İslam Dini, Yüce Allah’ın gönderdiği en son ve en mükemmel dindir. Bu dinin kitabı Kur’an-ı Kerim de en son ve en mükemmel kitaptır.
“Allah katında din İslam’dır.”
(Al-i İmran:19)“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.”
(Maide:3)
Yüce Allah’ın emirlerinde ya da yasaklarında kesinlikle akla ve mantığa aykırılık görülmez. Tam tersi bütün emir ve yasaklarında muhakkak insanların yararına sebepler vardır.Fakat biz aciz insanlar kısıtlı ilmimizle bu sebeplerin neler olduğunu her zaman bilemeyebiliriz.Öyle olunca da “ben falanca emrin ya da yasağın sebebini bilemiyorum.O halde bu emir ya da yasak gereksizdir” denmez.Çünkü bizim bu kainat içerisindeki ilmimiz okyanustaki bir su damlası kadar bile değildir.
Peki, biz bu dinin ve kitabının kıymetini biliyor muyuz? Bu dini, gerçek kaynağı olan kitabından, yani Kur’an-ı Kerim’den öğreniyor ve yaşıyor muyuz?İşte öncelikli ve samimi olarak bu soruları cevaplamalıyız.Benim kanaatime göre olaylar ve gidişat gösteriyor ki bu soruların cevabı koskoca bir “HAYIR”dır.
Yaşadığımız örneklerle konuyu açmak ve bu “Hayır”ın cevabını vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz:
İslam Dini, insanı, aklı, düşünebilmesi, idrak edebilmesi, inanabilmesi…v.s. sebepleriyle “Eşref-i Mahlukat” yani “Yaratılmışların En Şereflisi” kabul eder.Ama hangi akıl ve düşünce?İşte problemin bir diğeri de burada ortaya çıkıyor.
Kur’an’ın verilerine göre baktığımızda burada aslolanın aklı kullanmak ve düşünmek olduğunu görürüz.Çünkü Kur’an’ın bir çok ayetinde aklı kullanmak ve düşünmek gerek emir gerekse de soru biçiminde vurgulanmıştır.Bu konuyla ilgili yaklaşık 75 ayet içerisinden birkaç örnek vermek gerekirse:
“Kitap’ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”
(Bakara:44)“O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemezler onlar.”
(Bakara:171)“Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?”
(Al-i İmran:65)“Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını ve gönlünü işletenler için çok ibretler vardır.”
(Al-i İmran:190)“Şu iğreti, basit hayat bir oyun ve eğlenceden başka şey değildir. Sakınıp korunanlar için âhiret yurdu elbette ki daha iyidir. Hâlâ aklınızı işletemeyecek misiniz?”
(En’am:32)“O Kitap’ın içindekileri okuyup incelemediler mi? Ahiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı işletmeyecek misiniz?”
(A’raf:169)“Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?”
(Saffat:138)
Bütün bu ayetlerden çıkardığımız sonuç şudur ki; İslam’ın biricik ve temel kaynağı Kur’an ve dolayısıyla da İslam dini insanı, ama aklını kullanan ve düşünen insanı üstün kabul eder.
Peki insan aklını işletmez, düşünmezse ne olur?
İşte bu sorunun cevabını da Kur’an veriyor:
“Yeryüzünde dolaşıp duran canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.”
(Enfal:22)
Yani Kur’an, aklını işletmeyen ve düşünmeyenleri “sağır ve dilsiz” olarak niteliyor.
Ve yine Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah aklını işletmeyenlerin akıbetini de beyan ediyor:
“Allah, pisliği, aklını kullanmayanların üstüne yağdırır.”
(Yunus:100)
Yüce Allah’ın yarattığı varlık alemini bir piramide benzetecek olursak, işte bu piramidin en tepesinde, zirvesinde insan vardır. Ve bu zirveye “Eşref-i Mahlukat”(yaratılmışların en şereflisi) zirvesi deriz.İşte biz insanları Yüce Allah o zirveye koymuştur.Bizim görevimiz orada kalabilmektir.Yaptığımız her olumsuzluk, aklı kullanmamak, düşünmemek…v.s. bizi o zirveden adım adım aşağıya düşürecektir ki en aşağısı “Esfel-e Safilin”(Yaratılmışların en aşağılığı) seviyesidir.Yüce Allah, o seviyeye düşmekten hepimizi korusun.(Amin)
Bizim, millet olarak bu çerçevede kendimizi sorgulamamız gerekir. Çünkü dünyada nadir sayıda devlete ve millete nasip olabilecek zenginlikte bir toprak parçasında ve coğrafyada yaşıyoruz.Bir nevi “hazine sandığı”nın üstünde oturuyoruz.Ama bütün bu zenginlik içinde bile sürekli bir sıkıntı, sefalet, yoksulluk ve yokluk çekiyoruz.Rahat ve huzur içinde yaşayamıyoruz.Aramıza sürekli bir ikilik sokuluyor.Bunlarla uğraşmaktan bitap düşüyoruz.
Peki neden böyle oluyor?
Biz niçin bu hallerdeyiz?
Biz nerede yanlış yapıyoruz?
