Tesbih Bir Yaklaşma Eylemidir (2)

Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık elli ayette tesbih kelimesi geçer. Bu ayetlerle ilgili yaptığım bir tasnifi burada aktarmak isitiyorum: “Allah’ın tesbih edilmesi” Kur’an’da beş kategoriye ayrılıyor, bunlar:

1)      Meleklerin Allah’ı tesbihi (msl: 2:30, 13:13, 39:75)

2)      İnsanların Allah’ı tesbihe davet edilmesi (“Rabbini an!”vb formda, msl: 19:11, 20:33, 25:58, 30:17, 87:1, 110:3 vb)

3)      Gökdekilerin ve yerdekilerin Allah’ı tesbih etmesi: (msl:  57:1, 59:1, 61:1, 62:1, 64:1 vb)

4)      Davud’un(as), dağların ve kuşların Allah’ı tesbih etmeleri (34:10, 38:18-19)

5)      Özel olarak gök gürültüsünün (ra’d) Allah’ı tesbih etmesi (13:13)

 

Tesbih kelimesinin geçtiği tüm bu ayetlerde bütün kainatın Allah’ı tesbih ettiği ve ona teslim olduğu söylenir. Yani evren ve içindekiler bilinçsizde olsa müslümanlardır. Nitekim burada insana zımnen şu tavsiye edilir: “Ey evrenin biricik bilinçli varlığı! Tüm kainat; yer, gökler ve içindekiler Allah’ı tesbih etmekte yani onun ilahî korosuna dahil olmaktadırlar. Peki sen daha neyi bekilyorsun? Onun bu korosuna dahil olmak istemez misin? Nitekim yalnızca onun adına hareket edip  kayıtsız şartsız ona teslim olmak istemez misin? Yalnızca ona teslim olmak…”

 

Tüm bu ayetlerde dikkat çeken başka bir husus da şu olsa gerek: Hiçbir insanın Allah’ı tesbih ettiğinden bahsedilmez. Ona “sadece Rabbini tesbih et, Onun adına hareket et, Onu an!” gibi emirlerde bulunulur. Ama aksine diğer tüm varlığın onu tesbih ettiğinden onun adına hareket ettiğinden bahsedilir. Buradan anlaşılıyor ki evrendeki tüm diğer bilinçsiz varlıklar onu hakkıyla tesbih etmektedirler. Halbuki hakkıyla onu tesbih eden, tam manasıyla ona yaslanarak onun adına hareket eden hiçbir insan bulunmamakta. Ayrıca bu hakikat insanın Rabbi adına hareket etmede asla mükemmele ulaşamayacağı yani onun Rabbini anışının son noktası bulunmadığının bir kanıtıdır. Ama buradan diğer varlığın Allah’ı insanlardan daha iyi zikrettiği anlaşılmamalıdır. Bir kere insanlar ile onlar arasında mahiyet farkı vardır. Ve bir sıralamaya, karşılaştırmaya tabi tutulamaz. Onların tesbihi kendileri için zaten en üst sınırdadır. Ama insanın tesbihinin; Rabbini anması ve onun adına hareket etmesinin bir sınırı yoktur. İnsanlarla ilgili bahsedilen bu hakikate peygamberler de dahildir. Nitekim Rabbi adına hareket eden  Zekeriyya’da olsa Rabbi ona:

 

“Rabbini çok zikret ve sabah-akşam, gündüz-gece O’nu tesbih et!” (al’i imran 3:41)

 

der. Ve yahut o kişi Evrenin Efendisinin biriciği, kainatın gözbebeği Muhammed Mustafa’da olsa Rabbi ona:

 

“Artık durma, tesbih et Rabbini hamd ile birlikte ve O’ndan mağfiret dile…” (nasr 110:3)

 

diyebilir. Zira insan mükkemmel değildir ki tesbihi mükemmel olsun. Onun tesbihi o kemale erdikçe, o tekamül ettikçe gelişir, değerlenir. Peki kainattaki diğer varlıkların tesbihi nasıldır? Cevap: Onlar tekamül etmezler, ve tesbihleri de sınırlıdır gelişmez. Bu manada Rabbine imanı artan veya eksilen dolayısıyla onun adına hareket eden veya tam tersi istikamatte (tağut adına) hareket eden ancak insandır.

Benim tesbih anlayışımın bir örneği… Sahabiler, yalnız O adına hareket eden erler…  Nitekim işte sadece Allah’ı tesbih etmenin emsalsiz bir örneği….

