“Diye Geldi Aklıma…”
Konuştuğunda etrafına bir ışık zerresi bile saçamayan bir astroloğun, (uzay-zaman ve fizik-metafizik bahislerinin tema edildiği bir tartışma platformunda) kendisine Kuran’ı rehber edinmiş, gerçeği haykırma gayretinde ve dünyevi ilmiyle de parıl parıl parlayan bir fizik-felsefe sentezcisine, bir bilim felsefecisine kalkıp da “Şüphesiz güzel konuşuyor ve avamın ilgisini çekecek şeyleri söylüyorsun. Ama burada senin ne işin var ki! Ben fizikçileri, gerçek (!) bilim adamlarını dinlemek istiyorum. Senin söylediklerin internet bilgisinden öteye geçmiyor” gibi bir şeyler söyleyerek saygısızca sözünü kestiğine üzüntüyle şahit oldum. “Rahatsız olunan nedir” diye düşününce, teşbih değil ama aklıma Şuayb peygamberin hali geldi…
Hud 91 “Ey Şuayb” dediler. “Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp anlamıyoruz’. Doğrusu biz seni içimizde zayıf da görüyoruz. Eğer yakın çevren olmasaydı, gerçekten biz seni taşa tutar öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin.”
İşte o sırada; köhnemişliğin, suyun başına geçme heva ve hevesinin, doğru söyleyenin dokuz köyden kovuluşunun, hurafenin, müşrikliğin, infak etmeyişin, paylaşmayışın ve benzerlerinin, aynen din diye atalar dinine sarılışta olduğu gibi, müspet ilmin yerine atalar ilmi sofrasının da var olduğunu hissettim. Atalar dinine inananların “din budur” diye hurafeye sarılışları gibi, o astroloğun fiziğe bu sahip çıkışı; siz okumayın, öğrenmeyin, biz ya da bizim gibiler size anlatırız firavunluğu gibi geldi bana. Üstelik bir yandan “hoş bilgiler söylüyorsun” diye itiraf ederken cahil adam, Musa’yı düşündüm. Firavunun kendi sihirbazlarını çağırtması gibi hissettim söylenenleri…
Araf 109, 110 Firavun toplumunun kodamanları şöyle konuştular: “Bu adam gerçekten çok bilgili bir büyücü.” Firavun: “Bu adam, dedi, “sizi yerinizden yurdunuzdan etmek peşinde! Görüşünüz nedir bu konuda?”
Anlaşılır dilde anlatılanlar internet bilgisi diye yaftalanarak küçümsendiğinde müşrik dindarlar gibi müşrik bilim adamları var olabilir mi diye geçti içimden. Anlatma kabiliyeti olmayan adamlar yıllarca anlatamamışken, doğrusuyla yanlışıyla kirlisiyle temiziyle tüm bilim ivmelenerek internete girmeye başlamışken, (başka hedefler güdülmüş olsa da) internet dünyevi bilimin teşbihen levhi mahfuzu olma yolundayken, çatık kaşlı kütüphane müdürlerinin kitap rantı ortadan kalkıyor da bu duruma isyan ediyorlar gibi geldi bana. Ulaşılamayan kitaplara ve kitaplar hakkındaki görüşlere herkes ulaşabilmeye başlarken, kendi akademik ders kitaplarını öğrencilerine fahiş fiyatlarla satan akademisyenleri de bildiğimizi hatırladım nedense. Gelirine ortak olmasın kimse diye ustanın sırrını, aşçının tükürüğünü, ressamın gizli renk tonunu, sihirbazın foyasını açıklamayışını hatırladım o anda. Yabancı dil eğitimini daha ucuza yurt dışında ve/veya konuşarak öğrenildiği anlaşılırsa birileri rantından olur diye düşündüm her ne ilgisi varsa!!! Bir bilim müşrikliği içinde de mi yaşıyoruz acaba diye vesveselendim. Acaba yanılıyor muyum diye sordum kendime. Astrolog kişi, fizik-felsefecisini küçümsemeye kalkarken birisi kalkıp astrolojiyi küçümseseydi ne olurdu dedim kendi kendime!!!
Nisa 51 Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilenlere! Putlara, kâhinlere, şeytanlara, ne kadar batıl varsa hepsine iman ediyorlar ve yetmezmiş gibi, bir de kalkıp kâfirler hakkında “Onlar, Müslümanlardan daha doğru yoldadır” diyorlar!
İşte böyleleri infak etmeyenler midir diye bir soru geldi aklıma ardından. Kendileri anlatmazlar, anlatmak istemezler, anlattıklarında başka dilden anlatırlar, avam (ümmiler) anlamasın isterler. İsterler köle kalsın onlar da ben üstün bir makam edineyim bildiğimle. Yahudi din adamlarının Tevrat’tan gizledikleri geldi hatırıma. Düşünmeye başlayan adam tehlikelidir zannı vardı onlarda da. İsterler bilmez olsun onlar da, ben bileyim de hükmedeyim her daim. İnfak etmez onlar malından, mülkünden ve hatta, çok da olsa, az da olsa ilminden, biliminden. Üç kuruşluk bilimlerini bile birileri kendilerine saklar ve çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile başkasına vermez olabilirler miydi!
Nisa 53, 54 Yoksa onların mülk’ten bir payları mı var? Eğer böyle olsaydı, insanlara ‘çekirdeğin sırtındaki küçücük bir tomurcuğu’ bile vermezlerdi. Yoksa onlar, Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? …
Gerçek ilim Allah’ın ilim verdiğindedir. Dolayısıyla bilim de bu yolla verilendedir, edinendedir; sahiplenende, bu benim diyende değil. İnfak ettikçe de doğası gereği çoğalır. Verenden, verebilenden alınır, sahiplenip gizleyenden değil. İnsanları sömürmek için “din bizimdir” diyenlerden “bilim bizimdir” diyenlere vardı düşünce ufkum. Dinden nemalananlar gibi bilimden de mi nemalananlar var acaba, diye geldi aklıma… Sonra düşündüm ki acaba’sı fazla…
kalemzade.net