“Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler. ” (Şura Suresi – 38)
Rabbinin bu isteğini yerine getiren müminin öncelikli hedefi, karar verilen konuda en doğru sonuca ulaşmak değil, Allah’ın emrettiği bu görevi layığıyla yaparak O’nu razı etmek olmalıdır.
İstişare ibadetini yerine getiren kişi, kendi aklını beğenmeyip diğer müminlerin de fikrini alarak şeytanın oyununu bozmuş olur. Aynı zamanda istişare, müminler arasındaki tesanütün (dayanışma) de artmasına vesiledir. “Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. ” (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği istişare eden kişiler, karşılarındaki müminlerin fikrine çok değer verirler. Karar alırken, fikrini aldıkları kişilerin yaş veya eğitim seviyelerini önemsemezler. Düşünceleri insanlara Allah’ın ilham ettiğini bildikleri için, her bir müminin verdiği fikrin Allah’tan geldiği bilinciyle hareket ederler. Bu konuya Kuran’dan verilecek en güzel örnek şüphesiz Hz. İbrahim’in, henüz koşma çağında olan oğlu Hz. İsmail ile yaptığı istişaredir.
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun. ” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın. ” (Saffat Suresi -102)
İstişare sonucunda insan, kendine ait hiçbir gücü olmadığını, her olayın Allah’ın izni ve dilemesi ile gerçekleştiğini daha iyi kavrar. Her şeyin en doğrusunu yalnızca Allah bilir ve insan, O’nun kendisine öğrettikleri dışında hiçbir bilgiye sahip değildir. Bu gerçeğin bilincinde olamamak, bilginin kaynağının kendisi olduğunu düşünmek, gerçekte Allah’a ait olan bir özelliği kişinin kendisine atfetmesi anlamına gelir ki müminler böyle bir hatadan mutlaka sakınmalıdırlar. Her şeyi bilen Allah’ın, bu bilgiden dilediği kadarını insanlara verdiği gerçeği bir ayette şu şekilde bildirilmiştir:
” Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, kâimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek Büyüktür. ” (Bakara Suresi, 255)
İstişare, layığı ile yapıldığı takdirde, Kuran ahlakına uymak demektir. Kuran ahlakına uygun yaşamayan, şeytanın sistemindeki kişilerin aksine müminler istişare ederlerken, iddialaşarak karşılarındakine fikrini kabul ettirmeye çalışmazlar. Karşı tarafın fikirlerini dinleyip, ondan istifade etmeye çalışırlar.
Yüce Rabbimiz müminlerin sahip olmaları gereken bu güzel ahlakı Peygamberimiz (sav)’e şu şekilde vahyetmiştir:
“Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et (şuraya git). Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. “(Al-i İmran Suresi, 159)
Allah müminleri “…yeryüzünde `güç ve iktidar sahibi` kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. ”(Nur Suresi – 55) Ayetten de anlaşıldığı gibi Allah, iman eden kullarını güç ve iktidar sahibi yapacaktır. Bunun gerçekleşmesi için de İslam ahlakının özünde olan ittifakın, birlik, kardeşlik ruhunun pekişmesi son derece önemlidir. Bu birliğin oluşması ve İslam’ın yaygınlaşmasında da müminlerin istişare ile hareket etmeleri önemli rol oynamaktadır.
Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın. ” (Bakara Suresi – 32)
Yazar : İbrahim Akın