Peygamberimizin hayatındaki son seferi Tebük…. Paranın, bineğin ve techizatın yok denecek kadar az olduğu bir dönem… Karşıda ise kalabalık, tam anlamıyla hazır, ve olabildiğine müstekbir ve müstağni bir ordu… Rum diyarının sahibi Bizans… Ve sefer için hazırlıklar başlamıştır, ama münafıklarda mazeretlerini hazırlamıştır: “Hava çok sıcak, bu havada nereye gidelim?” Ama cevap anında inmiştir göklerden:

 

“Geride bırakılan bu [münafık] kimseler, Allah Elçisi’nin [sefer için ayrılmasının] ardından kendilerinin savaştan uzak kalmalarına sevindiler; çünkü, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmak düşüncesi bunların hoşuna gitmiyor ve [hatta birbirlerine] “Bu sıcakta savaşa çıkmayın!” diyorlardı. De ki: “Cehennem ateşi çok daha sıcaktır!” Tabii, eğer bu gerçeği kavrayabilirlerse! Bundan böyle artık az gülsün onlar, çünkü kazandıklarından ötürü çok ağlayacaklar.
(9/Tevbe 81-82)

 

Ama bir de sefere katılmak için can atan, ama sefere gitmek için hiçbirşeyleri olmayan sahabeler var… Yedi  yiğit var… Onlar sefere binekleri ve yiyecekleri olmadığı için katılamayacaklar, ama en azından hıçkırıklarla boşluğa bıraktıkları gözyaşları var… Öyle gözyaşları ki rasulü gözyaşlarına boğan haykırışlar onlar… Öyle gözyaşları ki haklarında ayet inebilecek kadar değerli müminlere aittir onlar…

 

Ve sana, kendilerine binek sağlaman için başvurduklarında, “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, bu yolda harcayacak imkanları olmadığı için üzüntüden gözleri yaşararak dönüp gidenler de sorumlu tutulmayacaktır.
(9/Tevbe, 92)

 

İşte onlar sefere ellerinde bulunan herşeyleriyle, aslında tek şeyleriyle, sıcak ve hüzünlü gözyaşlarıyla katılmışlardı. Onlar sefere gidenlerin arkalarından toprağın bağrına bir tas soğuk su değil, yürek dolusu sıcak gözyaşları bıraktılar zira onlar hayatlarını Rahman’a adamışlardı. Sadece onun adına hareket etmek onların şiarlarıydı. Sadece onun adına hareket etmek varoluş amaçlarıydı.

(Hikayenin devamı…) Hikaye diyorum maalesef, çünkü sahabenin yaşadıkları bugünün müslümanına hikaye gibi, ninni gibi gelmekte. Maalesef diyorum, sadece maalesef… Yine Kur’anî lisanla: “Evlâ leke fe evlâ sümme evlâ leke fe evlâ” (1) demekten başka bir şey diyemiyorum. Şimdiki örnek alabildiğine fakir olan (yukarıda bahsedilen yedi sahabi) bekkâûn‘ün tam tersi olabildiğine zengin bir sahabiye ama hayatını Allah adına hareket etmeye adamış müthiş bir zata ait… O Hz Abdurrahman bin Avf, cömertlerin sultanı… O Tebük seferi için ilk başta, en başta yardım için koşanlardandı. Kilolarca altını getirmiş ve nebiye teslim etmişti. O öyle muhteşem bir yardımda bulunmuştu ki “el Faruk” lakabıyla tanınan büyük sahabi Hz Ömer onun bu tavrına çok kızmış ve peygambere şöyle bir şikayette bulunmuştu:

– “Ben Abdurrahmanı bir suç işlemiş olarak görüyorum. Ailesine hiçbirşey bırakmadı” Rasulullah(as) bunun üzerine Hz Abdurrahman’ın yanına giitti ve sordu:

– “Abdurrahman! Ailene birşey bıraktın mı?”

– “Evet… Onlara, dağıttıklarımdan daha çoğunu ve daha iyisini bıraktım,”

– “Ne kadar?”

– “Allah ve resulunun vadettiği rızık, hayır ve ecirleri”.

Tek kelimeyle müthiş bir cevap… 21. yy’lın malını üst üste, yan yana yığan modern cahiliye insanının anlamayacağı kadar yüksek bir hassasiyet. Allah’a kayıtsız şartsız adanışın, yalnız onun adına hareket etmenin emsalsiz bir örneği…

Sözün özü: zikir, onun adına hareket etmektir.Yani Rahman’ı tesbih etmektir o. Onun bizim için tesbit ettiği hakikate teslim olmaktır o. Kainatın yönetim sisteminin adı olan islama meftun olmaktır o. Zira islama kayıtsız şartsız teslim olmaktır o… Onun sistemine kurban olmak… İşte adanış yalnızca bu yoladır. Ve yalnızca bu yolda tesbih edilir o… Bu yol yalnızca ona çıkar, bu yol Rahman’a çıkar.

…ariamoneva….

Kullanılan mealler: Mustafa İslamoğlu, Muhammed Esed

(1) Kıyâmet  75:34-35

 

 

 

 

 


About the Author
Author

ariamoneva

Comments (1)
Leave a reply

Name (required)

Website