Kur’an’ın Kendi Kendisini Açıklaması”
Kuran’ı her okuyanın anlayamayacağını, onu kendisi okuyup anlamak yerine daha önce onu okumuş, incelemiş ve daha önce bildiği ilimlerle yoğurmuş din adamlarının kitaplarından ve vaazlarından anlamaları gerektiğine inanan ve geleneksel (atalar) dini anlayışını kurtarmayı tercih eden kardeşlerimiz için; hadis, fıkıh, icma, ilmihal gibi bilgilerinden hatta tarih, dilbilgisi, psikoloji ve benzeri müspet ilimlerden bile haberi olmayanlar için Kuran’daki anlaşılması ilk bakışta zor gibi görünen bir ayeti ele alarak beraber inceleyelim istedim bugün.
Benim tezim Kuran’ı okumuş her insanın er ya da geç Kuran’ın mesajını ve herhangi bir ayetini kendisine yetecek kadar anlayabilecek kapasiteye sahip olduğudur. Arka planda ihtiyacı olduğu tek ilim kendi hayatı, kendi yaşadığı ortamı, yani Allah’ın verdiği altyapı bilgileridir. Üstelik Kuran, her mekâna ve her zamana hitap etmekte olan bir mucize değil midir?
Şimdi dikkatinizi verin. Bütün geçmiş bilgilerimizden sıyrılalım, hatta okuma yazmamız hariç her bildiğimizi unutmuş gibi yapalım ve ilk defa Kuran’ı okuyormuş gibi düşünelim kendimizi. Belki okuma yazma bilmiyor bile olsak birileri bize Kuran’ın mealini okuyabilir de! Yani o bile şart değil aslında! Biz dağda köyün ağasının koyunlarını güden, köyünden hiç dışarı çıkmamış masum, temiz yürekli, sadece okuma yazmayı sökmüş, fakir bir çobanız varsayalım. Koyunlar meleşirken ve bir dut ağacının gölgesinde dinlenirken koynumuzda taşıdığımız Kuran mealini çıkardık ve elimize aldık! Bakara suresinde daha açık manalı ayetleri okurken birden karşımıza anlaşılması imkânsız gibi görünen şu ayet çıktı!
2-Bakara 104 “Ey îman edenler, «Râinâ» demeyin, «Unzurnâ» deyin ve dinleyin. Kâfirler için çok acıklı bir azâb vardır.”
Başka hiçbir bilgimiz yok! Sadece okuduğumuzu bilmeye çalışmaktayız! Bu şartlar altında anlamaya çalışalım bakalım, anlayabilecek miyiz?…
Hayır tam olarak anlayamadık… Ama Mademki bir kitap okuyorum, muhtemelen bu satıra denk geldiğimde bunun önündeki ayetleri okumuş olmalıyım. Birkaç ayet önden alalım, 99.ayet mesela!
2-Bakara 99 “Biz sana apaçık âyetler indirdik. Onları yoldan çıkan sapıklardan başkası inkâr etmez.”
Ne düşündüm? Ayetler apaçıkmış, inkâr etmemem gerekiyor. İçimdeki Allah’a teslimiyet duygusuyla asla böyle bir şey yapmayacağımı düşündüm. Neden inkâr edeyim de kaybedenlerden olayım! Devam!
2-Bakara 100 “O fâsıklar hem bunları reddedecek, hem de ne zaman bir anlaşma yapsalar, içlerinden bir güruh onu bozup atıverecek öyle mi? (Hatta sadece az bir güruh da değil), onların ekserisi ahit tanımaz imansızlardır.”
Demek ki kötü niyetli birileri hem bu ayetleri kabul etmeyecek hem de verdikleri sözlerinde durmayacaklarmış. Onların içlerinden bazı kimseler o ayetlere uyacaklarına dair verdikleri sözlere uymayacak, bozmaya çalışacaklar ve ayetleri atıvereceklermiş. Hatta onların çoğu böyleymiş. Kim bunlar? Muhtemelen bu surenin başından beri anlatılan İsrailoğullarından bahsediyor! Ama bundan ders alıp acaba bugün de böyle kimseler var mı diye düşünmem gerek. Çünkü elimdeki kitap bana da zamanıma da köyüme de hitap etmeli.
