zamanlarda hiçbir öğrenci hatırlamaz onu. Allah’ı O’nun isteklerini yapmanın zorunlu olduğu anlar dışında hatırlamıyorsak, sevgisiyle değil azabıyla motive oluyorsak, inancımızı sorgulamamızın vakti gelmiş demektir.

Allah hepimizi O’nu seven ve Allah sevgisiyle ibadet eden, hatırlamaktan lezzet duyan, yâr edinenlerden kılsın.

Yazar : Ahmet C.

 


About the Author
Author

Dini Yazilar

Leave a reply

Name (required)

Website