Bence…
Bütün bunlar, Allah’a vefasızlığımızın, kalleşliğimizin, ihanetimizin bir sonucudur. Çünkü biz, Allah’ın bize emanet ettiği dine ihanet ettik.Din diye inandıklarımızın çoğu dinin tamamen karşı olduğu şeylerdir.Allah’ın tertemiz, bozulmamış kitabı dururken, başka kaynaklara, başka kurumlara, cemaatlere, tarikatlere, şeyhlere, dervişlere, hocaefendilere başvurup, kendimizi Allah’a değil de onlara teslim ettik.
Yine bizler, “Fatih İstanbul’u fethettiğinde Bizans’ın Hıristiyanları, din adamları “melekler erkek mi, dişi mi?” diye tartışıyorlarmış” diye onları eleştirirken hatta onlarla bir anlamda alay ederken şimdi onlardan beter olduk.Dine sokulan hurafelerle, bid’atlerle uğraşır olduk.Bakınız günümüzde biz neleri tartışıyoruz:
-Geceleri tırnak kesilir mi, aynaya bakılır mı?
-At nalı uğur getirir mi?
-Nazar boncuğu nazardan korur mu?
-Gece baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk mudur?
-İki bayram arası düğün yapılır mı?
-Mezarlığa parmak uzatılır mı?
-…v.s.
İşte biz bu gibi saçma sapan, dinde yeri olmayan, dinin uğraşmayacağı ama maalesef hurafe ve bid’at olarak dine sokulan ve çoğu da şirk olan işlerle uğraşırken, bunların yanlış şeyler olduğunu insanlarımıza anlatmaya çalışırken, bir zamanlar bizden medeniyet dersi alan, ilim öğrenen Yahudiler ve Hıristiyanlar ilimde ve teknikte bize kat kat fark attılar. Bu durum, yani hurafe ve bid’atlerin dine sokulması aslında bence Yahudi ve Hıristiyanların bir oyunudur.Çünkü biz bunlarla uğraşırken, onlar, aya ya da marsa gitmenin hesabını yapıyordu.Tıpkı, bir zamanlar onların meleklerin erkeklik ve dişiliğini tartıştıkları sırada bizim İstanbul’u fethettiğimiz, ilimde ve teknikte söz sahibi olduğumuz gibi…
Neden böyle oluyor?
Bunun kısa ve net cevabı şudur:
“Kur’an’dan uzaklaştığımız için.”
Bir insan, bir fikri, bir düşünceyi ya da bir inancı benimseyecekse, bunu en iyi öğreneceği yer, o fikrin, düşüncenin ya da dinin temelidir, özüdür, kaynağıdır. İşte biz de, İslam’ı öğrenmek istiyorsak, o zaman, bunu en iyi öğrenebileceğimiz kaynak, Kur’an-ı Kerim’dir.Çünkü İslam’ın özü, kaynağı ve temeli Kur’an-ı Kerim’dir.Eğer biz İslam’ı öğrenmek için başka kaynak arayışlarına girersek, işte o zaman önümüze yanlış kaynaklar çıkar.O zaman da yukarıda anlattığım yanlışlar içinde debelenip dururuz.
Kur’an-ı Kerim…
İşte bir müslümanın, dinini öğrenebileceği bir numaralı ve yegane kaynak. Peki insan Kur’an-ı Kerim’den dinini nasıl öğrenecek?
Tabiiki okuyarak.
Yoksa, onu duvara asarak ya da kütüphanenin tozlu raflarına mahkum ederek ondan bir şey öğrenemez.
Tabiî ki, Kur’an’ı sadece okuması yetmez. Aynı zamanda anlaması ve ondan öğüt alması gerekir.Çünkü Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette, Kur’an’ı okumamızı ve okuduklarımızı düşünerek ondan dersler çıkarmamızı, öğüt almamızı emrediyor.İşte örnekler:
“Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler.”
(Sa’d: 29)“(Şeytan)”Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim.”
(Nisa:119)“Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.”
(Nisa: 120)“Andolsun size hatırlatıcı bir kitap indirdik. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?”
(Enbiya: 10)“Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!”
(Müzemmil: 4)
Bütün bu beyanlardan sonra, o halde, bizim, ayetleri düşünebilmemiz ve öğüt alabilmemiz için okuduğumuzu anlamamız gerekir. Yoksa anlamadan okumanın bize vereceği bir terbiye olamaz. Bu durum yukarıda Yüce Allah’ın da bildirdiği gibi şeytanın işi olur ve bizi hurafelere yönlendirir.(günümüz dünyasında olduğu gibi)
Kur’an’ı okuduğunda ondan muhakkak herkes bir şeyler anlar ve alır. Ondan, dağdaki çobanın da, üniversitedeki profesörün de muhakkak anlayacağı ve alacağı bir şeyler vardır.Yeter ki, Kur’an’ın emrettiği gibi onu okusun.Yani “ağır ağır ve düşüne düşüne.”
“Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik.”
(Nahl: 89)“Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız/zikriniz/şerefiniz yalnız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?”
(Enbiya: 10)“Yemin olsun ki, biz, Kur’an’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Yok mu düşünüp yararlanacak kimse?”
(Kamer: 17-22-32-40)
N.İbrahim ÇALIŞKAN
SİNOP