2-Bakara 101 “Onlara, Allah katından, ellerinde ki Tevrat’ı tasdik eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i kitaptan bir kısmı, güya gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de”
Doğru anlamışım! Hala İsrailoğullarından bahsediyor. Onların elindeki Tevrat da Allah’ın kitabıymış ve onda da gerçekler yazıyormuş. Yeni peygamber gelince onların kitabının doğru olduğunu söylediği halde demek ki onlar mahsuzcuktan bilmiyormuş gibi yapıp kendi ellerindeki kitaptan bile yüz çevirmişler. Ama düşündüm de bizim köydeki ahali de Kuran’da ne yazıyor diye merak edip okumuyor da hep imamın vaazlarını dinleyerek öğreniyorlar. Kendi okuyan ise sadece Arapçasını okuyor. Bu da kitabı arkasına atmak demek değil mi?
2-Bakara 102 “Tuttular, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler. Halka sihiri ve Babil’de Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı. Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!”
Uzun bir ayetmiş! Anladığım kadarıyla; Süleyman hakkında kendi ellerindeki kitaba değil de imtihan maksadıyla gönderilen meleklerin çarpıttıkları sözlerine, sihirlere, kendilerine zarar ya da fayda vermeyen şeylere inanıyorlar birbirlerine onları öğretiyorlarmış. Ama böyle yaptıkları için kâfir olmuşlar. Demek ki aslolan Allah’ın gönderdiği kitap olmalıymış. Keşke bunu anlasalarmış ama anlamamışlar. Büyü yapmak ve yaptırmak kötü bir şeymiş demek ki! Ama bizim köydeki Düriye Hanımın da kocasından ayrılması için muska yapmışlardı da o da büyüyü bozmak için bir cinci hocaya başka bir muska yaptırıp boynuna asmış, kocasının çorabına da at sidiği sürmüştü. Bu büyü değil mi! Şimdi de kadın yüz yirmi bin tevhid okuyup üzerindeki nazarı bozmaya çalışıyor. O halde!!!
2-Bakara 103 “Şayet onlar iman edip (sihir gibi) haramlardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilselerdi!”
Hmmm! Demek ki bir şey umacaksak ya da isteyeceksek Allah katından istemeli ve onun haram kıldığı, yasakladığı yollardan istememeliyiz.
2-Bakara 104 “Ey îman edenler, «Râinâ» demeyin, «Unzurnâ» deyin ve dinleyin. Kâfirler için çok acıklı bir azâb vardır.”
Raina ne demek? Unzurna ne demek? Benimle ne alakası var bu kelimelerin? Seslenilen kişi “ey iman eden” olarak mademki benim, benim de bu kelimeyi kullanırsam acıklı bir azaba düşme ihtimalim var. İyi de ben Türkçe konuşuyorum, ne raina demişliğim var ne de unzurna! Anlamlarını bile bilmediğim bu kelimeleri Türkçeye çevirmeden buraya aktardıklarına göre çevirmenin bir bildiği vardır ama benim anlamam imkânsız! Hani Kuran her çağa, her insana hitap ediyordu! O halde ben buradan hangi dersi nasıl alacağım? Neyse ben devam edeyim bari!
2-Bakara 105 “Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler, Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder. Allah büyük lütuf sahibidir.”
Ehli kitaptan da kâfirler varmış, müşriklerden de! Ve bunlar Allah’ın rahmetinin bizim üzerimize inmesini istemezlermiş. Demek kıskanıyorlar. Ama benim aklım hala bir önceki 104.ayette! Yoksa Allah rahmetini üzerime indirmiyor da ben o yüzden mi anlamıyorum hiçbir şey!
2-Bakara 106 “Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?”
Allah’ın her şeyi yapmaya gücü yeter. Bir ayeti değiştirecekse o değiştirir. Demek ki Kuran’ı gönderdi ki Tevrat’taki bazı emirleri yenileriyle değiştirdi, onu arkasına atanları ve ondan bir şeyleri gizleyen ve değiştirenleri suçüstü yakaladı.
Bir şeyler anlıyoruz gibi ama bizim çoban diğer ayetlere dalıp gitti ve Bakara 104’ü unuttu. Aradan birkaç gün geçti ve yine güneşli bir gün koyunları güderken dut ağacının gölgesinde kitabını açıp okumaya başladı. Artık 4.sureye gelmiş ve epey bir kısmını da okumuştu. Ama son okuduğu ayet onu şok etti. Hiddetlendi!
4-Nisa 44 “Baksanıza kendilerine kitaptan nasip verilenlerin yaptıklarına! Kendilerinin hidâyeti bırakıp sapıklığı satın almaları yetmiyormuş gibi, sizin de yolunuzu şaşırmanızı istiyorlar.”
Kimmiş beni yolumdan şaşırtmak isteyen? Etrafımda bir tane İsrailoğlu yokken! Üstelik kitap sahibi olanlarmış bunlar! Mademki her çağa ait bu kitap bugün de var demek ki beni yolumdan çevirmek isteyenler. Üstelik kitap ehli artık Kuran’ın sahiplerini de içermiyor mu? Ha! Bir de Allah neden dinsizlere pek fazla bir şey demiyor da sürekli bizi elinde Allah’ın kitabı olanlara karşı uyarıyor?
