Geleneksel anlayış, her zaman, İslam’ı net kurallar ve keskin sınırlar ile şekillendirmek niyetinde olmuştur. Nihayetinde de ortaya son derece detaylı bir İslam anlayışı çıkmıştır. Bu anlayış öylesine yaygınlaşmış, öylesine içselleştirilmiştir ki bu detaylara yer vermeyen bir din günümüz Müslümanlarını tatmin edememektedir.
Oysa Kuran her konu ile ilgili net sınırlardan, tüm ayrıntısı ile belirlenmiş emirler ve yasaklardan oluşmaz. Kuran tüm Müslümanları tek tip bir kutuya yerleştirmek yerine kişilere karar verebilecekleri, kendi sınırlarını çizebilecekleri alanı tanımaktadır. Bu noktada önemli bir yanlış anlamayı da engellemek gerekir. Kuran, İslam dininin asıl ve tek kaynağı olarak, İslamiyet adına tüm gerekli detayları içerir. Kuran’ın içermediği, geleneksel anlayışta yer verilen detaylar dini anlamada gerekli değildir. Yahudilere tırnaklı hayvanların, sığır ve koyunun yağlarının haram edildiğini belirten Kuran’ın (6 Enam Suresi-146) ya da hacdan engellenenler üzerine bir emir olan Kabe’ye kurbanlık hayvan bağışlamanın ve kurban yerine varıncaya dek başları tıraş etmemenin gerektiği ve başından hastalığı bulunanlar için bu uygulamanın istisnai durumu (2 Bakara Suresi -196) gibi detayları içeren Kuran’ın namazlardaki rekat sayılarını ya da namazlarda okunması gereken duaları unutmuş olması mümkün müdür? Tabi ki hayır. Buradan çıkarılması gereken ders bunların gereksiz detaylar olduğudur. Oysa geleneksel anlayışın etkisi altındaki kişiler sınırlara, kalıplara olan meraklarıyla Kuran’a yaklaşıp “Kuran yeterli olsa namazı nasıl kılacaktık?” gibi sorular sormaktadırlar.
Oysa durum son derece basit. Allah Kuran’da bazı sınırları insanın kendisine bırakmıştır. Yani aslında bu da sınavın ta kendisidir. Ne kadar infak etmesi (Allah yolunda harcama yapması) gerektiği net sınırlar ile belirlenmeyip infak etmesi beklenen miktar “ihtiyaçtan fazlası” (2 Bakara Suresi – 219) diye tanımlanmış olan insan, malıyla/parasıyla sınanıyordur. Namazın uzunluğu, içinde okunması gereken dualar belirlenmemiş mümin, namazıyla sınavdadır. Allah için kaç dakikalık bir namazın, hangi duaların, namazda hissedilen hangi hislerin daha makbul olduğunu bilmeyen müminin yapması gereken kendisini sürekli geliştirmek için çabalamaktır. Güç yetiremeyenler oruç tutmak yerine fakir doyursun diyen Kuran ayetleri (2 Bakara Suresi- 184) güç yetirememenin tanımını yapmazken insanı vicdanı ile baş başa bırakır ve mümini imtihan eder. Halsizlik mi güç yetirememektir acaba yoksa mide ağrısından yataklara düşmek mi?
Öyleyse Kuran’da insana bırakılan alanları, haşa unutulmuş, atlanmış, doldurulması gereken alanlar gibi değil, müminin sınavı olarak görmek gerekir. Bu durumda mümine düşen elini vicdanına koyup “sizi mallarınız ve canlarınız ile imtihan edeceğiz” (3 Ali İmran Suresi – 186) diyen Allah’ın sınavından başarı ile geçmek için çabalamaktır. Bunu yaparken hatırlanması gereken en önemli nokta Allah’ın her şeyi gördüğünü ve bildiğini hatırlamak ve samimi olmaktır. Mümin en sonunda, kendisini her an izleyen, her anını bilen Allah’a hesap vereceğinin bilincinde tüm samimiyetiyle yaşamalı ve Allah’ın mümine bıraktığı alanlarda yapabileceğinin en iyisini yapmak ve sürekli kendisini daha da geliştirmek için çabalamalıdır.
Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız.
(50 Kaf Suresi – 16)
[ratings]