4-Nisa 45 “Allah düşmanlarınızı pek iyi bilir. İşlerinizi üstlenen bir veli olarak da, bir yardımcı olarak da elbette Allah yeter!”
Of! Aman Allah’ım! Bir an Allah’ın benimle konuştuğunu zannettim! Az önceki soruma cevap vermiş gibi! Ben, diyor düşmanlarınızı sizden iyi bilirim. Ben sizin işlerinizi üstleniyorum, merak etmeyin! Ben size yardımcı olarak yeterim, sizi kime karşı uyaracağımı iyi bilirim diyor.
4-Nisa 46 “Yahudilerden bir kısmı, bazı sözleri aslî şeklinden ve mânasından saptırır, mesela: “İşittik” (ama isyan ettik), “işit” (hay işitmez olası!) ve “râina” derler. Bu sözleri, ağızlarını eğip bükerek güya vaziyeti kurtarmak ve dinle alay etmek için söylerler. Halbuki onlar sadece “İşittik ve itaat ettik”, “İşit!”, “unzurnâ (bizi de gözet)” deselerdi kendileri için elbette daha hayırlı ve daha dürüst bir iş olurdu. Fakat Allah, inkârları yüzünden onları rahmetinden kovdu. Artık onlar pek az iman ederler.”
Aman Ya Rabbim! Ben bunu unutmuştum! Üç gün önce anlamadığım ayeti bir başka ayet bugün bana kendisi açıkladı. Üstüne onu anlayacak kadar da bana ayet okuttu, aklımı yormamı ve üzerinde düşünmemi sağlayarak gerekli olgunluğa eriştirdi. Kuran kendi ayetini bana kendi açıkladı. Demek ki o zamanlarda bazı Yahudiler sözleri eğip bükerek manasından saptırıyorlar, dinle alay ediyor belki de peygamberimle dalga geçiyorlardı. Peki bugün!!!
Evet, başka hiçbir ilmi olmadığını düşündüğümüz çobanın bile kitabı okuyarak anlamaya ihtiyacı olacak kadarını anladığını inkâr edebilir miyiz? Üstelik bugün birçok çobanın bile elinde cep telefonu olabildiğini, internete zaman zaman ulaşabileceğini ve soracağı sorular olduğunda kolayca bir kaynağa ulaşabileceğini biliyoruz. Anlamadığı ayeti sözde bilgisini parayla satan birilerine sormak yerine sadece bir kaynaktan raina ve unzurna kelimelerinin kökenini öğrenerek bile bu ayete daha da kuvvetli bir anlam veremez mi? Çobanımız bilgisini daha da geliştirmek istiyorsa şimdi gitsin ve bu kelimelerin ne anlama geldiğini ister imam efendiye ister google amcaya sorsun ya da bir ansiklopedi karıştırsın!
Kaynaklarda raina kelimesinin “bizi koyun gibi güt, biraz yavaş, bizi de dikkate al, takip edemiyoruz” gibi farklı anlatımlarla yer alıyor. Ama unzurna’da güdülmeden ziyade daha çok “bize bak, bizi de gözet” anlamı var. Burada ilginç olan durum ise İbranice olan her iki kelimenin de birbirinin yerine kullanılabiliyor olması. Ancak raina kelimesi raiyna ya da benzer bir ağızla söylendiğinde anlamı değişiyor ve “sözü dinlenmez adam, ahmak adam” anlamlarına gelen bir hakarete dönüşüyor. Bu durumda gerçek apaçık ortaya çıkıyor.
Anlaşılıyor ki peygamberimiz ayetleri okurken bir takım İbranice bilen münafıklar “raina” yerine “raiyna” diyerek ve İbranice bilmeyen Peygamberimiz ve diğer Araplarca anlaşılamayacağını düşünerek aklı sıra ayetlerle ve peygamberle alay ediyorlar. İlgili ayet inince ise tabiri caizse sobeleniyorlar. Ayetlerin çağımıza bakan tarafları olduğunu inkâr edemeyeceğimize göre bugün de “raiyna” diyenler çıkmış olmalıdır.
Geleneksel atalar dini anlayışı bize Yahudilerin zaten lanetlenmiş olduğunu (!) bu ayetle onların ne kadar kötü olduklarını, Tevratın da aynı yöntemle tahrif edilmiş olduğunu ve Kuran okunurken değil “raina” demek, konuşmanın bile neredeyse haram olduğunu söylemekte. Kuran’a saygıyı ona dokunmamakla, güzel makamlarla okunuşunu ilahi bir melodi gibi dinlemekle ve tecvidli okumayı öğrenmekle gösteriyoruz. Anlamını İsrailoğulları gibi arkamıza atmış durumdayız. Peki bu dokunulmazlığa rağmen Kuran’ı yazım üzerinden tahrif edemeyen bu münafık zihniyet bu işi ve hakareti nasıl yapmaktadır? Düşündük mü?
43-Zuhruf 36-37 “Kim Rahman’ın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur’ân’ı göz ardı ederse, Biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur. Bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar, ama onlar kendilerinin hâlâ doğru yolda olduklarını sanırlar.”
Bugün apaçık ayetleri bazı sözlerle ve uydurma hadislerle çarpıtan, değiştiren, başka hükümler verenler yok mu? Geçmişte hiç olmamış olabilir mi? Kuran’ı okumak yerine Arapçasını ezberlemeyi savunduran, birileri çıkıp Kuran’ın manasından bahsettiğinde o kişileri “sözü dinlenmez ahmak adamlar” sayarak “mürted, bidat sahibi, sapmış” diye niteleyenler yok mu? Allah bize bu hatırlatmayı yaparak aynı zamanda kendinizi koyun gibi güttürmeyin demek istiyor olamaz mı?
39-Zümer 3 “İyi bilin ki halis din, yani bütün gönlüyle candan itaat, yalnız Allah’a yapılır. Allah’tan başka birtakım hâmiler edinerek: “Biz onlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” diyenlere gelince, elbette Allah, onların hakkında ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmünü verecektir. Allah yalancılığı, nankörlük ve kâfirliği huy edinenleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.”
Güya gerçeği sadece kendileri biliyorlarmış gibi insanları din diye âdeti muhafazakâr halde tutarak koyun gibi güdenler yok mu? Kime güveneceğiz? Zamanın ruhu değişmedi mi? Hala düşünmeyecek miyiz? Allah aynı surede dört ayeti neden aynen vermiş? Yok mu düşünen ve ibret alan?
54-Kamer 17 “Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?”
54-Kamer 22 “Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?”
54-Kamer 32 “Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?”
54-Kamer 40 “Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?”
Allah’ın meydan okumasındaki coşkuyu hissedebilmeniz için bu sureyi Kuran’dan okumalısınız. Oturup utanmadan sevincinizden ağlamalısınız hatta! Allah yeminler edip duruyor bu kitabı kolaylaştırdım, anlayabilirsiniz diye. Tüm bunlardan sonra birileri çıkıp “Herkes Kuran’a kafasına göre okuyup anlam veremez, büyük zatların, âlimlerin kitabından okumalı, öğrenmeliyiz” derse o kişiye ne denir? Allah o kişiye ne der? Allah’ınızı severseniz bir saniye düşünün! Düşünelim azıcık! Odada bir fil yok mu?
İşte bu yazıdaki iddiam: Herkes Kuran’ı anlaması gereken ölçüde, nasip miktarınca anlayabileceği kadar anlayacaktır. Biz Allah’ı adaletsiz mi zannediyoruz da terazide herkesin aynı seviyede sorulara muhatap olacağını iddia ediyoruz? Herkes ilahi kitaba ya da kendisinin ihtiyacı olan ayetlere ulaşmakta ve fırsat eşitliğine sahip olmaktadır. Ama herkes cübbeli risalelere, hakikat diye safsata ve hainlik üreten kitabevlerine, sayıları çokçalanmış mehdilere, sahte Mesih muhabbetlerine ve çağdaş manastırlara ulaşmak durumunda değildir. Ulaşmasınlar da! Allah adaletsiz değildir.
Bizim okuryazar çoban hakikati gördü. Ağasını düşündü, sonra kendini! Koyunlarına şöyle bir bakıp “raina demeyeceğim bundan sonra” dedi. Peki yüksek okullardan, türlü üniversitelerden mezun olmuş, yüksek lisanslar, doktoralar ve kitaplar yazmış olan bizler onun görebildiği herhangi bir şey görebildik mi? Tüm bu müspet bilimimize, gezip görmüşlüğümüze ve birbirinden üstün makamlarımıza rağmen atalar dinine mi devam edeceğiz? Dönüp bakın Kamer suresindeki dört ayete! Bu kitap, Kuran; sadece din adamlarına mı gönderilmiş de, onu okumayıp hala kürsüde gözyaşları dökenlerin vaazlarını dinleyip dinleyip “güt bizi” diyoruz!!!
kalemzade.net